Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Zaten mesut olmak için saadetin ne olduğunu düşünmeye mecbur olmamak kâfi." Feridun'a söylüyor bunları. Nejat'a da "Sana, 'seni seviyorum' demeye mecbur etme beni" demişti. 'Love Story'deki (1970) çarpıcı "Love means never having to say you're sorry"nin benzerlerini Nejat Saydam ve Özdemir Birsel'in senaryosu, yıllarca önce kullanmış. 'Bülbül Yuvası', kitap olarak da çarpıcı. 5. sayfada "Eskiden büyük bir itina ve çok para sarf edilerek yapılmış olan bu ev, şimdi, yıkılmaya yüz tutmuştu" yazılı. 'Para' yerine 'emek' dense sanki ülkemiz anlatılıyor!
Aynı isimli romanın (Muazzez Tahsin Berkand) (Birinci basım-1943) (İkinci basım-1944-İnkılâp Kitabevi) ilk ve siyah beyaz uyarlaması. Yazar için 'nakleden', eser için 'adapte' yazılı. 1961 sonbaharında çekilen filmin ilk gösterimi 02 Ocak 1962, Salı günü (Beyoğlu) Şan, (Kurtuluş) Yeni Atlas suarelerinde. 03 Ocak 1962, Çarşamba günü ise (Beyoğlu) Lüks, (Beşiktaş) Yıldız, (Aksaray) Bulvar, (Çarşıkapı) Şık, (Üsküdar) Sunar, (Kadıköy) Yurt, (Kasımpaşa) Zafer, (Eyüp) Melek, (Balat) Milli, (Maltepe) Çeliktaş, (Paşabahçe) Yeni sinemalarında.
"Birsel Film 'Küçük Hanımefendi'den sonra sinemaseverlere yılbaşı hediyesi olarak bugüne kadar yaptığı en büyük filmini sunar" diye gazetelere ilan verilmiş. 'Masal mantığı ile yazılmış bir senaryo, salon melodramı'. Yabancı bir romandan 'uyarlama'. Fransız şatolarında yaşayan, yeni değer hükümlerine ve yeni fikirlere karşı duran muhafazakâr bir sınıfın fosilleşmiş dünyası. Türk toplumunun hiçbir katında böyle insanlar olmasa da zevkle izleniyor. Sezai Solelli, 'Lüks Koltuktaki Adam' köşesinde Kenan Pars, Altan Erbulak ve Birsen Kaplangı'yı başarılı bulduğunu yazmış. 'İngiliz-Fransız şato uşağı rolündeki' Sadettin Erbil'i de övüyor. "Bu sezon kendisinin kötü bir rolüne rastlamadık." Ayrıca Sohban Koloğlu'nun platosunda yapılan dekorları gerçeğe uygun bulmuş.
Film, bir sonbahar günü, Nerime ve annesinin İstanbul'a gelişi ile başlar. 12-13 yaşında bir çocuk. "Birkaç gün evveline kadar İzmir'de fakir bir evin tavan arasında yaşıyorduk. Annem (filmde adı yok, romanda 'Hatice') hastaydı. Yapayalnızdık. Bize yardım edecek kimse yoktu." Bir hayal şehri olan İstanbul'da, zengin ve mağrur akrabalarının yanında sığıntı gibi yaşayacaklar. Babasının ölümünden sonra sattıkları eşyalar (kitapta '50 liralık masa') ancak borçlarına ve birkaç parça çamaşıra yetmiş. Bir de elbiselerine. "Zavallı kaderimizin bize oynadığı acıyla küçük benliğimde sızlayan bir yara vardı." Artık her şeye, başka bir âlemden, efkârlı ve karanlık gözlerle bakıyor. Uşak-Sadettin Erbil alt kattaki bir (romanda 'üst kattaki iki') odaya yerleştirir Onları. Yüreklerinde tuhaf bir heyecan, korku. Kocaman konak, karanlık sofalar, tenha odalar. "Şimdiden içimi sıkmaya başladı." Galiba burada, geride bıraktıkları fakir odalarından daha fazla üşüyecekler! Oysa ıstırap dolu o günleri 'hasretle yâd etmeyeceklerini' düşünmüşlerdi. Konağın ihtişamıyla şaşkın haldeler. Akrabaların yanında düşkünler gibi kalmayacaklar mı? Nerime her şeyin farkında. "Kendimizi böyle küçük görmeyelim. Bizim fakirliğimizden Onlar utansın. Süheyla Yengeler, büyük dedem yüzünden zengin olmuşlar." Annesinin korkusu ise başka; "Doğru yavrum ama susmalıyız. Evlerine yerleştiğimiz gün, mallarında gözümüz var zannetmesinler." Konağın dikiş-çamaşır işi verilir yaşlı kadına. Hizmetçilerin hali malum(!), Onların temizliğine güvenemiyormuş büyükhanım. Hatice zaten hastaydı, yataktan kalkamadığı bir gün "Kimseye bedava ekmek yok. Hadi bakalım bu kadar yatmak kâfi" diye bağırıyor Süheyla Hanım.
