Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Bu soygun işi böyledir, hayretmez." Benzer sözleri, ikinci çevrim 'Korkusuzlar'da (1974) yine Abdurrahman Palay'ın sesi ile Tarık-Kadir İnanır söyleyecektir; "Soygun işleri böyledir, hayretmez." Bunları, hiç olmazsa beyaz perdede duymak çok güzel. Biraz zorlama ile 'hayrettiği' bir şey var soygunun! Sonradan gelişen olaylarla Selma'yı tanıyor kahramanımız!
1968 sonu ile Şubat, 1969 arasında çekilen 'Belalı Hayat', 26 Mayıs 1969, Pazartesi günü (Mecidiyeköy) Özlem Sineması'nda gösterime girmiş. 77 dakika sürüyor. Jenerikte Tevfik Soyurgal'ın adı 'Refik'. Kameraman Necat Okçugil, 1974'te, aynı konuyu Yönetmen olarak tekrar çekecektir; 'Korkusuzlar'. Tanıtım yazısındaki 'Crocodile, Go Home'u 'Yankee' için haykırıyordu o yılların gençliği.
Soygun ve cinayetle suçlanan kamyon şoförünün temize çıkma mücadelesi.
Filmin başlangıcı 'Yeni İnci Pavyon'daki bir soygun planı ile. Müdür Seyfi'nin merak etmesine gerek yokmuş. Rıza'nın bulduğu adamlar 'garantili'! 'Bir keleklik etmezlermiş' hiçbir zaman. "İkisi de para için 'Allah Allah' diyor. Hakkı dediğimin elinde en o biçim kasalar çocuk oyuncağı. Senelerce bunların tamirciliğini yapmış." (Şimdi sıra 'soymasında'!)
Gece yarısından sonra saat birde fabrikada olacaklar, iş yarım saatte bitecek. Seyfi de Onları 'ikiyle iki buçuk arası' Edirnekapı Şehitliği'nde bekleyecek.
Fabrikanın bekçisi 'satın alınmış'. Kapıyı açacak, sonra da kasanın olduğu yere götürecek bizimkileri. İçinde para ve mücevher varmış.
Seyfi ve Rıza arasındaki 'soygun' söyleşisi "Hadi hayırlısı" ve "İnşallah, Şef" ile sona erer! Hırsızlığımız bile ilahi söylemle!
Erol, soyguna katılacak ikinci kişi. Eski bir futbolcu. Sakat kalınca spordan da hayattan da soğumuş. Yeşil sahalar bir hayal. Tam tedavi edilmediği için hafifçe topallıyor. Çok değişmiş bu aralar. Teksan'da sekreter olan ablası endişeli. İşten eve geldiğinde kardeşi sokaklarda! "Ne olacak bu halin? Çalışmıyorsun. Son günlerde de içki, sigara, gece hayatı..." Ama delikanlı iş aramaya niyetli değil. "Bulsam da haftada 100-150 lira kazansam! Sabahtan akşama kadar o paraya çürüsem" diyecek kadar da alaycı. Selma'nın yanıtı çok hoş; "Benimki can değil mi? Başka çaremiz var mı sonra?" Erol, gözleri uzaklarda "Belki de vardır" diyor. Aslında film, "Başka çaremiz var mı" sorusuna verilen "Belki de vardır" yanıtının öyküsü.
Soyguna neden bulaştığı, birkaç saat sonraki 'son sözlerinde' saklı "Ablama... Ablama vereceğim yarısını. O büyüttü beni. Hem anam hem babam oldu. Sabahtan akşama kadar fabrikada yazı yazar, çürür. Yüzü gülecek artık. Her istediği olacak." (O gece olanların, Selma ve Ahmet'in tanışması dışında, hiçbir 'yüz güldürücü' sonucu yok).
"Şöyle bir dolaşacağım." Dışarı çıkmak istiyor. Hem de saat 11 buçukta! "Geç mi", "Değil mi" iğnelemelerini kısa keser. 'İki veya üçte' dönecekmiş! Ama bu gidişin gelişi olmayacak!
Hakkı da, 'o saatte' dışarı çıkışını 'iş' diye yutturmuş karısına. Filmde adını öğrenemeyeceğimiz Zühal Üstüntaş "Vazgeçsen, gitmesen! Gece işi yaramaz sana" diye yakarıyor. "Daha bir rahatını arasan." Oysa zavallı adam ne yapsın! Bunu bulduğuna şükür! Şükrettiği de bir 'soygun'! Kaç aydır 'iflahı kesilmiş' iş aramaktan. "Veremiz diye, ciğerimiz çürük, delik diye nereye gitsem..." Sonuç hep terslenmek!
