“Bu muharririn şimdiye kadar bizde ismini duymıyan, romanlarının birer şaheser olduğunu işitmiyen kalmamıştır. Fakat ne yazık ki eserlerinden hiçbiri Türkçeye tercüme edilmiş bulunmuyor.” Avni İnsel, “Lady Chatterley’s Lover”ın (1928) (David Herbert Lawrence) çevirisindeki (“Lady Chatterley’in Âşıkı”) (İnsel Kitabevi-İkinci Baskı, 1945) (Cihan Edebiyatı Serisi No. 17) önsözde bunları söylüyor (sf. 3). O dönem için cesur bir iş ama kendisi de 4. bölümdeki Bolşevikler ve cinsellik ile ilgili sayfaları görmezden gelmiş!
13 Temmuz 2014

"Bu muharririn şimdiye kadar bizde ismini duymıyan, romanlarının birer şaheser olduğunu işitmiyen kalmamıştır. Fakat ne yazık ki eserlerinden hiçbiri Türkçeye tercüme edilmiş bulunmuyor." Avni İnsel, "Lady Chatterley's Lover"ın (1928) (David Herbert Lawrence) çevirisindeki ("Lady Chatterley'in Âşıkı") (İnsel Kitabevi-İkinci Baskı, 1945) (Cihan Edebiyatı Serisi No. 17) önsözde bunları söylüyor (sf. 3). O dönem için cesur bir iş ama kendisi de 4. bölümdeki Bolşevikler ve cinsellik ile ilgili sayfaları görmezden gelmiş!

Lady Chatterley's Lover'ın siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması. Ocak ayında çekilen filmin gösterime girişi 06 Mayıs 1964, Çarşamba günü (Beyoğlu) İnci; (Beyoğlu) Lüks; (Aksaray) Bulvar; (Çarşıkapı) Şık'daki suarelerle. İç çekimler, Hafize Hanım'ın Yeniköy'deki villasında; Dış çekimler, Veliefendi Koşu Yeri'ndeki Simsaroğlu Harası'nda yapılmış. Hava buz gibi. 'Bir köşede kocaman bakır bir mangal'. Sıcak çaylar birbirinin peşine. Her sahne sonrasında prodüktör kardeşlerden Aziz Sarıkaya'nın sesi duyuluyor; "Birer çay daha getirin. Çocukların içleri ısınsın."

Lawrence'in eserleri, geçen yüzyılın başlarında 'uçkur edebiyatı' olmakla suçlanmıştı. 'İngiltere gibi münevver bir muhitte dahi müstehcen damgası yemiş'. Avni İnsel'e göre 'cemiyet olgunlaşıp, kafalardaki safra zail oldukça bu kabil eserler seve seve okunabilecek ve layıkıyla hazmedilebilecektir'. Beyin ve vücut birbirini tamamlayan iki unsur. "Her münevver bilir ve idrak eder ki, gıda mideyi besler, ten arzuları da kafayı." Kitapta bu ikisinin ayrılmaz bütünlüğü işleniyor. 7. sayfada, Saint Clément d'Alexanderie'nin bir sözüne yer verilmiş; "Allahın yaratmaktan utanmadığı şeyleri söylemekten ben niye utanayım."fjsffıtırt

Clifford Chatterley, o korkunç (ve henüz numaralanmamış) savaştan sonra 1918'de güzel karısı Constance'ın yanına 'kalçalarından aşağısı felçli olarak' dönüyor. "Çocuğu olmayacaktı (sf. 16)." 29 yaşında, eşi ise 23. Kızının 'günden güne çöktüğünü gören' Sir Malcolm Reid'in sözleri; "Kendine ne diye bir âşık tutmuyorsun. Bu sıhhatin için elzem." Aslında kocası da 'ilişkilerine bir halel getirmeyecekse' başka bir erkekten çocuğu olmasına karşı değil (sf. 21 ve 53). Lady Chatterley, Clifford'un yazar arkadaşı Michaelis ile yaşadığı 'deneyim'den(!) sonra yeni orman bekçisi (aslı 'av alanı bekçisi'-'game keeper') Oliver Mellors'a tutulur. Bu süreçte kadın, cinselliğin bedensel; Erkek de ruhsal yanını keşfeder. Mutlulukları, Clifford'un ve (Mellors'un ayrı yaşadığı karısı) Bertha'nın boşanmaya razı olmalarına bağlı.