Ispartalı ailesinin mal paylaşımında bizimkilere haksızlık yapılmış biraz. Bu konu senaryoda kurcalanmıyor.
"Seneler birbirine benzeyerek geçti. Annemin hastalığı biraz daha arttı. Süheyla Hanım ve oğlunun bize yukardan bakması eksilmedi. Ve biz, garip odamızda yüzlerce, binlerce ıstırap dolu saat geçirdik. Karanlık ve yalnız gecelerde birbirimize sarılarak soğuğa karşı gelmeye çalıştık." Şimdi 19 yaşında.
Feridun'la amca çocuğu oluyorlar. Babasının (romanda Eşref) ölümünden sonra 'Arı Bisküi-Radyolin' (romanda 'Dokuma') Fabrikası delikanlıya kalmış. Çok genç, çevresine korku salan biri. Sert, müstebit, mağrur. Şoförünün kullandığı 'H. 42 270' plakalı 'Chevrolet'deki hali görülmeye değer.
Azamet ve zalimliği ile herkesi titreten Süheyla Hanım bile oğlunun karşısında sesini çıkaramazmış. Ölmüş kız kardeşinin kızı Nesrin de Onlarla beraber kalıyor. Feridun'la evlendirmeyi planlıyordu.
Evde her şey kurallı, saatli. Akşam yemeği 7 buçukta. Daha ilk gün üstüne basa basa belirtilmişti uşak tarafından. Geç kalana yemek yok! Nejat'a göre burası 'Kâbus Şatosu'. "Bu konakta yaşamaktansa diri diri, soğuk bir mağaraya veya havasız ışıksız bir zindana atılmayı tercih ederim."
Delikanlı ailesi ile köşk bahçesinin bir köşesindeki köhne Bülbül Yuvası'nda kalıyor. Tek kusurları vaziyetlerinin bozuk olması. Merhametli(!) Feridun, orada oturmalarına müsaade etmiş, eksik olmasın! Dahası lütfedip kullanmadıkları bazı eşyaları bile göndermiş zavallılara! Annesi Nuriye Hanım ile Süheyla Hanım teyze çocukları. (Nerime "Desenize akrabanın akrabası oluyoruz" diyecektir). Buradakiler hayırlı bir iş yapsalar bari! Hepsi 'çalgıcı olmak hevesinde'. Nejat, gitar ve keman; Bülbül Yuvası'nın baş tacı, kraliçesi Nuriye Hanım, piyano; Çocuklar kraliçesi Zerrin, ağız melodikası; Nişanlısı Romeo Osman (romanda yok), klarnet; Dünya müziğinin mandolinciler Beethoven'i Ayşe de (namıyla 'müsemma') mandolin çalıyor. Süheyla Hanım'a göre "Hepsi kuş beyinli, havai, müsrif, boş gezen takımı, işe yaramaz kimseler". Sabah akşam çalıp oynuyorlarmış! "Akıllı fikirli bir iş yaptıkları yok." Nerime'ye, bahçede dolaşmasına 'korunun öbür yanında oturan o akraba kırıntılarının yanına geçmemek şartı ile' izin verilir.