Sonraki bir sahnede, 7-8 yaşlarındaki oğlu Ömer'in söyledikleri durumlarını daha iyi anlamamızı sağlıyor; "Azıcık büyümüş olsaydım, çalışıp para kazanacaktım. Doktor getirecektim babama. İyileşecekti. Ekmek getirecektim eve. Karnımız doyacaktı. Babam yemeğini bana bırakıp kaçmayacaktı sofradan."
Rıza, çeteden sadece Seyfi'yi biliyor. Reisi ve 'bizimkiler' dediği diğerlerini 'hiç görmemiş daha'. Hakkı, "Kimlerse kimler" diyecek kadar ilgili bu konuyla. 'Hali pür melali' perişan. Tek amacı, öyle veya böyle, birazcık para.
Kasa için istediği aletler son 'teknoloji'(!); Çekiç, tornavida, el feneri! Erol'un da soygun için 'yürüttüğü' araba bir taksi'. "Bir apartmanın önünde duruyordu. 'Kalk gidelim' dedim".
Hiçbirinin sabıkası yok. İz de bırakmayacaklar! Polis, arasın da bulsunmuş artık. Hisselerini hemen alıp ortadan kaybolacaklar. "Kim durur?" Rıza "İlk günler para harcamayın hemen. Ayran budalası olmayın" diye nasihat ediyor. Olay çok değişik gelişince 'ne ilk ne sonraki gün' para harcayacak durumları olacaktır.
Soygun başarılı. Para ve mücevherler, tıka basa dolu bir çantada. Seyfi "Fabrika bekçisine güven olmaz" demişti. "Polis sıkıştırırsa korkar, ağzından bir şey kaçırır. İyisi mi iş bitince temizle." Ama Rıza sadece yaralayınca her şey alt üst olur. Kendisi, Hakkı, iki polis ve fabrika bekçisi Mustafa Yavuz ölür.
Erol, ağır yaralı. Bir elinde çanta, diğerinde silah, yoldan geçen kamyonu durdurur. "Yüklen gaza."
Kahramanımız Ahmet Akyürek, '34 AP 677' plakalı (karakolda, 'kırmızı' olduğunu öğreneceğimiz) bu Fargo'nun şoförü. "Kumral, uzun boylu, meşin ceketli." ('Meşin ceket' kısmı Amerikan filmlerinden alıntı). Anadolu'ya mal götürüp getiriyor. "Yağmur, çamur." Yolda iki defa patlayan lastik de işin tuzu biberi. Tek eğlencesi, her seferin ardından (filmde göremeyeceğimiz) Tahsin'le Beyoğlu'na 'düşüp' yorgunluk atmak. Sonra da arkadaşlarına anlatmak tatlı tatlı. Ancak o sefer sonrası hali yok. (Zaten Tahsin de Amasya'dan gecikmiş). 'Teslim makbuzunu verip' hemen eve gidecek. Kamyonu ardiyede bırakmaz. "Bakıma, Kirkor Usta'ya götüreceğim. Sabahleyin erken erken düşmeyeyim buraya."
Kaderi, Erol'unki ile kesişir.
"Onları da alalım ölmeyen vardır belki... Sigorta hastanesi var şurda... Başka bir doktora gidelim... Kurşun yarası çok acır, bilirim. Soğudukça da daha beter olur" sözleri silah zoruyla yarım kalır; "Çek ulan, gazla! Gebertirim... Deli miyim? Ayağımla gidip teslim olur muyum... Konuşma." Eskiden olsa gideceği bir yer vardı delikanlının. Ama şimdi yok! Aklında ablası; "Beni böyle görürse!" Ahmet'in evine de gitmek istemez. "Çocuk mu kandırıyorsun." Ancak daha fazla dayanamayıca; "Evin nerde demiştin?"
