Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Zerrin; "Eğer hem babanı hem kendini mahvetmek istemiyorsan 'zavallı köylü kızı' olmaktan vazgeç. Sadri'nin karşısına kuvvetli, her şeyi olan bir kadın olarak çık. O zaman seni asla bırakmaz." Ayşe, 'en önemli şeyini' kaybettiği İstanbul'da hiç olmazsa bunu öğreniyor!
"Merhum İvan Petroviç Byelkin'in Hikâyeleri"ndeki (Alexander Pushkin-1831) 'Menzil Bekçisi'nin ('Puşkin, Tüm Öykü ve Romanlar'-Cem Yayınevi-Haziran, 1997) (Sf. 107-122) (Çeviren Ataol Behramoğlu) ama asıl 'Der Postmeister'in (1940) (Yönetmen, Gustav Ucicky) Yeşilçam uyarlaması.
Puşkin'in öyküsü, 19. yüzyılda (1816 sonrası), bir menzil bekçisi ve kızını anlatıyor. Samson Vyrin, mesleğinin tüm özelliklerine sahip; '50 yaşlarında, yumuşak başlı, yaratılıştan yardımsever, insancıl, öyle pek de şan, şeref, para düşkünü olmayan biri'. Yorgun yolcuların kaprislerini, azarlarını sineye çekecek kadar da anlayışlı. Kızı Dunja (tam adı 'Avdatya Samsonovna') göz kamaştırıyor. Henüz 14 yaşında ve en öfkeli müşterileri bile anında yumuşatacak güzellikte! Kusur bulmak zor. Hafif Süvari Subayı Yüzbaşı Minski de süt dökmüş kedi gibi olur genç kızı görünce. 'Hastalık numarasıyla' 2 gün kalır orada. Giderken de yanında götürüyor (daha doğrusu kaçırır) Dunja'yı. Petersburg, 'rasgele bir çapkının baştan çıkarıp bir süre oyalandıktan sonra fırlatıp attığı kızlarla doluydu'. Hanım kızımız da bunların 'ne ilk ne de sonuncusu olur'. Yıllar sonra üç çocuğu, bir sütninesi, bir de kara finosuyla babasının mezarına gidecektir.
'Der Postmeister' biraz farklı. Minski'nin, evlenme vaadi ile kandırdığı güzeller güzeli Dunja, Petersburg'da 'kucaktan kucağa gezen' bir sokak kadını olur. Kendisini yürekten seven bir de aşığı var; Mitja. Dedikodu artınca Menzil Bekçisi durumu anlamak için gelir. Minski, Dunja'nın ricası ile sahte bir düğün düzenliyor. Böyle kandırılan yaşlı adam, trenle geri dönerken ağzı kulaklarındaydı. Ama arkasında bir trajedi, Mitja ve Dunja'nın intiharı var.
Konu bizde çok sevilmişti. 'Kaderin Cilvesi' (1966) gibi onlarca başka örneğini seyredeceğiz.
'Hancının Kızı'nın çekimleri, Kıbrıs-İstanbul ve 'Yavru Vatan'daki kanlı 63'ün kışında. İlk gösterimi,18 Mayıs 1964, Pazartesi günü (Beyoğlu) Şan Sineması'ndaki suarede. Ada'da, Limasollu Ertuğrul Şahin'e ait sinemalarda (Ağustos, 1965). O zamanki 'Lefkoşa Uçak Alanı'; Anadolu Caddesi; Beşparmak Dağları; St. Hilarion Kalesi ve Kıbrıslı birkaç kişi görülebiliyor. Magosa'nın ise sadece ismi var.
Evrim Fer ve annesi Fahriye Tamkan'ın kurdukları (1962) Fer Film'in (adresi: Büyükparmakkapı Sokak, No. 30, Kat 2) ilk yapımlarından.
'Türkiye-Yunanistan ilişkilerine zarar verir' diye Sezer Sezin'in başrolde olduğu "Kıbrıs'ın Belası Kızıl E.O.K.A." (1959) yasaklanmıştı. Belki bu korkuyla, 'Hancının Kızı', Ada'daki olaylarla hiç ilgilenmiyor. Daha önce Kıbrıs konulu iki film var ama oradaki çekim bir ilk.