"Lady Chatterley's Lover"ın kapağında 'The Great Novel That Shocked The World' yazılı. Yazar, 'en az' üç farklı şekilde kaleme almış kitabı. Özellikle sonuncusunda, o bilindik 'dört harfli sözcük'ün çokluğu için özür diler gibiydi yayınevi! Avni İnsel'e göre, piyasaya çıktığında 'dünyayı şok eden' roman, 'sonradan İngiltere'nin bilumum mekteplerine girmiş bulunuyor'. Ana babalar da 'baldıran kadar zehirli görünen fakat hakikatte bir iksir tesiri yapan eseri evlatlarının eline vermekten çekinmiyorlarmış'. Ayrıca 'hisleri dumura uğramış bir kocanın yanında sararıp solan, fikri muvazenesi bozulan Constance'a bir âşık tutmasını tavsiye etmek ayıplanacak bir şey değilmiş'! Aksi halde 'zamanından evvel bunamak' tehlikesi ile karşı karşıyaymış genç kız!

Çeviride isimler Türkçe okunuşlarıyla yer alıyor; Clifford, (biraz fazla zorlamayla) 'Klayford'; Constance, 'Konstans'; Malcolm, 'Malkolm.

'Kader Kapıyı Çaldı', kaza sonucu belden aşağısı sakat kalan bir çiftlik sahibi ile karısı ve orada seyis olarak çalışmaya başlayan kanun kaçağının öyküsü. "Leyla, arzular içinde yaşayan, son derece güzel, dişi bir kadın; Murat, O'na aşkı ve erkekliği tattırdı. Karanlık, korkulu bir gecede birbirlerinin oldular; Necmi, Hayatta en büyük kuvvetini kaybetmiş bir zavallıydı. Ve susmaya mecburdu. Nihayet, her insanın inanması gereken bir kaderi vardır. Onlar için de öyle oldu sonunda."

Necmi Bey, ucu bucağı olmayan arazilerin sahibi. Para, mal, mülk, her şeyi var. Miktarını kendisi de bilmiyor. Yakışıklılığı, korku nedir bilmezliği dillere destan. Yanında çalışanlar yanaşmalardan birinin kızı ile evlenmiş. "Sevgiyi ben öğrettim O'na... Elimde şekilsiz bir hamur gibiydi. İstediğim şekli verdim, olanca varlığımla yoğurdum... O, benim ışığım, dünyam oldu." Leylasız hayat kapkaranlık bir boşluk, bir cehennem! Ancak 'o lanet olası av kazasından sonra', şimdi belden aşağısı sakat. At sırtından, tekerlekli iskemleye. "Ben, bir zamanların ele avuca sığmayan Necmisi, herkesin gıpta ettiği, yerinde olmak istediği adam bu duruma mı düşecekti." Çok da gururlu. Acı çektiğini kimseye göstermek istemiyor. Ama kasabada dedikodu almış yürümüş. "Herif, erkeklikten yana tın tın." Çiftlik Müdürü Hasan'a göre 'bir kadın için koltuktan, sandalyeden farksız bir eşya'. Danyal Topatan'a göreyse 'eşya değil banka cüzdanı'!eutttreut

Leyla, Necmi Bey'le evlendiğinde 14 yaşındaydı. "Mübarek, her şeyiyle kadın. Ayağının tırnağına kadar dişli." Karadeniz gibi dalgalı. Bir dediği iki olmuyor. Köşkler, mücevherler, atlar. Süvariliği de çok iyi "Neyi kötü yapar ki." (Selim "En öğünülecek tarafı, yaptığı yemekler" diyor şaka ile. Ama genç kadını mutfakta göremeyeceğiz hiç). Kocasının başına gelen 'felaket', çiftliktekilerin ağzına sakız olur. "Öyle kadına öyle koca! Güzel, sıhhatli ama kocası? Karısı dişi olsa ne çıkar, erkek olsa ne çıkar. Adamda erkeklik sıfır." Bir diğeri "Tut hanımı ısır" diye uyak yapıyor. Bütün gözler Leyla'da. 'Asılan asılana'.