Ahmet'in evinde 'suç(luy)u kazı altından insan çıkar' gerçeğine tanık oluyoruz. Çantadakileri avuçlamış haykırıyor Erol; "Hepsi benim oldu, hepsi. Saymakla bitmez. İnsanı kral gibi yaşatır. Param olunca bir şey olmaz bana." Her kapı açılacakmış! (Ama açılan, 'ölüm kapısı'). "Gideceğim buralardan. Gölgemi bulamayacaklar. Giyineceğim, kumar oynayacağım, dans edeceğim, havuzlarda yüzeceğim." ('Gideceğim', 'giyineceğim', 'edeceğim', 'yüzeceğim'; Doğan Bavli'nin seslendirmesinde 'gidicim', 'giyinicim', 'edicim', 'yüzücim' olmuş). Kadın kız desen sürüyle gelecekmiş! Ancak acı gerçeğin de ayırdında. "Ölüyorum... Bir kuruşunu bile yiyemeyeceğim. Bari ablam güzel yaşasın. Bir araba alacaktım. Bir de deniz motoru. 'Vışt' sularda, havada. Hepimiz öldük de o Seyfi kurtuldu." Soygunla ilgili verdiği tek ipucu bu isim. Son sözleri; "Ölmeyeyim, Allahım!"
Çatışmada şehit olan polislerden biri 'Fargo'dan söz edebilmiş. Ahmet de karakola gidip "Az önce bir soygun hadisesine şahit oldum. İçlerinden ağır yaralı biri silah tehdidiyle kamyonuma bindi" diyerek durumu anlatır. Eve geldiklerinde ise odada ne Erol ne de çanta vardı. Zavallıyı kömürlüğe atılmış olarak bulurlar. Para, mücevherler uçmuş gitmiş.
'Asıl elebaşı' durumuna düşer Ahmet. Tam tutuklanacağı sırada oradan kaçıyor.
"Ölenler öldü, parayı alanlar aldı!" İş, şimdi 'Anadolu seferinden' daha zor; 'Cinayet masasının bütün kadrosu' peşindeyken asıl suçluları ortaya çıkarmak! Üstelik Selma ve Hakkı'nın ailesini de masum olduğuna inandırmak!
Genç kıza "Soygunu ben yapmış olsam, öldürmüş, paraları elime geçirmiş olsam sana gelir miydim? Bütün suçu bana yüklediler. Mecbur oldum kaçmaya. Temize çıkmalıyım. Kardeşinin belası yüzünden yaban hayvanı gibi gebermek istemiyorum. Bu işin başındakileri bulmalıyım. Hesaplaşmalıyım"; Ömer'in annesine "Girdiler kanıma. Beni de yaktılar. Bu işleri ben yapmış olsaydım, paralar da bende olsaydı çıkar mıydım karşınıza? Kaçar giderdim buradan"; Ömer'e "Benim de babamı vurdular. Senin yaşındaydım. Üstelik annem de yoktu. Hayatta yapayalnızdım" diyecektir. Bu son cümle, çocukla aralarında oluşan güçlü bağın nedenini de açıklıyor. Açlık ve sefaletlerini görünce, gecenin bir yarısı bakkaldan öteberi bile çalacaktır aile için.
İşin ilginç yanı çete de kahramanımızın peşinde. Çantanın yerini söyletmek için hırpalıyor. "Fabrikadan çalınanlar soygunu yapanların eline geçmemiş ki bende biliyorlar. Onun için peşimdeler." Peki, paralar kimde? Evine giren kim? "Temize çıkmak için paraları benden çalanları da bulmaya mecburum."
Olayı Ömer'in yardımıyla çözecektir. Çete kendisini bayıltıp götürmüştü. "Ayıldığım zaman başka bir yerdeydim. Ama neresi olduğunu anlayamadım. Yalnız yukarıda saz vardı. Bir kadın şarkı söylüyordu" diye anlatıyor çocuğa. Ömer'i de babası 'bir kadının şarkı söylediği böyle bir yere' götürmüş. "Ben kapısında bekledim. O girdi. Çıktıktan sonra bakkalımıza borçlarımızı ödedi. Bana da çikolata aldıydı" demesinden 'Yeni İnci Pavyon'a ulaşır. Sonrası çorap söküğü gibi.
Çete reisini en sonda öğreniyoruz; Ekrem-İlhan Hemşeri! Ev adresi; Taksim, Talimhane, Tunçtan Apartmanı, 2. Kat. Adamları Seyfi, Fethi-Kudret Karadağ, Nusret Özkaya "Ahmet sayesinde biz temize çıktık" diye seviniyorlardı. Ama 'attıkları olta kendi boğazlarına takılacaktır'.
