“Ne olur kusuruma bakma İbo. Ben denizlerin kızıyım. Yapmacık davranışlar, dolambaçlı laflar bilmem. İçimden geldiği gibi konuşurum. Nasıl oldu bilmiyorum ama seviyorum seni.” Aşkını böyle anlatıyor genç kız. Oysa delikanlı tedirgin. ‘İçinden geldiği gibi konuşmasını’ engelleyen önemli bir sebep var. Her an ölümü bekleyen bir kalp hastasıymış. Nerde, nasıl belli değil. Doktoruna göre durumu kötü. İbrahim de bunu çabuklaştırmak için elinden geleni yapıyor zaten. Meyhane köşelerinde, içki ve sigara ile tükenen bir yaşam.
29 Ağustos 2014

"Ne olur kusuruma bakma İbo. Ben denizlerin kızıyım. Yapmacık davranışlar, dolambaçlı laflar bilmem. İçimden geldiği gibi konuşurum. Nasıl oldu bilmiyorum ama seviyorum seni." Aşkını böyle anlatıyor genç kız. Oysa delikanlı tedirgin. 'İçinden geldiği gibi konuşmasını' engelleyen önemli bir sebep var. Her an ölümü bekleyen bir kalp hastasıymış. Nerde, nasıl belli değil. Doktoruna göre durumu kötü. İbrahim de bunu çabuklaştırmak için elinden geleni yapıyor zaten. Meyhane köşelerinde, içki ve sigara ile tükenen bir yaşam.

'Denizden Gelen Kız', Eylül-Ekim, 1972 de çevrilmiş. Gösterime girişi büyük olasılıkla 73 başlarında. 70 dakika sürüyor. 3 dakika 7 saniyesi kavga ve 8 buçuk dakikası şarkı. Tabancalı afiş, filmin içeriğini yansıtmıyor. (Biri yalancıktan) üç dövüş sahnesi dışında bir şiddet yok. Ayrıca Önder Somer, 'kötü adam' bakışı atmış. Oysa az sayıdaki 'iyi adam' rollerinden birinde. İlknur Taçbaş'la yatak sahnelerinin 2 buçuk dakikası Show Tv'deki gösterimde sansürlü. Sedat'la telefon görüşmeleri ve bazı deniz görüntüleri de.

Bebekliğinde deniz kenarına bırakılmış genç kızla, O'na âşık Yazar'ın öyküsü.

Jenerikte tekrar tekrar ve bıkmadan seyrettiğimiz İstanbul; Galata Köprüsü ve Kulesi; Balık-ekmek satıcıları; Limonatacı; 'Tavşan dudaklı' ayakkabı boyacısı; Troleybüs; Yüzlerce güvercin ve yem atan 'kendileri muhtacı himmet' yoksullar; Murat Reis'in, o dönem çok kullanılan 'lüx lambası'; Kıyı meyhanesi; Sandal ve ahşap iskele; Giysilerine değil, yazdıklarına 'müşkülpesent' Şair; Sapsarı saç ve uzun bacaklı Bediş (biraz Piraye Uzun'a benzemiş).

"Ekmeğini denizden çıkaranların meyhanesiydi 'Altın Kader'. Bazı bazı değişiklik meraklısı sanatçıların da geldiği olurdu. Burda, gençler kâğıt oynayarak vakit geçirir, balıkçılar yemeklerini yer, kadehlerini parlatır ve deniz hatıralarını birbirlerine anlatırlardı. "

Bu 'açık hava' meyhanesinin bir de 'gülü' var. "Müşterilere hizmet eden, herkesin sevdiği ama candan sevdiği 'gülü'; Bediş." Sesi de içli ve güzel. Şarkılarıyla, kendisini dinleyenleri kâh coşturup eğlendirir, kâh bambaşka âlemlere götürerek bir düşünce selinin içine bırakırmış. "Velhasıl ne bu meyhane Bedişsiz olurdu, ne de Bediş uzaklarda yaşayabilirdi."