Nejat, Bülbül Yuvası için "Yağmur yağar, üzerimize damlar; Kar yağar, iliklerimize işler. Buna rağmen biz mesuduz" diyor. Bir odada keman çalarken, Osman da şemsiye tutuyordu ıslanmasın diye! Nerime'ye söyledikleri hafif alaycı; "Maalesef oturduğunuz evde müzikle meşgul olmak kabil değildir. Sakın Onların yanında şarkı söyleyim demeyin. Hanımefendi yalnız müzikten nefret etmekle kalmaz çalgı çalmayı ve şarkı söylemeyi insanlar için lüzumsuz, hatta zararlı sayar." Ancak bunda biraz haksızlık var! Çünkü Feridunların köşkü, keman vs. çalan biblo ve heykel dolu!
Kâbus Şatosu'nun kraliçesi diye takılıyor genç kıza, Nejat! Kendisi de, ağaçta keman çaldığı için 'Aydan Gelen Kemancı'! Tüm aile ise '40 Haramiler'!
Annesi öldükten sonra bir okula yatılı gönderilir genç kız. [Senaryonun burasında küçük bir hata var. Feridun "Yarın hareket ediyorsunuz"; Nerime de "Feridun Bey'in konuşmasından '2 gün' sonra beni Ankara'da bir yatılı okula (romanda İstanbul-Kandilli Lisesi) gönderdiler" diyor].
İnsan bazen sevdiklerinden uzaklaşır. Ama hatıralar kolay ölmez. Üstü kor ateşi gibi kül tutar. Orada seneler ('4') birbirini kovalayarak geçmiş. "Yatılı okul gecelerinin garipliğini, derslerime çalışmanın mutluluğu içinde unutuyordum. Yaz tatillerinde bile okulda kaldım."
Bir sonbaharın aldığını bir başka sonbahar, erguvan renkli bir rüzgâr geri getirir. Mezuniyet sonrası fabrikada muhasebeci Cemil Bey'in yardımcısı olarak çalışmaya başlıyor. Hesabı oldukça kuvvetli çünkü. Vicdanı da öyle. Bir müddet sonra tekaüt edilen yaşlı adamın çalıştığı zamanlardaki maaşı almasını sağlar.
Aklında hep Nejat var. Birbirlerine uzakken her mevsim sonbahar hüznündeydi. Şimdi beraberle. Bahçe, ebedi yazına kavuşmuş. "İlk mana taşıyan genç kızlık rüyamda seni gördüm. Senle bulunmaktan hoşlanıyorum. Sana bakarken yüksek bir yerden aşağıya bakar gibi oluyorum." Baş dönmesi gibi bir şey. Müziği şaşırtıyor, ışığı çekiyor. "Büyük dostluların her an kolaylıkla kurulabileceğini mi zannediyorsun Nejat?"
Feridun, artık 35'ine (romanda '30'una) yaklaşmış. Annesine göre tam da izdivaç hakkında düşünme zamanı. Yeğeni ile bir evlendirebilse! Oysa oğlunun aklından geçecek kızların en sonuncusuydu Nesrin. Nerime'yi istiyor Feridun. Ama 'bir kere kırlangıç görüp gene bahar geldi sanmamalı'. Çünkü işsiz, güçsüz, gayesiz Nejat'ın daha önce tesir ettiğini anlamış. Para vererek bundan kurtulacağını düşünüyordu. 10'dan başlayıp 100 bin liraya kadar çıkar. "Ne tuhaf! Bir de size cimri derler" diye dalgasını geçiyor diğeri. Sonrasında o meşhur "Saadet parayla satın alınmaz" ve "Parasız da saadet olmaz" söylemleri var. İşadamının "Aklın varsa bu parayla kendine bir iş kur. Namusunla çalış" önerisi, hiç beklemediği "Bana namussuzluk yoluyla kazandırdığın parayı sonra da namus yoluyla arttırmam mı teklif ediyorsunuz" itirazı (delikanlı, 'sen' diye başlayıp 'siz' ile bitirmiş) ve çekin yırtılması ile sonuçlanır. "İnsanlar ne kadar alçalabiliyorlarmış meğer."