Çiftlik çalışanı Ali yakışıklı biri. İskambil kızları bile tav! Pokerde başkasına değil kendisine geliyorlar! Ama bunlarda gözü yok. Bir tek Leyla Hanım tav olsun yeter! Genç kadının atı kadar bile şansı yok! Sarı Kız'ın yerinde olmak istermiş. "Düşün, o sütun gibi bacaklarla sırtında!" Her şeye razı. "Dünyanın öbür ucuna taşımayan namussuz." Değil sırtına binmek, yakınından geçti mi insanın cıvataları laçka oluyormuş! Ahırda dertleşiyor; "Ah Sarı Kız! Dilin olsa da benden haber iletsen hanımına. 'Erkek Ali senin için deli oluyor' desen. Bana bir 'evet' desin, görsün bakalım kocasının çiftliği mi daha hoş, yoksa ben mi!" Şaka maka 'Leyla niyetine atı öpecekti'! Aklına geldiğinde sapıtıyor, ayıp değil a! Ama boş bir hayal bu. Yakışıklılığı da hava. Necmi Bey, milyonları ile satın almış bile genç kızı. Üzerine mıcır dökülüp yaralandığında çok mutluydu. Çünkü 'nekahet döneminde' iyiliksever Leyla, elini tutup 'Kerem ile Aslı'yı okuyor kendisine!

Kumarda elinde 'üç kız' vardı. Ama Yaşar Şener 'dört kız' diyor. Ali'nin aklından çıkmayan Leyla'yı da mı saydı acaba! [1962 Ses finalisti Gürel Ünlüsoy, 'Viva Zapata!'daki (1952) Marlon Brando'ya benziyor].

Baytar Suat Bey de Leyla'ya 'tav olanlardan'. 10 bin liralık eşsiz bir safkan beyaz at hediye eder. "Sütçü beygirlerine benzemez. İyi at çiftesinden belli olur." Aslında bir 'rüşvet' bu. Beraber olup Leyla'nın eşsiz güzelliğini seyretmek istiyormuş! Yeryüzünün en şahane atları verilse, en güzel övgüleri yapılsa gene de az gelirmiş. İltifat konusunda da cömertliği sınırsız baytarımızın! Leyla'yı, kocasının sevdiğinden bile daha çok seviyormuş. Konuşmalarında psikoloji, mantık, ne isterseniz var. "Tabiata karşı geleceğinizi mi sanıyorsunuz. Evlilik, nikâh cüzdanlarında kalan bir şey değildir." Ters yüz edilmesi kahvede gırgır konusu olur; "Leyla, Baytar'ı dehlemiş... Baytar boyunun ölçüsünü almış... Her kuşun eti yenmez." Yapamadığı şeyi Seyis Murat'ın başardığını anlayınca ufak bir kinayeden başka bir şey gelmez elinden. "Bilseydim size yakınlaşmak için at hediye edeceğime, adi bir seyis kılığına bürünürdüm." Yılbaşı gecesindeki 3-5 saniyelik dansla yetinmek zorunda kalır. Bu bile az şey değil.

Çiftlik müdürü Hasan en azılısı. Burma bıyık, cin gibi gözler. Leyla'yı Karadeniz dalgalarına benzeten Ali'yi "Ulan it! Ben bir çarparsam o zaman dalga neymiş görürsün"; Recep-Necdet Tosun, Yaşar Şener ve Haydar Karaer'i  "Nankör köpekler! Ekmeğini yediğiniz adamın karısı hakkında böyle konuşmaya utanmıyor musunuz" diye azarlamıştı. Ama O'nun durumu da farksız. Leyla'nın adını duyunca azıyor, elleri, damarları titriyor. Son derece korumacı(!) üstelik. Bir sahnede "Çiftlikten fazla uzaklaştınız, başınıza bir şey gelebilir" diyerek yardıma gelir. Dayanamayarak(!) kendisi saldırır! "Sen yalnız olamazsın. Bu güzellik, kötürüm bir adamın gölgesinde sönüp gidemez. Senin, benim gibi kuvvetli bir erkeğe ihtiyacın var."

Genç kızın çevresindeki yardımseverlerin(!) gerekçesi hep aynı; "Erkeğe ihtiyacın var". O 'kuvvetli erkek' de kendileri! Leyla, bu 'saldırıları' kocasına anlatmaz nedense.