Kimdi bu Bediş? Ne zaman geldi buraya, kimi kimsesi var mıdır? Yanıtı, Kaptan'ın sözlerinden öğreniyoruz; "Bediş, bize denizin hediyesidir." Yıllarca önce balığa çıkamaya hazırlanan balıkçılar eski bir teknenin içinde terk edilmiş olarak bulmuşlar. Kundaktaymış daha. "Kimbilir hangi vicdansız oraya bırakıp kaçmış. Murat Reis yanına aldı. Büyüttü, bu yaşa getirdi. Karısı Hatice'nin de emeği inkâr edilemez. Zamanla kendisini hepimize sevdirdi ve hepimizin kızı oldu."FGJFGJFGJS

Artık koskoca bir genç kız. Dostlar, müşteriler "Evlendiremedik şu kızı gitti" diye hayıflanıyorlar. Arif Kaptan bir sefer öncesi "Artık evlenme çağına geldin de geçiyorsun bile. Şimdi sana hayırlı bir kısmet gerek. Dönüşümde seni nişanlanmış olarak görmeliyim" demişti. İlahi Arif Kaptan! Takılmadan, şakalaşmadan duramaz zaten.

Allah mı söyletti nedir, daha o gün sahilde bir delikanlı ile karşılaşır Bediş. Adı İbrahim. Arkadaşlarının deyişiyle 'İbo'. Geceden sızıp kalmış. Güneş battıktan sonra soğuk olur buralar, hiç uyunur mu kumsalda. Ama gidecek yeri olmayınca ne yapsın. Üstelik de aç. İş arıyor. Ne olsa yapmaya razı. Yeter ki namuslu bir iş olsun.

"Kendi kalabalığımız kendimize yetiyor. Bir de bu adamı getirdin başımıza." Murat Reis önce böyle itiraz etmişti ama Bediş'e kızmak mümkün mü, şirinliğine direnmek elde mi? Allah herkesin rızkını verir! İbo, sahil meyhanesinde işe alınır. "Hem çalışkan bir delikanlıya benziyor." Façayı da düzünce çok yakışıklı biri olur çıkar.

Bir sahnede Bediş'e sataşan bitirimi pataklıyor (1 dakika iki saniye). İlerde bunun, sırf oradaki yerini sağlama almak için bir numara olduğunu anlayacağız.

Zamanla iki genç yakınlaşır. Ateş bacayı sarmış. Murat Reis "Ne o Hanım! Ortada bir şeyler dönüyor galiba. Gençliğimi hatırladım" diyor çapkınca. İbo, iyi çocuk, Bediş desen, gelinlik çağına geldi. O da gariban, öbürü de. "Evlendiririz ikisini, olur biter. Mürüvvetlerini görürüz bari."

Ancak İbrahim'in endişeli hali ve arada bir ağzına hap atması tedirginlik yaratıyor. Tavrı bir garip. Murat Reis'i haraççıdan koruduğu günün ertesinde bir mektup bırakarak gider. "Bediş, bu mektubu okuduğun zaman ben çok uzaklarda olacağım. Bir halam vardı Anadolu'da, ölmüş. Bütün malı ve arazisi bana kaldı. Çok fakirlik çektim. Beni anla lütfen."

Hatice "Ne idiği belirsiz birini yanımıza alırsak sonu budur işte" diye söyleniyor. "Allah, Allah! Hiç de öyle bir çocuğa benzemiyordu oysa." Murat Reis pek yanılmazdı ama "İnsanlar kolay anlaşılmıyor".

Zavallı Bediş, çileli kız! Hayatında ilk kez bir delikanlıya yakınlık duymuştu. Kendini toparlaması epey zaman alır.