Büyük konuşmamak lazım. 'Boşa kürek sallamak' Nejat'ınki. "Eninde sonun da bir büyük kuş çıkar, bülbülün elindekini alır. Bülbül ne kadar ağlarsa ağlasın büyük kuşun kanatları kuvvetli. Büyük kuş zengin. Bülbül küçük, bülbül fakir. Namelerinden başka serveti yok." Ayşe'nin 'mavi hastalık'a yakalanması durumu değiştiriyor. İki ameliyat gerekliymiş. Üstelik ancak Londra'da olabilirmiş! Tüm bu masrafların karşılığında Feridun ile evlenmeyi kabul eder Nerime. "Ee, dünya hali bu! Ezeli ve ebedi hayat kaidesi!"
Tedavi başarılı olmuş. Nerime ve Nejat'ın kavuşmaları yine Ayşe sayesinde. Sıkı bir konuşma ile işadamını ikna ediyor. 'Damat' sandalyesinden, 'şahit' sandalyesine geçer Feridun. Büyük kuş partiyi kaybetti! Hiç olmazsa filmde!
Kitap biraz farklı. Hele sonu! Zerrin'in nişanlısı Osman; 'Mavi Hastalık'; Para teklifi; Nejat'la evlilik yok. Hep olduğu gibi "Money talks".
Beşiktaş'ın Ihlamur'a yakın tenha sokaklarından birinde soğuk ve yağışlı bir mart günü başlıyor roman. Hatice Hanım, yüksek bir maliye memurunun dul zevcesi. 4-5 yıl süren saadet yıllarından sonra eşi rahmetli olmuş. 12-13 yaşlarındaki kızı Nerime ile yalnız ve çaresiz şimdi. Üstelik zavallı kadın çok hasta. 'Bir defa talihsizlik kapıyı çalınca onun menhus elinden kurtulmak (sf. 5) o kadar zor ki'. Bir müddet mağazalara elişi satıp geçindikten sonra kocasının zengin amcazadesinden yardım ister (sf. 8). Feridun, ana kızı İzmir'e (filmde İstanbul'a) aldırıyor. Bayraklı'daki köşklerine.
Nerime, annesinin Nerisi, Nerimi, o zaman, 12-13 yaşlarında. Altın suyu ile yıkanmış, yaldızlı sarı saçlar, kadifeye benzeyen iri, mahur gözler. Eskiden piyano çalıyormuş.
'Asık suratlı Uşak' Selim, Onları üst (filmde 'alt') kattaki odalarına götürür. Soba ve mangal hak getire. 'Karanlık sofalar, tenha odalar'. İşte, sığındıkları köşk böyle bir yer. "Galiba burada bizim fakir odamızdan daha çok üşüyeceğiz."
Zaten rahatsızdı annesi. Doktor Vahi Öz'ün yaptığı 'teskin edici iğne' de bir işe yaramaz. Yaşlı kadının ölünce İstanbul-Kandilli Lisesine yatılı gönderilir Nerime (oysa Süheyla Hanım, bir terzinin veya şapkacının yanına verilmesini istiyordu). 4 sene sonra (bu sürede sadece iki kez ziyaret etmiş aileyi) Feridun'un fabrikasında çalışmaya başlar. Muhasebeci Cemil Bey'e yardımcı.
23 yaşındaki Feridun, soğuk bir şekilde müteazzım, azametli! Maiyetindekilere karşı acımasız. Avrupa'daki 'grevlere şiddetle karşı'. Bizde böyle bir şey olsa fabrikanın kapılarını büsbütün kapatır ve hiçbir kuvvet tekrar açmaya mecbur edemezmiş. Annesi Süheyla'da 'kraliçe gururu'. Aile büyükleri Hacı Osman Ağa, Isparta'dan 'mütevazı' bir sermaye ile gelmiş İzmir'e. Küçük bir halı imalathanesinden, 10 sene içinde dokuma fabrikasına. Servetleri herkesin dilinde. Üç oğlu var. Eşref, işi devam ettirirken diğer iki kardeş hisselerini alarak İstanbul'a gitmişler. O'nun ölümünden sonra Feridun yönetimi ele alır. Azamet ve zalimliği ile herkesi titreten Süheyla Hanım bile oğlunun karşısında sesini çıkaramazmış. Ölmüş kız kardeşinin kızı Nesrin de Onlarla beraber. Kahramanımızla aynı yaşta. Huyu gibi kendi de soğuk. Kayış gibi saçlar, çilli yüz, çipil gözler. 'Bastığı yeri öpecek kadar seviyormuş' delikanlıyı. Oğluyla evlendirmeyi planlıyordu hanımefendi. Feridun "Bir defa ben, yakın akraba çocukları arasındaki izdivaçlara muhalifim (sf. 115)" diye karşı çıkar. Ama yine yakın akraba olan Nerime ile evlenmekte bir sakınca görmeyecektir!