Suat Bey'in hediyesi için "Bilmem neden, bu at korkutuyor beni. Garip bir his. Bu at yüzünden başımıza bir dert gelecekmiş gibi tuhaf bir his" demişti. Ama önce, gazeteye verdikleri ilanla yeni bir seyis gelir.

Garip, güçlü kuvvetli, hazırcevap biri. Ancak romanlarda olacak tiplerden. Hasan'a göre 'at çobanı, malın (bir başka sahnede 'itin') gözü'. Müdürü falan taktığı yok. Başka seyislere benzemiyor. Dik başlı. Dediğine göre 'anası at üstünde doğurmuş'. "Adım Murat. Attan ayrı olarak bütün çiftlik işlerinden anlarım. Sessizimdir. Yalnız huyum terstir. Az konuşur, son lafı baştan söylediğim için de pek sevilmem." İstemeyerek birini öldürmüş! Çiftliğe, polisin gözünden kaçmak için gelmiş! Şaka gibi söylediği bu sözlerin gerçek olduğunu öğreneceğiz sonradan. İnsanlarla değil atlarla 'gevezelik etmeyi' seviyor. Buna şaşıranları "Kişneyecek değilim herhalde" diyerek yanıtlamakta. Vahşilikte atlardan geri kalır yanı yok. Ahırda yatmayı yeğleyecek kadar insanlardan uzak. "Kişneme sesi, horultu dinlemekten daha iyidir."

Bütün vahşi mahlûkları, kadınlar dâhil, çabucak yola getirirmiş! Ayrıca atları kadınlara tercih ediyor! "Daha temiz, daha dürüsttürler." Dans ederken söylüyor bunları! Leyla da "Böyle düşündüğünüzü bilseydim kendim dans edeceğime bir at yollardım" diyecektir. Sevinmeyi unutmuş ve acınmaktan nefret eden biri. 'Özür dilenecek kadar mühim adam değilmiş'. Huyudur, her işini kendisi görür, her sözü bir vecize. Örneğin 'yılın eskisi ile yenisi arasında fark yokmuş seyisimiz için'. Yumruğu da sıkı. Kaşınan olunca gözü bir şeyi görmüyor, atıyor dayağı. Hasan'ı iki kez pataklamıştı. İlkinde 10 yumruk bir kafa; İkincisinde 14 yumruk, bir kafa. Yediği ise, toplam 3 yumruk. Hayatı hep talihsizliklerle geçmiş. Film iyi korunamadığı için çiftlik sahibinin kiraladığı 5 adam tarafından dövülmesini ve geçmişteki sırrın açıklanmasını izleyemiyoruz.utydtut

Soyadı 'Kıvanç' ve babasının adı 'Ahmet Rıfat'.

Murat gelmeden önce Necmi, iyi kötü idare ediyordu. 'Serveti karısının her isteğini yerine getirecek kadar çok ama sarılıp erkekçe ısıtamayacak kadar soğuk'. Evlilikleri batan bir gemi, Onlar da kazazede. Keşke milyonları yerine 'sağlam ayaklar üzerinde Leyla'ya yaklaşabileceği bir vücudu olsaydı'. Ah, o uğursuz tekerlekler. Derdini döktüğü tek arkadaşı Selim, 3-5 dostun yükünü çekiyor.

[Sir Malcolm, Clifford'un yazdığı öyküler için (sakatlığının sonuçlarını çağrıştıracak şekilde) "Öz namına bir şey yok" demişti]. Necmi çok daha zor durumda. 'Bir kadın için koltuktan, sandalyeden farksız'. Yönetmen, 'sakatlığı' yeterli bulmamış olacak ki buna Leyla ile arasındaki yaş ve sınıf farkını da eklemiş. Kitaptan farklı olarak Necmi yazar değil. Yine de Selim'e göre 'kelimeleri öyle ustalıkla kullanır ki, konuştuklarını kaleme alsa büyük bir romancı olurmuş'. Herkesin beğendiği bir romancı. Ancak böyle şeylerde gözü yok. "Benim 'herkesim' sensin Leyla. Büyük bir romancı olmaktansa büyük bir âşık olmayı tercih ederdim... Zaten kimsenin hayranlığı senin ufacık bir tebessümün kadar mesut edemez beni." Romanını yazan değil yaşayan bir insan. "Öyleyim, çünkü yaşadığım romanın kahramanı, edebiyatın gelmiş geçmiş bütün kadınlarından daha güzel." Vücudu ile olmasa bile böyle sözlerle sarhoş ediyor genç kızı.