Meğer 'iki taraflı oynayan' Seyfi'ymiş! Sevgilisi Gülgün Erdem ile 'yiyecekti' paraları. Durum anlaşılınca 'dayak' olur bu. Yine de şanslıymış! Tüm çete ölürken sağ kalması 'amorti' değil 'büyük ikramiye'.
Film boyunca polis; Biterken, Selma peşinde Ahmet'in! 100 binlik mükâfatı ise 'ölen polislerin ailelerine bırakmış'.
Kullanılan melodiler, 'Belalı Hayat' kadar güzel.
'Hatari!'deki (1962) (Henry Mancini) 'Crocodile, Go Home!' Jenerikte. 'The Sounds of Hatari' Ahmet, Ömerlere bir şeyler götürmek için gece yarısı bakkala gizlice girerken.
'The Bible: In the Beginning'deki (1966) (Toshirô Mayuzumi) 'Creation of Adam' Erol, fabrikaya soygun için giren Hakkı ve Rıza'nın arkasından bakarken.
'Goldfinger'daki (1964) (John Barry) 'Gassing the Gangsters' 7 sahnede [(00.30 sonrası) Kasa açıldığında; Erol ölürken; (00.40 sonrası) Çetenin adamları oteldeki Ahmet'in odasına geldiklerinde; Ömer ve annesine, kendilerini polis olarak tanıttıklarında; Sivil polis, Ahmet ve Ömer'i, Selma'nın evine girerken görünce; Ahmet, Selma'ya kapıyı açmasının daha iyi olacağını söylerken; Filmin sonunda Ekrem'i vururken]. 'Teasing the Korean' 6 sahnede [(00.50 - 00.70 arası) Yaralı Erol'u evine götürdüğünde; Komşu Sadri Karan ile konuşurken; (1.20 sonrası) Seyfi, Ahmet ve Selma'nın arkasından bakarken; Ekrem, polise telefon ederken; Ahmet, Ömer'in üzerini battaniye ile örterken; Ahmet ve Ömer, Selma'nın evindeyken polis kapıyı çalınca]. 'Dawn Raid on Fort Knox' 2 sahnede [(Baştaki 7 saniye) Ahmet, polise gitmek üzere odasından çıkarken; 'İki isimli' Nusret Özkaya bıçak atarak Ömer'in annesini öldürürken].
'Thunderball'daki (1965) (John Barry) 'Search For Vulcan' Soygunda, Hakkı ve Rıza, kasadakileri çantaya doldururken. 'Street Chase' 3 sahnede (Erol, vurulurken; Ahmet, çete ile Galata Köprüsü ne geldiğinde; Köprüden denize atlarken). 'Electrocution - The Spa' 4 sahnede [Soygunun başlangıcında; Hakkı, Rıza'ya (el feneri için) "Doğru tut şunu" derken; Bekçi, Erol'un arabasının yanına geldiğinde; Erol, Ahmet'in evinde çantadakileri masanın üstüne boşaltırken]. 'Bond Below Disco Volante' 2 sahnede [(01.40 sonrası) Polisler gittikten sonra Ahmet, Selma'nın kapısını çalarken; (01.25 sonrası) Çetedekiler, otelde Ahmet'i bayıltıp odasını ararlarken]. 'Chateau Flight' Ahmet ve Ömer, gece yarısı, Selma'nın apartmanına geldiklerinde. '007 (album version)' 4 sahnede (Yaralanan Erol, sürünerek oradan uzaklaşırken; Ömer, polislere "Vurmayın O'nu. Masumdur. Annemi O öldürmedi" diye bağırarak koşarken; Ahmet, evde, konuşturmak için Seyfi'yi döverken; Gülgün Erdem'in odasında Seyfi'ye "Olmadı, beceremedin. Açık verdin" derken). 'Crush Landing - The Bomb' 3 sahnede [Ahmet, çetedekilere "Hayırlı sabahlar. 'Boşuna yorulmayın' diye geldim" derken; (01.40 sonrası) Ekrem "Ben sana nasıl inanayım peki" derken; Adamlarına Ahmet'i arkadan çevirmelerini işaret ederken].