Sonrasında İbrahim'i arkadaşlarıyla (Aslan, Sedat, Tarık, Gül) konuşurken görüyoruz. Meğer bir yayıncıymış. O meyhanedeki yaşamı kitaplaştırıp borçlarını ödeyecekti. Evi de ipotekli. Bugün yarın elinden çıkacak. "Nasıl oldu da bu romanı yazmaktan vazgeçtin anlayamıyorum"  diyor Aslan. Sen tut, hayatlarını inceleyebilmek için aralarına gir, bir balıkçı meyhanesinde çıraklık yap, sonra da romanı yazmaktan vazgeç! Olur iş değil. "Yahu, balıkçıların itimadını kazanasın diye kılık değiştirerek balıkçı kıza asılan bir bitirim rolü oynayıp senden dayak bile yedik." Üstelik rolünü çok iyi başarmıştı. "Başarmaya başardık da çenemize oturan yumruklardan günlerce lapa yemek zorunda kaldık! Attığını oturtuyordun birader. Yerlerde yuvarlanmak da cabası." Anlaşılan bu balıkçı kız, bizimkinin aklını başından almış! Gül de kendince bir teselli arayışında. "Üzülme be İbocuğum! Arkadaşım Ayla bugünlerde Ankara'dan dönecek. Artık O'nun yokluğunu hissettirmemeye gayret eder sana." (Ankara, Yeşilçam'da, 'gidildi mi hemen dönülecek ve bir cümle ile geçiştirilecek ' bir şehir hep). Kahramanımızın bu 'çivi çiviyi söker' çözümüne yanaşmaz bile. Derdi başka! Kalbinden! Öleceğini bildiği için Bediş'le evlenemezmiş. "Doktorlar bile beni oyalamakta fayda görmüyor. Ne yapalım, bu benim alın yazım."

O sırada bir organizatör, Zeki Göksu, Bediş'in sesini çok beğenir. Bir tek adını beğenmemiş! 'Bedia Öztürk' olarak değiştirir! Sahnede başarılı olacağından şüphesi yok. "Benim elim herkese uzanmaz.  Elimi uzattıklarımı ise daima meşhur etmişimdir." Karısı Marisa da estetik ve zarafet hocasıymış. "Sizi en kısa zamanda tam bir sahne sanatçısı olarak yetiştirecek." Müzik, yürüme, oturma hatta bacak bacak üstüne atma dersleri bile alır genç kız.GHSDSDGS

Günler haftaları, haftalar da ayları kovaladı durdu. "Altın Kader meyhanesinin garip Bediş'i artık herkesin tanıdığı, hayranı olduğu Bedia Öztürk olup çıkmıştı." Plakları satış rekorları kırıyor, şarkıları dilden dile dolaşıyor. Radyoda, sahnede hep O. Yaşantısına sihirli bir değnek değmişti sanki. Hayatı bir anda değişmiş, bambaşka bir dünyanın insanı olmuştu.

İbo ise meyhanelerde çürümekte. Bir ayağı çukurda ama Bediş'in şarkısını "Bu kadın da hiç çekilmiyor" diyerek kapattıran sarhoşu 40 saniye ve 22 yumrukla dövecek kadar güçlü hâlâ.

Film biterken sevdiğine kavuşur ama beraberlikleri birkaç saniye sürüyor. Delikanlının ömrü bu kadarmış!

Murat Reis ise "İbo, İbo" diye çırpınan Bediş'i "Ölenle ölünmez" diye teselli etmeye çalışmaktaydı!

'Denizden Gelen Kız'daki melodiler.

'Warsaw Concerto' (1941) (Richard Addinsell) 2 sahnede (Filmin başında 'Altın Kader' meyhanesi hakkında bilgi verilirken; Bediş'in müzik eğitimi sırasında).

'Time is Tight' (1969) (Booker T. Jones / Al Jackson, Jr. / Donald 'Duck' Dunn / Steve Cropper) İskelede, Arif Kaptan ile konuşurken.

Paul Mauriat'nın 'Love Story' albümündeki (1971) 'Love Story' (1970) (Francis Lai) 7 sahnede (İbo'ya, meyhanede çalışmasını önerirken; Küçük çilingir sofrasında "Kimsen yok mu hayatta" diye sorarken; Sandalda beraberken; Sahil Gazinosu yakınında buluştuklarında; Gül "Sen o kızı seviyorsun İbrahim" derken; İbo, meyhanede arkadaşları ile konuşurken; Filmin sonunda).