Bahçenin uzak bir köşesinde 'Bülbül Yuvası' var. Amcalardan biri, çok sevdiği gözdesi için yaptırmış. 'Arap mimarisi tarzında oymalı, sedef kakmalı ve haricen olduğu gibi dâhilen de fevkalade süslü'. Burada Reşatlar olarak bilinen aile kalıyor. Daha doğrusu Feridun izin vermiş sağ olsun! Babasının (filmde annesinin) akrabaları ne de olsa! Süheyla Hanım'a göre 'kuş beyinli, havai, müsrif, intizamsız kişiler'. Çalgıdan başka bir şey bildikleri yok. Oğlunun yerinde olsa 'ciddi bir hayat sürmeyen ve sabahtan akşama kadar piyano ile dan-dan, kemanla gıy-gıy eden bu acayip insanları kapı dışarı edermiş hemen. "Varsın şarkılarını başka yerlerde söylesinler."
Nejat'ın annesi Nuriye Hanım'ın kaderi Hatice Hanım'dan farklı değil. Hiç beklemediği bir zamanda 5 (filmde '3') çocukla ortada kalmış. Beş parasız buraya sığınmışlar. Nejat, 20 yaşında, piyano; Zerrin, 15 yaşında, alaturka keman; Fahriye, 13 yaşında, piyano çalıyor. 9 yaşındaki Ferit ve 6 yaşındaki Şevket şimdilik müzikten uzak. Nejat şarkı da söylüyor. Paraca çok sıkıntıda oldukları halde kendilerini üzüntüye kaptırmıyor, zevk ve sefa içinde vakit geçiriyorlar. Bu evde intizam ve idare yok. Herkes kendi havasında. "Ne Feridun Bey kadar hasis, ne de Bülbül Yuvası'ndakiler kadar müsrif olmalı. İkisinin ortasını bulmak lazım" diyecektir Nerime.
Nejat da mağrur ve alıngan bir kızın o azametli insanların içinde yaşamasının çok güç olduğunu düşünüyordu. 'Kendisine bile kâfi gelmeyecek kadar para kazanırken' genç kızla evlenmek ister. Sonradan İstanbul'da musiki meraklısı bir ailenin kızına ilgi duyacak ve hususi piyano dersleri verecektir. Zerrin "Muhterem ağabeyim pek çabuk tesellisini buldu" diyor. Neri'nin hayatında bir düğüm gibi kalan bu vicdan azabı da böylece tamamen silinir gider.
Süheyla, Meliha ve dedikoducu Semiha Hanım'ın çabalarına karşın Nerime ve Feridun, bin bir gece masallarına benzer bir ihtişamla evlenirler. Ertesi yıl sonra gelen bebek de kayınvalide ile aradaki tatsızlığı giderecektir.
'Bülbül Yuvası'ndaki melodiler.
'Bülbül Yuvası' (Enstrümantal) (Metin Bükey) 7 sahnede (Jeneriğin ikinci dakikasından itibaren; İlk gün akşam yemeği sofraya gelirken; Nerime, Bülbül Yuvası'na ilk kez giderken; Yatağında düşünürken ve pencereden dışarı bakarken; Tanışma 'konserinde'; Birkaç sahne sonra Feridun'a çalarken; Filmin sonunda).
'The Bridge on the River Kwai'deki (1957) 'The Colonel Bogey March' (1914) (F. J. Rickets) Nerime, Ayşe'nin yaş gününe davet edilirken.
Rus folklor şarkısı 'Dorogoi Dlinnoyu (By the Long Road)' (1925) (Boris Fomin) Yıllar sonra Nerime ve Nejat karşılaşınca.