110 dakika ve bunun 12 dakikası şarkı, türkü, kanto, göbek havası. Kazım Kartal'ın (o zamanki soyadı 'Dilcan') ilk filmi. Jenerikte adı olan Rasih Işıkman, İngiltere'de 'Kıbrıslı Türk Örgütleri Konseyi Genel Sekreteri' ve 'Mustafa Kemal Derneği Başkanı'. Eşi Fatoş Işıkman ile 'Hornsey Atatürk Okulu' kurucularından.
Kıbrıslı Kadir Baba, feleğin çemberinden geçmiş bir adam. 'Fareler ve İnsanlar'daki (1937) (John Steinbeck) Lennie'ye benziyor biraz. Güçlü kuvvetli ama inanılmaz ölçüde saf. Olanları, derinlemesine anlamak bir yana, göründüğü şekilde algıladığı bile kuşkulu. Ahmet'in Ayşe'ye olan aşkını film süresince fark etmiyor. Dertleştiği 'kişiler' ise 'Sarı Kız' ve 'Nazlı' adlı iki inek. Aslında bir ineği daha var ama adını öğrenemiyoruz.
Köye yakın bir Han'ın sahibi. Yoksul işçiler için lokanta ve otel gibi bir şey. Ahmet, Onlara "Daimi geçiciler" diyor, ne demekse. 'Zehirli Hayat'ın (1967) simitçisi Ahmet Yıldırım da aralarındaydı.
Yemekler, pompalı (siyah beyaz filmde belli olmuyor ama 'sarı') gaz ocağında pişiyor. Pilav, çorba, taskebabı. Duvarda, kurutulup ipe geçirilmiş biberler. Bir köşede pırasa.
Konuşmalar, günümüz 'fastfood'larındaki 'zorunlu nezaketten' çok farklı. "(Bağırarak) Ekmek nerde kaldı... Açlıktan öleceğiz... Amma uzattın be Kadir Baba. Karnımız bunlarla doymaz, çorba nerde?" Yanıtlar da aynı minvalde. "Ee, patlamayın be... Bir dakika bekleseniz ölmezsiniz... Geliyor, geliyor. Ne sabırsız şeylersiniz." Ayşe'nin bu curcunaya katkısı "Ölmediniz ya, getiriyorum işte" şeklinde.
"Hancı dediğin konuksever insandır. Halden, dertten anlar." Kapısını çalan herkes Tanrı misafiri. "Paranın ne önemi var. Hatır, gönül her şeyden kıymetlidir buralarda." Dünyadaki tek dikili ağacı, kızı. Etrafta daha iyisini göremiyormuş. Ayrılırsa, dayanamaz ölür mutlaka. O'na, ana da olmuş, bacı da, kardeş de. "Ölmeden emin ellerde görmek isterim." Her dediğine 'eyvallah' diyor Ayşe'nin.
Çok çalışkan bir adam. "Buralarda güneş, kimsenin üzerine doğmaz" demesinden belli zaten.
Ayşe ise aklına estiğini yapan, dağ bayır çekirge gibi dolaşan bir kız. Hiç durduğu yok. Arada sırada Lefkoşe'ye iniyor. Sinemaya bile gitmiş bir kez! Sadri Bey'in ağzı sulanarak söylediği gibi "Ateş gibi, cin gibi maşallah". Akıllı, uslu. Ne yapacağını bilir. Annesiz büyümüş. Tahsili ilkokul 5'e kadar. Öyle güzel ki Sadri 'çalılar arasında parlayan bir güle benzediğini' söylemişti. Fırsat buldukça Akdeniz'i gören bir tepeye çıkıp hayal kuruyor. Aklında hep 'peri masalı' İstanbul. Babasından senelerce dinleye dinleye dertlisi olmuş 'yedi tepeli şehrin'. "Dantel gibi uzayan Boğaz'ın iki tarafında (şimdi yerlerinde yeller esen) yemyeşil sırtlar. Cıvıl cıvıl kaynaşan vapurlar. Bir Köprü (Galata). Denize gölgeleri düşen, ince, narin minareli camiler." Kadir Baba'ya göre 'zararlı şey' bunları düşünmek. "Bir gün gelir, o hayallere erişmek ister insan."
Sesi de kendisi gibi güzel genç kızın. İş görürken oyalanmak için Anavatan hasretiyle dolu türküler söylüyor hep. Kasabadan ne eşraf çocukları talip olmuş da hiçbirine varmamış.