'The Night Visitors' (1971) (Henry Mancini) Bediş, Murat Reis'ten, İbo'yu işe almasını isterken.

'Vivre Pour Vivre'deki (1967) (Francis Lai) 'Theme De Catherine' 2 sahnede (Hatice, İbo'nun veda mektubunu bulduğunda; Bediş, mektubu okurken).

'Maria Elena' (1932) (Lorenzo Barcelata) Gül ve Tarık, İbo'yu, denize girmesi için ikna etmeye çalışırken.

Paul Mauriat'nın 'El Condor Pasa' uzunçalarındaki (1971) 'Melancholy Man' (1970) (Mike Pinder) (4 saniye) Meyhanedeki radyoda spiker "reklam programları sona erdi" derken.

Bediş, Mediha Şen'in sesiyle üç şarkı söylüyor. Hepsi de 'Şahinler' plak şirketinden 45'lik olarak çıkmış.

'İnan Ki Kimse Bana Senin Gibi Bakmadı' (Nihâvend) (Yusuf Nalkesen) (4 dakika 4 saniye) Jenerikte. "İnan, inan ki kimse bana//Senin gibi bakmadı//Vallahi, Billahi kimse beni//Senin gibi yakmadı//Leyla bile, Mecnun'da//Böyle iz bırakmadı."

'Gölgesinde Mevsimler Boyu Oturduğumuz (O Ağacın Altı)' (Hicaz) (Yusuf Nalkesen) 2 sahnede [Organizatör Zeki Göksu'nun Bediş'i dinlediği sahilde (3 dakika, 26 saniye); Meyhanedeki radyoda (17 saniye)]. "Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz//Hep elele vererek hayaller kurduğumuz//Kimi üzgün kim gün neşeyle dolduğumuz//O ağacın altını şimdi anıyor musun//O güzel günler için bilmem yanıyor musun//**//Attığımız tarihte çizdiğimiz o kalpte//Silinmemiş duruyor hepsi yerli yerinde//Sen şarkılar söylerdin yatarken dizlerimde//O ağacın altını şimdi anıyor musun// O güzel günler için bilmem yanıyor musun."

'Madem Küstün Dargındın Neden Geldin Ağladın' (Hüzzam) (Yusuf Nalkesen) (43 saniye) Bediş'in plakları pikapta dönerken. "Madem küstün dargındın neden geldin ağladın//Rıhtımda boynu bükük bana mendil salladın//Bu halinle beni şifasız yaraladın//Rıhtımda boynu bükük bana mendil salladın."UJSFFJ

'Warsaw Concerto', İkinci Dünya Savaşı sırasındaki 'Dangerous Moonlight/Suicide Squadron' filmi için yapılmış. Yıllar sonra iki uyarlamasını dinleyeceğiz. 'The Four Aces' topluluğundan 'The World Outside' (1958) (Sözler Carl Sigman) ve Matt Monro'dan 'The Precious Moment' (1980) (Sözler Leslie Bricusse).

'Love Story'yi Gönül Yazar, Fikret Şeneş'in; Ayla Algan da Bülent Pozam'ın Türkçe sözleriyle söylemişti; 'Aşk Hikâyesi' (1971).

'Melancholy Man'in, Türkçe uyarlamasını Gökhan Abur'dan dinlemiştik. 'Yalnız Adam'; "Ben bir yalnız adamım//Yalnızım yalnız//Ne dostum var ne de bir tek arkadaşım kız//Hatta her günüm, gecelerim gibi ıssız//Kalbim aşksız, gönlüm mahzun, ben yalnız//**//Yıllar yılı bu hep böyle//Düşman gibi sevgiyle//Yalnız kaldım yalnız kendimle//**//Kalbimle ben ikimiz//Çıkmıyor hiç sesimiz//Sanki iki yabancıyız biz//**//Çalmıyor telefonum//Ne konuğum var ne komşum//Yalnızlıktan ben yorulmuşum//**//Ne arayan ne soran//**//Yalnızlık korkunç her an//Bırak gideyim ben bu dünyadan//**//Aşksız ben ne yapayım//Bir aşk bul tapayım//Bıktım artık bu yalnızlıktan kurtulayım."