'Saba Makamında Keman Taksimi' Annesinin mezarı başında.
'Si minör 6 Numaralı Senfoni, Op.74, 'Pathétique': I. Adagio-Allegro non troppo'nun (1893) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) '(This is) The Story of a Starry Night' (1940) (Glenn Miller / Mann Curtis / Al Hofmann / Jerry Livingstone) Trenle gittiği Ankara'daki günlerini anlatırken.
'Wiener Blut Waltz' (1873) (Johann Strauss II) Nejat "Bu gece gün doğana kadar senin için çalacağım. Yalnız senin için" dedikten sonra.
"Yes Sir, That's My Baby" (1925) (Walter Donaldson / GusKahn) 2 sahnede Sadettin Erbil, Nerime ve annesini odalarına götürdükten sonra; Nejat'ın mektubunu tepsi ile Nerime'ye verirken.
'Golden Earrings' (1947) (Victor Young) 2 sahnede (Nejat "Erken gittiğin için çok üzüldüm. Annenin sıhhat haberini acaba nasıl alabiliriz" derken; Nerime, pavyonda "Dünyanın, görünüşteki parlak çiçeklerine rağmen kalplere zehir akıtan bir yer olduğunu düşünüyorum" derken).
"Rock This Joint (We're Gonna Rock This Joint)" (1949) (Harry Crafton) Bülbül yuvasındaki ikinci melodi. Nejat gitar çalıyor, Zerrin ve Osman dans ediyor.
Ralph Flanagan and His Orchestra'nın 'Dance Parade Vol. 2' albümündeki (Eylül, 1950) 'Singing Winds' (Ralph Flanagan / Herb Hendler) Nerime ve Feridun gazinodayken ilk melodi. 'La Vie En Rose' (1946) (Louis Guglielmi / Edith Piaf) Ayşe ve annesi Londra'dan KLM ile dönerken.
'Düğün Marşı' (1842) (Felix Mendelssohn) Sondaki nikâhta.
'Bülbül Yuvası'nı, 1970'deki ikinci çevrimde Ülkü Aker'in yazdığı sözlerle dinleyeceğiz; "Sen gelince çiçekler açacak// Sen gelince güneşler doğacak//Bülbül yuvası, güllerin rüyası, sevenlerin dünyası//Bülbül yuvası, güllerin dünyası, sevenlerin dünyası//**//Sensiz bomboş bülbül yuvası//Sen aşkımın büyük hatırası//Bülbül yuvası, güllerin rüyası, sevenlerin dünyası//Bülbül yuvası, güllerin dünyası, sevenlerin dünyası."
'Pathétique Senfoni'nin sözlü iki uyarlaması daha var.
Tony Williams-Platters'den 'Where' (1959); "Where is the heaven that we hoped would be?//Where is the gladness my heart came to see?//Where is the rapture we can't recapture?//Where is the future your love promised to me?//Where is the promise of the joy we knew?//Where are you, princess, are you crying too?//Why has it ended, was love pretended?//Where is the splendid world I shared with you?//Where are you? Where are you?//Why, oh, why they all now have died?//Where are you, darling, are you crying too?"
Steve Lawrence'dan 'In Time' (1961); "Don't say you're sorry//It had to be//Go on your way love//Don't pity me//**//I heard you say//That I'll forget in time//I may forget//But will this heart of mine//**//Time can't erase, dear//Your warm embrace, dear//I know I love you//'Till the end of time//**//How can the lips//That filled me with desire//Say love is gone//When I stil feel the fire//**//Though you are gone, dear//Love lingers, dear//I know so well//I won't forget in time//**//I'm just a fool//Who loves you all the time//And as you go//Please don't forget that I'm//Yours forever//You knowI'll never//Stop loving you//Until the end//Of time."
'Golden Earrings'i Alpay, kendi yazdığı sözlerle ve Yalçın Ateş 6'lısı eşliğinde plak yapmıştı: 'Bir Tutam Saç' (1969).