Ahmet, 'TN. 3781' plakalı kamyonun şoförü. Sevmesini de nefret etmesini de bilen erkeklerden. Bir zamanlar İstanbul'da çalışmışlığı var. Ayşe'yi çok sevmiş. Peşinde sürüklenip duruyor. Arada bir, yemekleri için kızdırmasa işi rast gitmez; "Sen yaptıysan sağlam bu hafta hasta yatacağız demektir. Artık o mideden hayır bekle." Ama acıkınca 'soluğu orada alıyor'. "Kızma be Ayşeciğim, sen önüme çakıl taşı bile koysan afiyetle yerim" iltifatına "Müşteriysen müşteriliğini bil" yanıtını ve iki kez de 'ekmeği koparmayıp bıçakla kesme dersi' alır genç kızdan.
Öyle denize bakıp İstanbul hayalleri kurması yok. "İnsanların hepsi büyük şehirlerde yaşamazlar. Hayatından memnun mesut insanlar ekseriya bizim gibi, köylerde yaşayanlardır. Ben gittim, bilirim. Orada insan, akan coşkun sele kapılmış bir dal parçası gibi hisseder kendini. Hâlbuki buralarda hepimiz kökü sağlam birer çınar gibiyiz." (Ne yazık ki zaman, yanıltacaktır Ahmet'i).
Dilinden anladığı tek şey, markası belirsiz 'o köhne kamyon'. Sonradan son model bir 'DeSoto' ile göreceğiz kendisini.
İnsanlar arasındaki iletişim kopukluğuna bir örnek. Ahmet'in canı sıkılmış. Kamyonla giderken kendisini rahatsız eden arabayı anlatıyor. Kadir Baba'nın yanıtı; "Adam sen de, bu da dert mi? Sen aç mısın, ondan haber ver." Biraz sonra Kadir Baba, Ayşe'nin hayalciliğinden yakınıyor. Bu kez de Ahmet "Hayal kurmak her genç kızın olduğu gibi O'nun da hakkı" diyor. 'El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar' deyişi geliyor aklımıza.
Sadri ile karşılaştığımızda 'AZ 564' plakalı otoyla Ahmet'i deli ediyordu. Bozulan arabasını birkaç kişinin yardımıyla hana getirmiş. "Üç saattir yola arabayla uğraşıyorum. Dünyadan haberiniz yok. Burada keyif çatıyorsunuz" diye azarlıyor Kadri Baba'yı. Az sonra Ayşe'yi, güzelliğini görünce afra tafrasından eser kalmaz. [Aynı şeyi 'Der Postmeister'deki Yüzbaşı Minski de yaşamıştı. Sinir bozucu bir yolculuk sonrası 'tam sesini ve kamçısını yükselterek' Menzil Bekçi'ni azarlayacakken, bu gibi sahnelere alışık Dunja, hemen bölmenin arkasından fırlayarak bir şeyler yemek isteyip istemediğini sorar. Genç kızın ortaya çıkışı 'yatıştırıcı 'etkisini hemen göstermiş (sf. 113)]. Dahası, orada kalışını uzatmak için arabanın bir parçasını saklar Sadri. (Minski, hasta numarası yapmıştı). Mimar-mühendismiş (aslında gazinocu). Kadir Baba "Okumuş bir adam olduğunuz belli zaten" diyor. Kıbrıs'ta bulunma nedenini "Dedem buralarda uzun süre kalmış. Oldukça da geniş bir toprak bırakmış. Senelerce de arayan soran olmamış. Şimdi epeyce kıymetlenmiş tabii. Müşteriyle hemen hemen anlaştık gibi" diyerek açıklıyor. Senaryoda bu 'geniş toprak' konusunun sonu belli değil.
Böyle kibar birinin oraya gelişiyle (ilkmiş) hancının dünyası değişir. Müdavimlerden İhsan Bayraktar şaşkın; "Senin Han'a böyle müşteriler de geliyor demek". Kadir Baba'nın çelebi yanıtı; "Burası Han çocuklar! Açı da gelir, toku da."