'Haraç' o dönem de varmış. Bir kabadayı "Merhaba, Babalık! Paralar hazır mı" diyor Murat Reis'e. "Tamamlayamadım, tam değil oğlum" laflarını dinlemez bile. Yere çarpar yaşlı adamı. "Ne demek tamam değil? Patron kaç gündür bekliyor." Bunun ne parası olduğunu anlamayan İbo'ya açıklama yapmak lütfunda bulunur(!); "Biz sahildeki meyhaneleri korur, bu işten de para alırız delikanlı." Yani 'haraç'! Bunlarla başa çıkılmaz ama İbo durur mu? 2 dakika 5 saniye süreyle dayaktan perişan ediyor külhanbeyini.

Tarık, bir sahnede "Bu gece toplanalım. Hem de matrak, gırgır bir yerde" demişti. Oysa toplanmaları güpegündüz. Konuştukları da hiç öyle 'matrak, gırgır' değil. Kalp hastalığı, ölüm, yazılamayacak roman, yarım kalan aşk gibi kasvetli konular.

İbo rolündeki Ferit Bozkurt, 70'lerin yakışıklı 'Ferit'lerinden. Saçı, giysileri, alçak gönüllü davranışları. Bediş'in dediği gibi 'tahsilli bir hali var' ve Sadettin Erbil'in sesi çok yakışmış. Bir sahnede "İnsanlar daima layık oldukları harekete muhatap olurlar" diyor.

Bediş-Nil Uzun; İbo/İbrahim-Ferit Bozkurt; Hatice-Nedret Güvenç; Aslan-Önder Somer; Murat Reis-Nubar Terziyan; Gül-İlknur Taçbaş; Tekin Alper; Turgut Bora; Ünal Uğur; Cem Cenker; Arif Kaptan ve '34 KC 513' plakalı kamyonu; 'Altın Kader' ve midye sepetleri; Organizatör Zeki Göksu ve karısı Marisa; Deniz-meyhane sahneleri çok güzeldi.

Bediş'i Gülen Kıpçak; İbo'yu Sadettin Erbil; Hatice'yi Nedret Güvenç; Aslan'ı Doğan Bavli; Murat Reis'i Agâh Hün; Arif Kaptan'ı Zafer Önen; Tarık'ı Erdoğan Esenboğa seslendirmiş.

İlknur Taçbaş, Aslan'ın sevgilisi Gül rolünde. "Garip adamsın vesselam! Bunca zamandır sevişiyoruz bana bir gün olsun kendinden bahsetmedin" diyor. 'Hayat hikâyesini anlatmaktan hazzetmezmiş' delikanlı. Ama sevgilisi "Evleneceğim adamın geçmişini bilmem gerek" diye ısrarcı olunca anlatır. 'Geçinemeyip ayrıldığı' karısı uzaklardaymış. "Bir kızım var. Annesinin yanında." Sevdiği adamın 'bazı bazı neden derinlere daldığını' şimdi anlıyor Gül. "Karını ve kızını düşünüyorsun da ondan."

Aslan'ın arkadaşı Tarık da boşanmak üzere. Dava 'berbat' gidiyormuş. "Bizimki boşanmamakta direniyor. Birader, bunca zaman ayrıyız. Hâlâ ümidi var benden. Ne iştir anlamıyorum ki. Hâlbuki boşanmak O'nun için de daha hayırlı olacak." Boşanması zor belki ama bu konuların senaryoya katkısını 'anlamak' çok daha zor!