'DorogoiDlinnoyu', yıllar sonra (1968) 'Those Were the Days' adıyla fırtınalar koparacaktır. Rauf Tözüm melodinin önemini Gene Raskin'den çok daha önce keşfetmiş. Türkçe olarak Ömür Göksel (1968) ('Sen Kadehlerdesin') (Sözler Ömür Göksel) (Ferdy Klein Orkestrası); Ay-Feri (1968) ('Yalan Dünya') (Sözler Edvart Saatçi) (Yalçın Ateş 6'lısı); Semiramis Pekkan ('Bu Ne Biçim Hayat') (Sözler Fecri Ebcioğlu) (Yalçın Ateş 6'lısı); Erol Büyükburç (1968) ('Bu Ne Yalan Dünya') (Sözler Turhan Oğuzbaş); Fecri Ebcioğlu (1968) ('Bu Ne Biçim Hayat') (Fecri Ebcioğlu); Gönül Turgut (1969) ('Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak') (Sözler Ülkü Aker) (Yalçın Ateş 6'lısı); Zümrüt (1969) ('Bir zamanlar') (Sözler Aykut Sporel) (Orhan Borar Orkestrası) söylemişlerdi.
Kurtuluş Savaşımızın Ankara'sı nedense Yeşilçam'da hak ettiği önemi bulamamış. Nerime, 4 senesini burada geçirmesine karşın başkentle ilgili bir kare bile yok filmde. Feridun "Müdür, aile dostumuz olduğu için bana devamlı olarak malumat veriyordu" diyor. Oysa romanda Ispartalı ailesi 'bir defa olsun mektep müdürüne müracaat edip Nerime hakkında malumat almak arzusunu izhar etmemiş (sf. 45)'.
'Kemanla Saba Makamında Taksim'. İstanbul'a döndüğünde annesinin mezarına gider; "Bak sana en sevdiğin menekşelerden getirdim." Kitapta (sf. 150) menekşe, kendisinin en sevdiği çiçek. 'Mezarcı' Selahi İçsel'e göre 'ne talihli mevta'. Genç kız Ankara'dayken ziyaretçi eksik olmamış. "İrili ufaklı bir sürü insan. Bir keresinde sarı saçlı, uzun boylu bir genç başucunda keman çaldı. Öyle hazin bir parçaydı ki 40 senelik mezarcıyım benim bile gözlerimden yaşlar boşandı." Mezarını da Onlar yaptırmış. 'İrili ufaklı bir sürü insan'. Bülbül Yuvası'ndakiler bundan daha iyi tanımlanmazdı. Ayrıca rahmetli için 'talihli mevta' demesi tüyler ürpertici. 'Talihli mevta'(!).
Feridun'un 'H. 42 270' plakalı arabasını 'Gönül Avcısı' (1962) ve 'Daima Kalbimdesin'den (1962) anımsıyoruz. Belgin Doruk'un, pavyon sahnesindeki beyaz kürk şal ve kolyesi de 'Tatlı Günah'daki (1961) kavgalı gazinoda üzerindeydi.
50'li yıllarda Tarabya'da 'Bülbül Yuvası' namıyla şöhret yapmış bir semt var. Bülbül sesi dinlemek isteyenlerin rağbet ettiği bir yer. Kafese alışması için üç ay bir örtü ile tamamen kapalı kalmasını ve örtünün azar azar yükseltilmesini öneriyor seranofiller. Çevreye alışamayan kuşlar, yakalandıkları yerlere götürülmeli veya bülbül olduğu bilinen bir koruluğa bırakılmalıymış.
60'larda Kayseri'deki bir lokanta, turistlere kolaylık olsun diye bülbül yuvası tatlısını İngilizceleştirmiş; 'Home of Nightingale'!
'Fasulye sırığı' Uşak Selim'in ağzında hep "Affınıza mağruren Hanımefendi... Nasıl tensip buyrulursa hanımefendi hazretleri" gibi sözler. İzmir'den gelen misafirler için akşam yemeğini biraz erken servis yapınca Süheyla tarafından uyarılır; "Senin gibi bir uşak, Feridun Bey gelmeden servis yapılmayacağını nasıl unutur Selim?" Çay servisleri de hep oturanın solundan! 'Soğuk Savaş' karabasanı arttıkça 'soldan servis' yerini 'sağdan servis'e bırakacaktır!