Bazı kararlar alır yaşlı adam; "Etrafı boyayıp pırıl pırıl yapmalı... Şoseye de levha koyacağım 'Uğurlu Han'a hoş geldiniz' diye... Bunca sene insanlığımızı unutmuşuz. Bundan böyle haftada 1-2 defa tıraş olacağım. Mintan değiştireceğim." Zekâsında bir kıpırdanma bile olur! Farkına varmadan yaptığı bir espri; Arabası için kasabadaki en iyi ustanın getirilmesini isteyen Sadri'ye "Zaten bir tane var" diyor! Tek olunca 'en iyi olmak' çok kolay!
Zengin konuğa gösterdiği saygı rahatsız edici boyutta. Kızına göre; "Aman baba, pervane oluyoruz işte." Şehirden gelen tamirciye göreyse; "Kimin nesi ki böyle itibar ediyorsun?"
Sadri, zayıf noktasını anlamış Ayşe'nin. İstanbul'u anlatıyor. "Bir semtini sevmek için bile ömür kısa" diyerek Yahya Kemal'in kemiklerini sızlatır. "Caddeler, sokaklar, meydanlar, yüksek binalar. Güler yüzlü, neşeli, temiz insanları birbirine ulaştıran beyaz güvecinler gibi vapurlar (Kani Kıpçak'ın seslendirmesiyle 'vaporlar'). Masmavi deniz. Geceleri her yer gündüz gibi pırıl pırıldır. Gazinolar, sinemalar, tiyatrolar dolar boşalır. Geniş yolların iki tarafındaki büyük dükkânlarda dünyanın en güzel şeyleri satılır... Kimse kimseye kötülük etmez. Bahçeler çiçeklerle doludur. Mavi göklerdeki uçakları kuş gibi uçuşur. Yer altında tüneller işler." Bütün İstanbul'u ayaklarının dibine serermiş Ayşe'nin! Tek istesin. ("Ahmet, sana İstanbul'un tek taşını bile veremez" diyerek de rakibini gözden düşürme çabasında. İki erkek, birbirlerini 'beyzade' ve 'külhanbeyi' sözleriyle küçümsüyor).
En güzel dağ çiçeklerinden bile daha güzelmiş. Böyle perilerin yeri buralar değil cennet İstanbul'muş.
Gazinocu mühendisin davranışı tam bize göre! Genç kıza sahip olana dek yapmadığı şaklabanlık kalmaz. 'El üstünde tutacak, peri masallarındaki gibi yaşatacak, ömrü boyunca böyle bir kız aramış'. Daha neler, neler. Amacına ulaştıktan sonraysa 'dövüyor'!
Kadir Baba için 'şehirliler başka insandır'. Usul erkân bilirler. Sadri de 'helal süt emmiş, sözünün eri' birine benziyormuş! "Böyle efendi yabancılardan insana zarar vermez." İnce terbiye görmüş asil insanlara canı kurbanmış.
Ahmet ise farklı. "İnsanlara hemen inanıp güvenirsen gönülcüğün çabuk yaralanır" görüşünde. Arkadaşı Hüseyin de "Böyle herifler kurt olur. Allah bilir kızı dost yapacak" diyordu.
Ama kaderin akışına kimse engel olamaz. Sadri, İstanbul'a götürür genç kızı. Nikâh orada olacakmış! Duy da inanma! 'Amacına' ulaşması 'limonata gibi bir' içki ile. Kız kardeşi Zerrin "Böyle şeyler herkesin başına gelir" diye teselli ediyor(!) Ayşe'yi.
Aylar geçip evlilik haberi uzayınca, handa söylenti almış yürümüş. "Kadir Baba, onu bunu bırak da nikâhtan bahset biraz... Seni uyutuyorlar... İstanbul'da insan isterse iki günde evlenir... Elin herifi bunca zaman gönlünü hoş ettikten sonra nikâh kıyar mı hiç. Çoktan bıkmıştır. Yakında başından savar. Dua et de peşine bir torun katmasın!"
Çaresiz önce Mersin'e, sonra da trenle İstanbul'a yol görünür. Hancımız da 'Der Postmeister'deki gibi sahte bir düğünle aldatılır. Tekrar Kıbrıs'a dönerken çok mutluydu. Kızının duvağını gösterecekmiş handaki o kendini bilmezlere!
Sadri'nin sonu çok kötü. 17 yumruk, birer diz ve tekme yedikten sonra iki tren arasında kalarak can verir.