'Dead Ringer'daki (1964) (André Previn) 'Main Title' 5 sahnede (Rıza, bekçiye arkadan ateş ederken; Polislerle eve gelen Ahmet, Erol ve paraları bıraktığı yerde bulamayınca; Oradan kaçarken; Polis Müdürü "Şimdi hiç şüphem kalmadı. Asıl elebaşı bu şoför Ahmet" derken; Çetedekiler, kaçırdıkları Ahmet'i döverken). "Maggie's Murder" 4 sahnede [Ahmet, karakolda "Kamyon şoförüyüm. Az önce bir soygun hadisesine şahit oldum" derken; Komiser "Peki gidelim bakalım" derken; Çete, Ahmet'in başından aşağı bir kova su boşaltıp sigara verirken; (01.36 sonrası) Doktor Mehmet Oğuzalp, gazetede Ahmet'in resmini gördüğünde]. 'Hidden Jewelry' 3 sahnede (Selma "Tanıdım şimdi. Katil, katilsin! Kardeşimi sen öldürdün" derken; Ahmet "Bütün suçu bana yüklediler. Mecbur oldum kaçmaya" derken; Selma'ya "Gene arayacağım seni" derken). 'This Was His Room' 2 sahnede (Annesi Ömer'e "Ateşin var senin" derken; Ahmet, doktorun gazeteye baktığını anladıktan sonra). 'End Titles' Doktor, Erol'a iğne yaparken.
"Gioconda's Smile"daki (1965) (Manos Hadjidakis) 'Countess Esterhazy' 3 sahnede (Ahmet "Doktor, O'nu iyileştirmek boynumuza borç olsun" derken; Çete ile kavgayı bitirip Ömer'in yanına geldiğinde; Filmin sonunda).
'Zorba'daki (1964) (Mikis Theodorakis) "Zorba's Dance" Ömer, Ahmet'e "Beni nasıl bırakırsın? Sakın bırakma e mi? Yoksa gene kaçarım. Ben seni bıraktım mı, söylesene" deyip sarılırken; 'Questions Without Answers' Ömer ölürken.
'The Good, The Bad and The Ugly'deki (1966) (Ennio Morricone) 'Il Deserto (The Desert)' Komiser, Selma'ya Erol'un bir soygun sonrasında öldüğünü söylerken.
'In the Heat of the Night'daki (1967) (Quincy Jones) 'Shag Bag, Hounds & Harvey' 2 sahnede (Ahmet ve Ömer, Selma'nın evine gelen polisten kaçarken; Mazgalı kaldırıp caddeye çıkarken).
'6 Numaralı Senfoni (Pathétique) Op. 74'deki (1893) (Pyotr Ilyich Tchaikovsky) 'I. Adagio-Allegro non troppo' Selma, işyeri Teksan'da çalışırken. Sözlü olarak da çok sevilmişti bu melodi. '(This is) The Story of a Starry Night' (1941) (Mann Curtis / Al Hoffman / Jerry Livingstone); "I pray that someday//Love will in someway//Bring back the story of a starry night."
'Charade'deki (1963) (Henry Mancini) 'Bateau Moche' Filmin başında Erol, ablası Selma ile konuşurken.
'İnci Pavyon'da Şükran Ay'ın sesiyle iki şarkı (Coşkun Plak) dinliyoruz. İlki 'Bağdat Yolu' (1968) (Cevat Ultanır) (Rast); "Bir bakış baktın//Kalbimi yaktın//Aşkın kemendini//Boynuma taktın."
Şükran Ay'ın sesinden plağın 'A yüzünü' de dinliyoruz. 'Eloğludur Düşeş Atar' (Habib Çamlıyer); "Dertliyim efkârlıyım//Efkârı dağıtamam//Kolum kanadım kırık//El içine çıkamam//**//Şeşbeş attın güvenme//Eloğlu düşeş atar//Talih yoksa arkadaş//Devede yılan sokar//**//Çek kadehleri//Doldur şişeleri."
Genelde 'gece hayatı'nın kötülüğünden söz edilir. Kahramanımız 'Anadolu seferleri sonrası' Beyoğlu'nda yorgunluk çıkartırmış. Ama arabayı bakıma götüreceği için o gece gitmez. Eğer her zamanki gibi davransaydı 'soygun işine' bulaşmayacaktı! 'Gece hayatı'nın 'ehven-i şer' yararı da var demek. (Ama o zaman da Selma olmayacaktı yaşamında).