İlknur Taçbaş ile ilgili hoş bir anekdot. Eylül 1975'te Adana Demirsporlu Şevket ve Antalyasporlu Orhan, Amatör Milli Takım kampında 'turist kadınlarla' yakalanmışlar! (Yabancı kadın seçmeleri, Milli Takım kadrosunda olmaları nedeniyle herhalde). Yeşil sahada değil yatakta! 'Bir daha milli forma giymeme' ve 'üç ay müsabakaya çıkmama' cezası almışlar (Kasım, 1975). Tam da o günlerde 'Şehvet Kurbanı Şevket' gösteriliyordu sinemalarda. 'Futbolu değil ama futbolcuları yakından izleyen'(!) İlknur Taçbaş'a göre "Asıl 'şehvet kurbanı', Mete İnselel değil Adana Demirsporlu Şevket"miş (Sami Başaran-Yıldızların Dünyası) (Milliyet- 01 Şubat 1976). "Şansına küssün. Şeriatın kestiği parmak acımaz çünkü." Neden 'acımadığını' da şöyle açıklıyor sanatçı; "Önceden anestezi yapmışlardır da ondan!"

Olayın devamı var! Ülkemizdeki her karar gibi 'bir daha Milli Takım forması giymeme' cezası çok sürmez! 1976'da Ümit Milli Takım kadrosundaydı Şevket! Turist bayanlara ne olduğu belli değil!DFHDFHD

Yönetmen Oğuz Gözen'in sanat yaşamı çok başarılı. Sıradan insanları anlatıyor 'Denizden Gelen Kız'da. (Zamanımızdaki şarkılarda, filmlerde, kitaplarda yeri kalmadı böyle kişilerin). 'Yoksullar Parkı' adlı oyunu İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları, Üsküdar Bölümü'nde sahnelendiğinde 20 yaşındaymış (sahneye koyan ve danslar Ferih Egemen) (Aralık, 1966). Mart, 1970'de 'Cam Kırıkları' adlı kitabı (48 sayfa-1 buçuk lira) yayınlanmış. "Çiçeği burnunda bir hikâyeci. İşin daha başlarında. Özellikle magazine yatkın hikâyeler" diye yazıyor Tarık Dursun. Sineması için de aynı şey söylenebilir mi?

Eşi Nadire Güler Gözen, senaryo yazarı. Kızı Işıl Gözen de harika çocuklardan. 8-9 yaşında yazdığı kitaptan ('Anne, Babam Nereye Gidiyor') (1993-As Yapım Şirketi) bir şiir; 'Dünya ve Çocuk'. "Sallamış başını//Almış maaşını//Üç dairesi var//Biri yanımızda, biri beride//Birisi de iki sokak geride//Atı alan Üsküdar'ı geçmiş//Herkes kendine belirli bir yol seçmiş//Kimi geçinir entel//Kimi örer dantel//Kimi militan kimi er//Kimi 'çevreciyim' der//Kimi havyarı beğenmezken//Kimi somun ekmek yer//Aslında daha neler var//Kalemimin dilinde//Zamansız öten horoz olmayalım//Elâlemin gözünde."

Balık hazırlamış. "Ellerimle kızarttım İbo. Senin için." Çok candan alaka gösteriyor. "Garibanın biri" yanıtını alacağını bile bile "Kimsin sen? Bize bugüne kadar hiç kendinden bahsetmedin. Kimsen yok mu hayatta?" diyor. "Hayret! Benim de kimsem yok. Daha doğrusu olup olmadığını bilmiyorum. İkimiz birbirimize benziyoruz bir bakıma." Hiç de 'kimsesiz' değiller oysa. Bediş'in İbo'su; İbrahim'in Bediş'i var. Perdede 'son' yazarken sevgilisi artık sadece anılarındaydı genç kızın. Bizde 'Fedailer Kalesi' adıyla gösterilen (Nisan, 1960) 'Fort Massacre'dan (1958) bir alıntı; "Bazen hatırlamamak daha iyidir!"

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)