'Son' yazarken Ahmet, Ayşe'ye koşuyordu. Filmdeki 'Maziyi Unutma' şarkısı, beraberliklerine bir engel değil şimdilik!
'Hancının Kızı'ndaki melodiler;
'El Cid'deki (1961) (Miklós Rózsa) 'Prelude' (00.00 - 02.37 arası) Jenerikte. 'The Twins' (00.50 sonrası) 2 sahnede (Ayşe ve Ahmet tepede konuşurken; Hüseyin "Neredesin be Ahmet? Bir delilik yapacaksın sandım. Meraktan öldüm be" derken). 'Death Of El Cid/The Cid's Death' 4 sahnede (Sadri, handaki ilk günde uyanırken; Ahmet, Ayşe ve Sadri'yi beraber görünce; Han'da, Ahmet ve Sadri göz göze gelince; Ayşe, Sadri'nin yatağında uyandığında). 'Farewell' 9 sahnede [(02.19 sonrası) Ayşe ve Sadri, denizi gören tepedeyken; (02.52 sonrası) Genç kız, şehre giden Ahmet'te, elleri için krem ısmarlarken; Ahmet, Ayşe'nin boynuna kolye takarken; (04.00 sonrası) Ayşe, babasına, Sadri'nin verdiği kolyeyi gösterirken; Kadri Baba "Ayşe'den mektup vardır elbet" derken; Ahmet'e "Sen İstanbul'dayken Ayşe sana emanet" derken; Ayşe, bardağa içki koyarken; Talia Saltı, Ahmet'e çorba getirdiğinde; Ahmet "Bir zamanlar bunlar da bir Ayşe'ydiler. Ama ipek çorap, süslü elbise, kürk manto uğruna neleri feda etmediler ki" derken]. 'Battle Of Valencia' 9 sahnede [(06.00 sonrası) Sadri, İstanbul'u anlatırken; Ayşe ve Sadri, havaalanına giderken; Sadri, Ayşe'ye "Ne kadar yükseklere çıkarsan çık hiçbir zaman hancı kızı olduğunu unutma. Bana karşı geldiğin anda seni mahvederim" derken; Ahmet, gazinoya tekrar gidip fedaileri döverken; Kadri Baba "Ay geçti, hâlâ yazmadı. Bunda bir iş var" derken; İstanbul'a tren yolculuğunda; Ahmet "Eğer bu oyunu Kadir Baba'ya sezdirirseniz yüreğine iner" derken; (Son saniyeler) Kadir Baba, trenle hanına dönerken; (İlk saniyeler) Ahmet ve Sadri yumruklaşırken]. 'Prelude' (0.45 sonrası) Ahmet ve Hüseyin, benzin istasyonunda konuşurken. 'Forgiveness' 3 sahnede (Sadri, handa, çakmak çakıp Ayşe'yi seyrederken; Kadir Baba, kızına, beraber gelemeyeceğini söylerken; Kadir Baba, handaki müşterilere kızının mektubunu göstererek "Yazıya bakın, inci tanesi gibi! Tabii, 5'e kadar okuttu O'nu babası" derken). 'Love Theme' 3 sahnede (Sadri "Vakit az kaldı. Yukarı çıkıp Ayşe'yi alayım" derken; Ayşe "Zavallı babacığım, yapayalnız kalacak. Ben ne fena bir kızmışım" derken; Bavulları arabaya yüklerken). 'Overture' 2 sahnede (Ahmet, uçağın arkasından bakarken; Ayşelerin uçağı Yeşilköy'e vardığında). 'Intermezzo' Düğünden ayrılan Ahmet, yolda yürürken.'The Legend And Epilogue' Film biterken.
'Gone With The Wind'deki (1939) (Max Steiner) 'Main Title' 4 sahnede (Sadri, Ayşe'yi görünce; Genç kız masalara ekmek koyarken; Ayşe, babasını uyandırırken; Kuafördeyken). 'Driving Home: Gerald O'Hara, Scarlett, Tara' 4 sahnede (Kadri Baba, Sadri'nin yemeğini getirince; Sadri, Ayşe'ye "Desenize hanın uğuru sizden geliyor" derken; Sadri, Ayşe'yi kız kardeşi ve eniştesi ile tanıştırırken; İstanbul'daki ilk izlenimler sırasında).'Barbecue At Twelve Oaks' 2sahnede (Ayşe, inekleri götürürken; Kadir Baba, Ahmet'le konuşmak için benzin istasyonuna geldiğinde).