Yaralı Erol'u eve getirdiği geç saatte komşusu (ve filmin Yapım Sorumlusu) Sadri Karan, tüm sevimliliği ile sesleniyor; "Merhaba Ahmet, bu kadar para hırsına düşme oğlum. Yaşamana bak? Biz de fazlaca kaçırdık bu akşam. Rıza yeni meyhane açtı. Düşüver canım bir gece. Özledik yani."
Erol'un dediğine göre, 'Levent, Güler Sokak, 11 numarada oturuyorlar'. Rahmetli, evin adını söylemeyi unuttu; 'Hayırlı Apartman'. O yıllar, İstanbul'da bu isimli iki ev var. İlki Gümüşsuyu, Alman Konsolosluğu karşısında. Mümtaz Soysal, 28 Ekim 1986, Salı günkü yazısında (Milliyet) 'balkonumsu pencerelerin sütunları üzerinde yükselen süslerle ve çelenk taklitleriyle belli bir dönemin mimari anlayışını yansıttığını' belirtiyor. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın annesi Güzide Yılmaz da burada kalıyormuş. Filmde gördüğümüz 'Hayırlı Apartman' ise Şişli'de. Harzemşah Sokak, No. 54.
Hakkı'yı toprağa vermişler. Karısı ve oğlu perişan. Ahmet de, 'kasap et, koyun can derdinde' misali sorup duruyor; "Bildiğiniz bir şey var mı? Arkadaşlarını tanır mıydınız? Nerelere giderdi?" Zavallı kadının yanıtı 'sosyal güvence'nin önemini gösterir. "Bunların ne faydası olacak bize? Hakkı öldü gitti. Hiçbir şeysiz bıraktı bizi." Küçük Ömer kan tükürüyordu. Öksürdükçe 'sırtı çok acıyor'. Ama ölümü çetenin kurşunlarıyla.
Cenk Er ve Kenan Kalav birbirlerine çok benziyorlar.
Son sahneye kadar Gazino Patronu ve çetenin reisi Ekrem'in (İlhan Hemşeri) yüzünü göremiyoruz. Görüntüler hep sırtından. Böyle senaryolarda, 'patron sürpriz biri çıkar, seyirciyi şaşırtır'. 'Belalı Hayat'ta ise bu gerçekleşmiyor.
Senaryodaki birkaç küçük hata: Kenan'ın görevi çelişkili. Bir sahnede 'Cinayet Masası Şeflerinden', başka bir sahnede 'Müdür Muavini'. Belki 'yoğun mesai' nedeniyle(!) soygundaki ölü sayısını yanlış söylüyor; '6'. "Erol, iki suç ortağı ile birlikte can verdi. İki polisle bir bekçiyi öldürdüler. Bir de fabrika bekçisini." Oysa ölü sayısı '5'. Fabrika önünde karşılaştığı mahalle bekçisini "Patronu götürmüştüm hava meydanına. Canına yandığımın motoru kesiklik yapıyor" diyerek, bozulan arabayı kontrol numarasıyla başından savmıştı Erol. O'nun ölümünden sonra Kenan'a göre; "Ölüler 7 oldu." Oysa '6'. Sonraki bir sahnede "7 kişinin kanına giren o şoför" diyerek hatasında ısrarcı! Neyse ki sondaki ölümlerden sonra bir rakam söylemiyor!
Ahmet'in bile kafası karışık; "Beni, soygunu yapan, '7' kişinin kanına giren katil olarak arıyorlar!" Karakolda bilgi verirken "Erol'du adı. 2. Levent'te otururlarmış" diyor. (Hâlbuki 'rahmetli', adını söylemediği gibi, ev adresleri için de "Levent'te otururuz" demişti).
Selma'ya "Hakkı, Rıza, Seyfi diye birilerini tanır mısın" diye sorar kahramanımız. Ne var ki Erol, yalnızca Seyfi'den söz etmişti.
Tokat-yumruklu sahneler: Ahmet, Selma'ya (sonradan özür dileyeceği) '1'; Ekrem, Seyfi ve Nusret Özkaya'ya 'birer' tokat; Çeteden Kudret Karadağ, otelde, Ahmet'e '1'; Seyfi, Ömer'e '1'; Ahmet, kapıcıya '2'; Ekrem, garaj görevlisine '1' yumruk atıyor. En şanssızları Seyfi. Galata Köprüsü ve ev sahnelerinde '2' kafa, '14' yumruk, '1' tekme yiyor. Sevgilisi Gülgün Erdem de '2' tokat, '1' yumruk.