[Clifford'a göre çiftlikteki işçilerle Neron'un esirleri arasında fark yok. Onlara 'eşya nazarıyla ve adeta mikroskop veya teleskoptan bakardı (sf. 17)']. Necmi de Leyla'ya 'uşak kızı' olmakla 'uşak ruhlu' olmanın farkını anlatıyor. "Önemli olan uşak kızı olmak değil uşak ruhlu olmak."

Karısı için söyledikleri; "Gerçi namuslu olmak her kadının asli bir vazifesidir. Ama Leyla'nın durumunda namuslu olmak büyük bir meziyettir. Güzel, sıhhatli, dinamik ama buna karşı kocası..."

Gururu her şeyin üstünde Necmi'nin. Acı çektiğini kimse görsün istemiyor. Elâlemin ağzı torba değil ki büzesin. Dedikodular ayyuka çıkınca seyisi kıskanmış. Dövdürür Murat'ı. "Herkese 'beyin' denen şeyin, yürüyen bacaklardan daha kuvvetli olduğunu ispat edeceğim" diyordu. Aslında bu lafların hepsi boş. Yaptığı şey, kuyruğu dik tutmaya çalışmak. Ah, bir yürüyebilse!

Necmi'nin debelendiği durumu, Lenin, 'Materyalizm ve Ampiryokritisizm'de (1908) (Sol Yayınları-Üçüncü Baskı-1993) (Çeviren Sevim Belli) özetlemiş; "Salt platonik aşkla döl verilemez (sf. 201)."

Aklında bile yoktu ama Murat'a haksızlık yapıldıkça Leyla'nın hisleri değişir. "Hepiniz o zavallıya taktınız. Siz saldırdıkça, benim de içimden, aksine O'nu korumak geliyor." Kocası ile (olmayan) ilişkisi bozulur! Bir zamanlar en güzel hisleri uyandıran Necmi gitti her kelimesinde bir iğne olan başkası geldi sanki. Necmi'nin yanıtı da aynı keskinlikte. "Yahut, vaktiyle her söylediğim tatlı geliyordu. Şimdi her halim rahatsız ediyor seni."

Murat kendisini dövdürenin kim olduğunu anlamış. "Genç bir kadının günün birinde milyonlardan daha kuvvetli, sapasağlam bir erkek arzulayacağını bildiği için" ancak Necmi olabilir bu. Kırılan gururunu ancak Leyla tamir edebilirmiş. "Siz de biliyorsunuz aramızda hiçbir şey yoktu. Kalplerimiz temizdi, masumdu. Öyle olduğu halde günahımızı aldılar... Ya kocanız ölür ya da 12'den sonra burada olursunuz."

Namusunu kaybetmesi kocasını kaybetmekten iyiymiş! Murat'ın olduğu gecenin sonrasında artık geri dönüş yok. Ayaklarına serilen serveti yine ayakları ile iter genç kız.

[Türkan Şoray, atlarla beraberken 'National Velvet'deki (1944) Elizabeth Taylor'dan daha güzel. Necmi ile beraberliği ('sakatlık' hariç) o dönemdeki özel yaşamı gibi. Enis Rıza Olcayto'ya "...O'na âşık olmadığım muhakkak. Şefkat, himaye ve olgunluk beni O'na bağlıyor" demişti. Kareli şalını 'Gözleri Ömre Bedel'den(1964) anımsıyoruz].

Çaresiz kalan Necmi kendini öldürür. (Kitapta intihar ve geçmişteki cinayet yok).