'West Side Story'deki (1961) (Leonard Bernstein) 'The Rumble' 4 sahnede (Sadri, sarhoş edip uyuttuğu Ayşe'yi evine götürürken; Ayşe, gazinoda Ahmet'i gördüğünde; Gazino dışındaki kavgada; Sadri, Ayşe'ye "Kaltak! Artık bir kişi sana yetmiyor mu" derken).
'(Benim Gönlüm Sarhoştur) Yıldızların Altında'(1931) (Nihâvend) (Beste, Kaptanzade Ali Rıza Bey / Güfte, Ömer Bedrettin Uşaklı) Gazinodaki dansta.
'A Midsummer Night's Dream (Wedding March)' (1842) (Felix Mendelssohn) Sahte düğünün başlangıcında.
'La Cumparsita' (1916) (Gerardo Matos Rodriguez) Yeni evlilerin(!) düğün dansında. (Araksi Hebo "Ohoo! Bunlar gerdeğe gireli yıl oldu, ne düğünü bu böyle" diye neşelenmekteydi).
Ayşe, Hülya Şengül'ün sesiyle 1 türkü ve 3 şarkı söylüyor (9 dakika 20 saniye).
'Bülbüller Düğün Eyler' (Urfa türküsü) (Düzenleyen Muzaffer Sarısözen - 1942) (1 dakika 32 saniye); "Bülbüller düğün eyler//Bilmem ki ne gün eyler//Ben feleğe neyledim//Bana bildiğin eyler//**//Bülbülüm neva bilmem//Dertliyim deva bilmem//Bana bir dert ki gelmiş//Başımdan savabilmem//**//Bu dağın dudu benden//Geçmez aşk odu benden//Baktı yarem sağ olmaz//Tabip el yudu benden."
'Âlemde Gündüz Gönlüme İşkencedir' (1958) (Beste Polat Tezel / Güfte Cahit Sıtkı Tarancı) (1 dakika 26 saniye): "Âlemde gündüz gönlüme işkencedir//Bence bayram ufukta gün bitincedir//**//Günün geçit vermez karlı dağlarını//Sanki sihirbaz bir el eritincedir//**//Âlem ister gülsün ister ağlasın//Bence bayram ufukta gün bitincedir."
'Elbet Gönüllerde Sabah Olacak' (1961) (Nevâ Bûselik) (Beste, Sadettin Kaynak / Güfte, Mustafa Nafiz Irmak) (2 dakika 47 saniye): "Elbet gönüllerde sabah olacak//Bir gün ağlayanlar ferah bulacak//Unutma ki benimsin, biricik sevgilimsin//**//Sensiz bil ki tadı yok baharın da kışın da//Ümidim şimdi pek çok o tatlı bakışında."
'Ne Zaman Duysam Bülbülün Sesini (Maziyi Unutma)' (1963) (Uşşak) (Coşkun Erdem) (3 dakika 35 saniye) "Ne zaman duysam bülbülün sesini//Hatırlarım hemen aşk bestesini//Maziyi unutma eski günler//Yâd edelim artık geçen/eski günleri//Maziyi unutma eski günleri."
Ayrıca başka sanatçılardan dinlediğimiz kanto'[Ufacıksın Tefeciksin' (35 saniye)], türkü ['Ceviz Oynamaya Geldim Odana' (5 saniye)] ve iki sahnede (30 saniye + 1 dakika 36 saniye) göbek havası var.
'Maziyi Unutma' ve 'Kader Böyle imiş' şarkılarının bestecisi kanuni Coşkun Erdem, Haziran-1966'da, iğfal ettiği iddia edilen kızla evlenmeyi kabul edilince hapisten tahliye edilmiş! Mahkeme kararıyla 5 yıl süreyle eşinden boşanamayacakmış. Dördüncü kez evlenen Erdem "Fikret Hakan'la evlilik yarışına girdiğimi zannetmeyin. 'Kader böyle imiş, ne söylesem boş'. Gürültülü evliliklerimin birinde mutluluğa kavuşacağım" demiş. Sanatçının eski eşi dansöz Zennube de nikâha, siyah bantlı bir çiçek göndermiş!