Nerime-Belgin Doruk; Nejat-Göksel Arsoy; Feridun-Kenan Pars; Uşak Selim-Sadettin Erbil; Zerrin-Birsen Kaplangı ve 'Vişne Reçeli Tarifnamesi'; Nerime'nin annesi-Şaziye Moral; Süheyla-Lebibe Çakın; 'Şayanı hörmet bir kadın' Nuriye-Nezihe Güler; Muhasebeci Cemil-Fadıl Garan; Fabrika görevlisi-Yaşar Şener; Doktor-Vahi Öz; '40Yıllık Mezarcı'-Selahi İçsel; On parmağında on marifet Osman-Altan Erbulak; Köşk; Bülbül Yuvası; Görüntüde olmasa da Ankara; Gazino; Siyah beyaz İstanbul; Arı Bisküvi Fabrikası çok güzeldi.
Nerime'yi Jeyan Mahfi Ayral; Nejat'ı Abdurrahman Palay; Feridun'u Hayri Esen; Osman'ı Gazanfer Özcan; Selim'i ve Şoför Ali'yi Sadettin Erbil; Zerrin'i Birsen Kaplangı; Nerime'nin annesini Şaziye Moral; Süheyla'yı Sacide Toroğlu seslendirmiş.
Feridun gazinoda bir öykü anlatıyor; "İki nişanlı kavgaya tutuşmuşlar. Kız erkekten ayrılmaya karar vermiş ve nişanlısına 'senden hediye olarak aldıklarımın hepsini geriye vereceğim' demiş. Erkek de 'yalnız bir şeyi geri veremezsin' diye cevap vermiş. Bil bakalım geriye veremediği neymiş... Sevgisi!"
Romeo Osman, çok neşeli, çok komik. Müthiş tiyatro meraklısı. En büyük arzusu Zerrin'le 'Romeo Jülyet'i oynamak. ('Şekspir', kendisini tanısaydı o büyük facianın sonu komediyle biterdi). "Senin için yanıyorum" dediğinde "Tevekkeli değil ben de 'bu odun kokusu nereden geliyor' diyordum" yanıtını alır. Genç kız, Osman'ın 'enis-i ruhusu'; Delikanlı da Zerrin'in 'eniştemin burnusu'! Bir sahnede Osman'ın Neri'ye "Bülbül Yuvası'nın Gülü" demesini kıskanmış "Seni yalan kuyusu seni! Bir gün kendi kafandan bana böyle güzel sözler söylememiştin... Seni kestane ağacı seni! Senin aşk lügatinin sayfaları eskidi. Gözüne gözlük tak, anladın mı" diye bağırıyor. Oysa nişanlısı, bu ve her sahnede zaten gözlüklü! Üstelik 'söyleyene değil söyletene bak'!
Annesi ölen Nerime'yi oyaladıkları sahnede Osman'ın Hamlet tiradı (54 saniye); 'Bu Bekârlıktan Bıktım Usandım' kantosu (89 saniye); Oyun Havası (19 saniye); 'Avara' şarkısı (81 saniye) toplam 4 dakika sürüyor.
O gece '35 Yaş' şiiri de var; "Neylersin ölüm herkesin başında//Uyudun uyanamadın olacak//Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında//Bir namazlık saltanatın olacak//Taht misali o musalla taşında."
'Wiener Blut, Op. 354' (1873) (Johann Strauss II). Nejat'ın kemanındaki vals eşliğinde Nerime'nin şiiri; "İnsan ne çok seviyor hayatı//Ne güzel şey yaşamak//Neler bekliyoruz hep//Bulutlarından bereket//Topraklarından ekmek//Kızlarından sevda//Göklerinden rahmet//**//Belki bu müzik nameleri içinde//Ben hayata yeniden doğarım//Bülbüller yeni doğan bülbüllerini//En tatlı nağmeleriyle karşılarlarmış//**//İşte ben doğdum baba bülbül hazretleri//Hayat ne güzel, yaşamak ne tatlı değil mi//Günaydın, günaydın bütün iyi insanlar//Günaydın baba bülbül//Beni en tatlı nağmelerinle karşılamaz mısın." Genç kızın yağmur ile ilgili bir başka güzel sözü; "Göğün toprağa hediyesi."