[Muzaffer Tema (Alan Ladd'e benziyor) 'Çığlık'tan (1949) sonraki 57. filminde artık 'olgun erkek' rolüyle seyirci karşısında. Selim rolündeki Feridun Çölgeçen'le ortak yönleri; İkisi de Hollywood'da çalışmış. Ülkü Erakalın'la ilk filmi. 4 yıl öncesine kadar Konservatuvar'da O'na flüt dersi verirken bu kez yönetmen-oyuncu olarak beraberler. 'Kader neleri değiştirmiyor ki'!].ghkdhkh

Leyla'nın babası Vahi Öz'ün keyfi yerinde. Tespih, saatli köstek, fötr şapka, yelekli ama kravatsız takım elbise. Kızını 'kraliçelerden bile daha üstün bir şekilde yaşataraktan mesut edecek bir koca bulduğu için iftihar ediyor'. Alt tarafı 'çiftlikte bir yanaşmayken, bilahare çiftlik sahibinin kayınpederliğine terfi etmek pek de kolay değil tabii'. Leyla'nın 'mavi tuvalet giydiği' yılbaşı eğlencesindeki nutku harikaydı; "Ben bu çiftliğe Necmi Bey'in pederinin zamanında duhul ettim. Şu kadar, parmak kadardı. Ta çocukluğundan bu yana çiftliğin her sene burada kutlanan balosunda eğlenerekten ve bilakis gayet de mesut ve kıymetkâr saatler geçirerekten bu yaşa geldiğimden Necmi Bey'e vicdani teşekkürü boynuma borç bilirim."

Leyla'nın filmde olmayan annesinin adını öğrenebiliyoruz; Hatice. Önemli bir roldeki babasının adı ise yok.

Hasan'ın akıl hocası, (filmde adı söylenmeyen) Danyal Topatan'ın ilginç fikirleri var. "Yeryüzünde tek kıyak dalga vardır, o da sarhoş olmak." Meyhaneciden içli, dokunaklı bir plak koymasını isteyen' müşteriye "İstemez be! Zaten içlene içlene içli köfteye dönmüşüz" diyor. Yağmurda sırılsıklam ıslanan arkadaşını sıpaya benzetmişti. Leyla'nın nefreti de 'seven kadın nefret eder'miş. Murat ile ilişkisine soğukkanlı yaklaşıyor; "Bırak kaynaşsınlar. Hele bir mercimek pişsin. Yakala suçüstü. Dikilirsin hanımın karşısına. 'Âleme şapır şupur, bize yarabbi şükür mü' dersin." Hasan da Leyla'ya "Bir veya iki ne fark eder" diye anlatıyor arzusunu. Elde edemeyince artık tek amacı Murat'ın ayağına karpuz koymak. "Şu atın nallarını öp. Kovulmaktan kurtuldun" diyor.

Filmin sonuna doğru "Aklını başına devşir. Milyonlar senin, bu çiftlik senin. Bunlar bırakılır mı" demişti Vahi Öz. Leyla, mirası O'na ve çiftlikte çalışanlara bırakıp Murat'la gider. "Hak etmediğim şeyi alamam baba. Kısmet bu kadarmış. Üzülme, fakir de mutlu olur." Hasan'a göre ise; "Çılgınlık ediyorsun. Bu serveti geçici bir aşk uğruna bırakamazsın."

İstanbul'daki nikâhta Murat imza atacakken polis gelir. Uzun zamandan beri peşindeymişler zaten. Evlenemediği karısına veda eder. "Kaç kere söylemek istedim. Hatırlarsan çiftliğe ilk geldiğim de de 'katilim' demiştim. Kazayla birini öldürdüm. Mahkeme dikkate alır bunu elbet. Sen çiftliğe dön ve beni bekle." 'Son' yazarken gözyaşları içinde sokaklarda koşuyordu genç kız.

'Kader Kapıyı Çaldı'daki (1964) melodiler.

'Concierto de Aranjuez: II. Adagio' (1939) (Joaquin Rodrigo) Jenerik dâhil 22 sahnede.

'Recuerdas de la Alhambra' (1896) (Francisco Tárrega) 3 sahnede (Necmi, Leyla'ya "Üşüyeceksin, şöminenin yanına git" derken; Hasan, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında ağlarken; Leyla ve Murat, samanlıkta öpüşürken).

'Capricho Árabe' (1889) (Francisco Tarrega) 8 sahnede (Selim "Benim tanıdığım Necmi korku nedir bilmez" derken; Leyla "Ama Ali akıllı çocuktur. Yapmaz öyle şey. Değil mi" dedikten sonra; Sofrada, Leyla, Necmi ve Selim, Murat hakkında konuşurken; Kocasına "Sen bilirsin! Atımı düşünmüyorsan, kovabilirsin Murat'ı" derken; Necmi, at gezisinden dönen Leyla ve Murat'ı seyrederken. Murat, at ile 'sohbeti' sırasında "Hatalı bir iş yapıyoruz galiba yavrum. Neyse, Allah sonunu hayretsin" derken; Necmi, Leyla'ya "Demek artık korkutmaya başladım seni" derken; Karısı ve Murat için yazılan 'bir dost' mektubunu okuduktan sonra).