'Alemde Gündüz'ün bestecisi udi Polat Tezel, 1933-Nevşehir doğumlu. Orta halli bir bankacının oğlu olan sanatçı, sevdiği kızın başkasıyla evlendirilmesi üzerine müzik çalışmalarına başlamış (1958). Bazı besteleri: 'Sevda Yolları'; 'Postacı'; 'Seni Andıkça'; 'Alma Mazlumun Ahını'; 'Sana Gelen Yollar'; 'Kimbilir Hangi Akşam'; 'Ne Dalım Çiçeğim Bir Kuru Yaprağım Yok'.
Filmde devamlılıkta aksama olan bir sahne; Babası 'testi ile su ve havlu' ister. Ayşe, odadayken ve çıktığındaki giysileri farklıydı. Bir başka sahne; Şehirden, arabanın tamiri için Usta gelmiş. Burada iki hata var. Yolda arızalanan ve Han'a çekilen 'AZ 564' plakalı araba ile Usta'nın gözden geçirdiği araba farklı. Ayrıca, motora bakarken Sadri'den arabayı çalıştırmasını ister. O da bozuk arabaya bineceğine tamircinin Volkswagen minibüsüne binmiş!
Max Steiner (tam adı Maximillian Raoul Steiner), 110 kişilik orkestra ve 50 kişilik koro ile 3 ay çalışarak 230-240 dakika süren 'Gone With The Wind' için 282 melodi bestelemiş. 110 dakikalık 'Hancının Kızı'nda ise 85 melodi var.
Hüseyin, kahramanımızın iyi arkadaşı. Kıbrıs'taki BP benzin istasyonunda (ama çekimler İstanbul, Yeşiltepe'de yapılmış) tamirci. Ahmet'in, Ayşe'ye aldığı kolye için "Kadın kısmına eliaçık görünmeye gelmez, sonra yanarsın ha" demişti. Gerçi genç kız öylesi değil, gözü toktur ama 'en toku da para istermiş'. (Gerçekten de Sadri çok daha pahalısını verince, Ahmet'in hediyesi yere atılacaktır). İstanbul'a gidip '34 AY 119' plakalı takside şoförlüğe başlar Hüseyin. Önceleri "Kendi düşen ağlamaz. Adam ne kadar kötü olsa da asıl kabahat kızdadır" diye Ayşe'yi suçluyor. Sonlara doğruysa Ahmet ve Kadir Baba'ya yüklenecektir.
Beraber İstanbul'a gitmesi önerilince "Okumam yok yazmam yok. Elim bağrımda boş oturamam. Şehirde ne iş bulabilirim ben. Damat hatırı için işe koyarlarsa utanırım" demişti Kadir Baba. Ancak Sadri'nin kızına karşılık verdiği bir avuç parayı kabul ediyor. Bu durum "Bende emanet dursun. İkiniz için saklarım" sözleriyle masum gösterilmiş.
Ayrılırken ağlayan kızına söyledikleri bir espri gibi; "Hadi yeter artık! Bütün mintanım salya sümük oldu. Amma da sulu gözlüymüşsün. Anasına çekmiş. Bizim tarafta ağlayan kadın yoktur!" Damat adayına "Benden sana nasihat oğlum, cennet kocanın ayağı altındadır. Bundan gayrı eti senin, kemiği benim" demesi ise biraz rahatsız edici.
Bir sahnede ağzının payını verilir Sadri'nin. Beyimiz "Bir şoför nihayet" diye küçümsemişti Ahmet'i. "Ben de bir hancı kızıyım. Sizler gibi yüksek insanlar değiliz, Efendim" diyor genç kız.
Ahmet-Eşref Kolçak; Ayşe-Evrim Fer; Kadir Baba-Kadir Savun ve hanı; Sadri-Reha Yurdakul ve kız kardeşi Zerrin-Handan Adalı; Leyla-Diclehan Baban; Yönetmen yardımcısı ve Sadri'nin eniştesi Kemal-Orhan Aykanat; Hüseyin-Kazım Kartal ve annesi Talia Saltı; Düğündeki Araksi Hebo; Sadri'nin gazinodaki adamı İsmail Varol; Pavyon şarkıcısı-Hikmet Gül; Kıbrıs; İstanbul çok güzeldi.