Çete, paraların yerini öğrenmek için Ahmet'i; Ahmet'in yerini öğrenmek için de Selma ve Ömer'i 'dayaktan gebertmiş'. Ancak bu sadece söyleniyor. Ahmet'in sonradan yediği 5 yumruk dışında görüntü yok. Kahramanımızın 'başı' da şanssız! Ömer'in attığı taş ve Gülgün Erdem'in vurduğu vazo ile yaralanır!
Kurşun sayısı beklentinin altında! Soygunda '12'; Film biterken '10'.
Süleyman'ın, Zühal Üstüntaş'ı öldüren bıçaktaki kanın tadına bakması çok sarsıcı.
Ahmet-Cüneyt Arkın; Selma-Sevda Ferdağ; Erol-Cenk Er; Ömer; Levent Küçük, annesi Zühal Üstüntaş, babası Hakkı-Hakkı Haktan; Seyfi- Sadettin Düzgün ve sevgilisi Gülgün Erdem; Komiser Kenan-Kayhan Yıldızoğlu; Çete Reisi Ekrem-İlhan Hemşeri ve adamları Kudret Karadağ, Nusret Özkaya; Ahmet'in komşusu-Sadri Karan; İşyerindeki arkadaşı Abdullah Ferah; Fabrika bekçisi-Mustafa Yavuz; Polis memuru Haydar Karaer; Doktor Mehmet Oğuzalp-Tevfik Soyurgal; Boğaz'da balık tutanlar; Ahmet ve Ömer'in, soğuk havada içtikleri sıcacık salep; Adı 'Yeni Karadeniz' ama pek de yeni olmayan otel; Ömerlerin 'gaz lambalı' ve masalarında çay eksik olmayan evleri; Çetenin '34 FU 544' plakalı arabası; Cüneyt Arkın'ın atletik biçimde denize atladığı Galata Köprüsü; Perşembe Pazarı'ndaki boş antrepo ve 38 numaralı kalafat yeri çok güzel.
Filmdeki çok önemli bir bölüm kayıp. Ahmet, Ömer'le kaçak durumda. 'Çok iyi' arkadaşı(!) Abdullah Ferah'ın yanına sığınır. O da bizimkileri, polise ihbar etmeye kalkar! Amacı mükâfat ama başarılı olamayınca kahramanımızın dayağı ile yetinmek zorunda kalıyor! 'İhbar girişimi' ve 'dayak' kesildiği için bu sahne anlamsızlaşmış.
Ahmet'i Abdurrahman Palay; Selma'yı Nevin Akkaya; Ekrem'i Mümtaz Ener; Erol'u Doğan Bavli; Hakkı'yı Fikri Çöze; Zühal Üstüntaş'ı Sacide Toroğlu seslendirmiş.
Nusret Özkaya'nın her şeyi 'çift'! İsmi, Seyfi'ye göre 'Süleyman'; Ekrem'e göre 'Hüsnü'! Seslendirmesi de önce Abdurrahman Palay, sonra Doğan Bavli ile. İlginç bir şekilde Nusret Özkaya'nın günlük yaşamında bile bir ismi/lakabı daha var; 'Camgöz'.
Cüneyt Arkın filmi 'tek kıyafetle' tamamlıyor. 'İnsanlar Yaşadıkça'dan (1968) anımsadığımız kazak ve deri kaban!
Senaryodaki çok ince 'psikoloji'; Soygun öncesi Rıza çok otoriter. Zart-zurtundan yanına varılmıyor. Ancak kasanın açılmasına yardım ederken Hakkı'nın oyuncağı gibiydi. Feneri titretince "Doğru tut şunu... İki elinle tut" diye azar işitir!
Polis cipinin '34 AN 238' yazılı plakası, 1965'te Doğan Atak'a ait 55 model, tek kapılı, siyah renkli Buick'indi. 27 Eylül akşamı Park Otel önünden çalınmış ve bilgi verene 2 bin lira mükâfat vaat edilmişti.
Mezarlıkta, Ömer'in sevgisini kazandığı sahne. "Babanın ardından sen, annen ağlıyorsunuz hiç değilse. Beni suçsuz yere vururlarsa arkamdan üzülenim bile olmayacak" diyor içtenlikle. Çocuğun dost tebessümü en büyük ödül.