David Carroll'un 'Percussion in Hi-Fi' albümündeki (1957) 'Controversy' (Mike Simpson) 4 sahnede (Şömine önünde uyuyan Leyla, kâbus görürken; Murat'ın seyislik görüşmesi sonunda; Hasan, Leyla'ya "Geceleri ahırdan bir emriniz olursa bana bildirin" derken; Leyla, Necmi'ye silah doğrulttuğunda). 'The Pyrenees' (Bobby Christian) Leyla, rüyasında evlendikleri geceyi görürken. Necmi "Bu gelinliği sadece benim için giy. Bundan sonra senin erkeğin benim" derken.

'Déserts (1st Episode)' (1950/54) (Edgar Varése) Leyla, gece saat 12'de, Murat'ın yanına gelirken.

"Bana ne oldu ben bilemem//Eski halimi hiç göremem" Hasan ve Vahi Öz'ün söyledikleri meyhane şarkısı.

Şaşırtıcı bir şekilde, sonradan, 3 sahneye, filmin yapısını tamamen bozan 'Kaderimin Oyunu' (1971) (Orhan Gencebay) eklenmiş. (Murat ve Leyla at gezisindeyken; İstanbul'a gitmek üzere çiftliği terk ederlerken; Filmin sonunda sözlü olarak). Belki de bu değişiklikle 70'lerde tekrar gösterime sokuldu.

Leyla'yı Adalet Cimcoz; Murat'ı Toron Karacaoğlu; Necmi'yi ve "Duydun mu, Leyla Hanım baytarı dehlemiş. Her kuşun eti yenmez" diyen kasabalıyı Abdurrahman Palay; Ali'yi Fuat İşhan; Hasan'ı Sadettin Erbil; Leyla'nın babasını ve "Leyla Hanım'a da asılan asılana" diyen kahve müşterisini Rıza Tüzün seslendirmiş.

Dış çekimlerin yapıldığı Bakırköy, Veliefendi Koşu Yeri'ndeki Simsaroğlu Harası o yıllarda çok önemliydi. Telefonları 71 65 98-73 81 13 ve sahibi Fehmi Simsaroğlu. Dünya binicilik şampiyonu Nail Gönenli burada antrenman yaparmış. 1969'daki ölümünden sonra safkan İngiliz atı Baküs kaderine terk edilir. Şampiyonken her gün çift tımar gören, havuç ve şekerle beslenirken 70'lerde bir at arabasının önündeydi. Ergin Konuksever'in haberine göre 'alkışların yerini etraftaki arabaların korna sesleri almış'. Bir semtten öbürüne gidip geliyor. [Suat'ın hediye ettiği beyaz atı 'Yılların Ardından'da (1964) görmüştük].

Leyla-Türkan Şoray; Murat-Ekrem Bora; Necmi-Muzaffer Tema; Bahçıvan Ali-Gürel Ünlüsoy; Selim-Feridun Çölgeçen; Recep-Necdet Tosun; Çiftlik çalışanları Yaşar Şener, Haydar Karaer ve Nizam Ergüden; Hasan-Hüseyin Baradan ve 'danışmanı' Danyal Topatan; Leyla'nın babası-Vahi Öz; Baytar Suat-Salih Karadeniz; Kasabalı-Erdoğan Seren; Murat'ın teyzesi Mahmure Handan; Simsaroğlu Harası; Hafize Hanım'ın Yeniköy'deki köşkü; Karlı İstanbul çok güzeldi.

Leyla; "...Terk ettiğim çiftlikten, paradan puldan, bütün dünyadan daha kıymetli bir şey buldum; Seni! Sen bana yetersin Murat." Ancak kaderi değişmiyor. Filmin başında, kocasının sakatlığı; Sonda, sevdiğinin hapse girmesi nedeniyle 'erkeksiz'. Çiftlikteki Hasan, Ali ve diğerleri tekrar ümitlenmiştir!

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)