Ayşe'yi Nevin Akkaya; Ahmet'i Toron Karacaoğlu; Kadir Baba'yı Kemal Ergüvenç; Sadri'yi Kani Kıpçak; Hüseyin'i Agâh Hün; İhsan Bayraktar ve "O'na etmeyecek de bana mı edecek" diyen han müşterisini Fikri Çöze seslendirmiş.
Eşref Kolçak: Dede Harun ile torun Harun arasında sessiz köprü! Erzurum'un Kızılimaret köyünde 'sarı saçlı, ela gözlü, ince bir çocuk'. Dokuz ay süren kışlar. 'Okul, kilometrelerce uzaktaki karşı köyde'. Kar, kurt, kara çamur. Enis Rıza Olcayto, 'Sivas Yollarında' şiirini (Adamın Biri-1943) (Cahit Külebi) Eşref Kolçak için biraz değiştirmiş; "Erzurum yollarında geceleri//Ağır ağır kağnılar gider//Tekerlekleri meşeden//Ağır ağır kağnılar gider//Bir rüzgâr eser bıçak gibi//El ayak şişer."
İkinci Dünya Savaşı sırasında, geceleri ışık yakılmayan, İstanbul'a göç. Mehmet Pehlivan Sokağı, Süleymaniye Camisi yakınlarında Haliç'e bakan bir akraba evi. Sultanahmet Sanat Enstitüsü, kundura tamirciliği, marangozluk, boyacılık, dokumacılık, gazete satıcılığı. Sonra Şehir Tiyatroları'nda figüranlık. Cahide Sonku'lu 'Fedakâr Ana' (1947) filminde bir rol. Askerlik ve Neriman Köksal ile 'Affet Beni Allahım' (1952). Artık 'jön prömiye'. Bir söyleşide "Sıkıntılı günler Haliç'in dibinde yatıyor" demiş. 'Hancının Kızı'nda 'siyah kehribar ağızlığını' göremedik ama mütevazı 'Bafra Sigarası' masa üzerindeydi. İki gazino sahnesinde de 'İstanbul H. 33171' plakalı, 1956 model siyah (sonraları maviye boyanacak olan) Citroen'i uslu uslu bir köşede bekliyor.
'Der Postmeister'de, Mascha rolündeki Roman sanatçı Margit Symo'nun göğüsleri açık dansı olay olmuştu. 'Hancının Kızı' bu kadarına cesaret edememiş. Bir göbek dansıyla işi geçiştirilmiş.
Ayşe ve Ahmet, İstiklal Caddesi'ndeyken Zoi Laskari'nin başrolde olduğu '4000 Kanun' filminin afişi dikkat çekici. Aralık, 1963'te (Beyoğlu) Atlas Sineması'nda gösterime girmişti. Orijinal adı 'Nomos 4000' (1962).
Kadir Baba, kızı ve damadını(!) ziyarete ediyor. Beşiktaş'taki Ergun Pastanesi'nden bir paket var elinde. Telefonu 47 29 27.
Puşkin, öyküsüne Prens Vyozemski'nin bir sözünü almış; "Sıradan, küçük bir kâtiptir. Menzil bekçisi oldu mu diktatör kesilir!"
Der Postmeister, kızının mektuplarını, dertlerini, sevinçlerini ahırdaki 'atlarla' bölüşüyor. Bizim hancımız ise 'ineklerle'.
Ayşe ve Sadri, Lefkoşe'de Cyprus Airways 6-AOCC uçağına binmişlerdi. Yeşilköy'e vardıklarında Türk Hava Yolları'na ait pervaneli TC-SET'ten iniyorlar.
'Koca İstanbullu Bey', nikâh falan yapmadan Ayşe'yi koluna takıp götürmüş. Ahmet "O herife mi emanet ettin Ayşe'yi? İki günlük adama nasıl kız verilir? Söylesene, aklını mı bozdun?" diyor. Kadir Baba, hâlâ, hiçbir şeyin farkında değil; "Ahmet oğlum, sen gençsin. İnsan tanımazsın ama ben bir bakışta anlarım adamdan! Kızıma ('Kızımın başına' demek istedi galiba) devlet kuşu kondu, devlet! Bizleri seviyorsan sen de bayram et!" 'Bir bakışta anlaması' böyleyse!