Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
'They Shoot Horses, Don'tThey?' (1969) filmindekine benzer ama daha insaflı bir dansın sürdüğü 'Dancing Hall'da biri yorgun diğeri tedirgin iki genç. Delikanlının böyle bir yere ilk gelişi. "Çok şey kaybetmişsiniz" diye gırgır geçiyor Fatma. Hazırcevap olduğu belli. "Kimbilir dans etmekten ne kadar bıkmışsınızdır" ve "Her zaman böyle kalabalık mı olur burası" sorularına yanıtı "Ne münasebet, bıkar mıyım hiç? Bunun iki misli dans etmek isterim" ve "Hayır, kapandıktan sonra kimse kalmaz" şeklinde!
Cornell Woolrich'in William Irish adıyla yazdığı 'Deadline at Dawn'ın (1944) ('Bire On Vardı') (Akba Yayınevi-Aralık, 1962) (Çeviren Leyla Soykut) Yeşilçam uyarlaması. Haziran-Eylül arasında çekilip 20 Kasım 1963, Çarşamba günü (Beyoğlu) 'İnci', (Beyoğlu) 'Yeni Taksim', (Aksaray) 'Bulvar', (Çarşıkapı) 'Şık', (Kadıköy) 'Opera' sinemalarında gösterime girmiş.
'Büyük şehrin kahredici çarkında kaderin buluşturduğu iki gencin öyküsü'. Bir 'Dancing Hall'. Giriş 3, dans 1 lira. Bilet alan her delikanlı oradaki kızlardan biri ile dans ediyor. Fatma da 'görevlilerden'. Artık yorulmuş, gözü saatte. 'Bire on var'. [Ruth Coleman'ın da şehirdeki tek arkadaşı, pencereden görünen Paramount Saat Kulesi (sf. 8). Tuğla rengi saçları nedeniyle 'Bricky' derlermiş genç kıza]. Yüksek topuklu pabuçlara alışamamış bir türlü. İş bitip tek odalı eve giderken Hüseyin Güler'in saldırısına uğrar. Mehmet de [romanda Quinn Williams] 'Dancing'deydi o gece. Delikanlının yardımıyla kurtuluyor. 'Sıcak bir çay' (romanda 'kahve') için odasına davet eder kurtarıcısını.
İnanması zor ama ikisi de Tarsuslu ve komşuymuş! Üstelik aynı Muradiye Mahallesi, Çarşıyolu Sokak'tan! Öyküleri birbirine benziyor. "Hangimizin rüyasına girmedi ki İstanbul." Genç kız 5 yıl önce gelmiş buraya. "Filmlerde gördükçe yüreğim 'hop' ederdi. 'Bir gün gitsem oraya' derdim. Sonra kendimi Haydarpaşa Rıhtımı'nda buldum." Elinde bavul, cebinde iki tane yüzlük, kafasında olmadık hayaller! Denizin ötesinde yükselen şehir, Köprü'nün (Galata) gerisinde batan güneş, kıpkızıl bir gök. Görüp göreceği şenlik bu kadar. "Deli bir kızın kafasında ne olabilir, artist olmaya gelmiştim. Meşhur olacaktım. Zengin olup anneme bakacaktım, kardeşlerime. Sonrasını görüyorsun işte. Bu şehir böyledir, insanı ya yüceltir ya da ayağının altına alır, ezer. Ezer de posasını çöplüğe atar." Kaç kez karar vermiş, ta otobüse kadar gitmiş ama dönememiş memlekete bir türlü. "Böyle mi döneydim. Ölüm gibi bir şey geriye dönmek. Her şey olup bitmiş. Nasıl bakardım yüzlerine. Yeniden nesine başlanır böyle bir hayatın." İstanbul yapışmış yakasına bir kere, çamura batırmadan bırakmaz. Bu koca binalar, ışıklı sokaklar, her tarafa yayılan büyü. İnsan bir düştü mü mahvolmadan çıkamıyor.
Delikanlı 1 yıl önce gelmiş buraya. "Adana'daydık, babam memurdu. Emekli olunca Tarsus'a yerleştik... Tıpkı senin gibi başladı hikâyem. Akın akın İstanbul'a gidiyordu millet. 'Bir Mehmet Demirci mi fazla bu kadar insanın arasında' dedim. Haber bile vermeden ayrılmıştım evden. Elektrik işlerinden anlarım biraz." Orda burda sürünmüş bir zaman. "En son, iyi bir işe girdim. 20 lira gündelik alıyordum." Ustası ölünce dükkânın kepengi yüzüne kapanmış. İşsiz günlerin ardından kaldığı yerden de kovulur. "Aç ve perişandım." Aklına, sık sık tamir için gittikleri Murat Gürsoy'un evi gelir. Ve para, mücevher dolu kasası! Gece yarısı bir daha gider oraya. "Evet, çaldım ama çaldığım parayı ne yapacağımı bilemiyordum." Sokak sokak dolaştıktan sonra müzik sesi duyulan 'Dansing'e atmış kendisini.
Keşke birkaç saat önce rastlaşsalardı. Bütün bunlar olmaz, beraber dönerlerdi memlekete. Yenik belki ama beraber. "Birbirimize kuvvet verirdik."
Ama iş işten geçmiş bir kez. "Tarsus, nura kavuşmak için başka bir Mehmet Demirci'yi bekleyedursun." Polise gidecekken genç kız engel olur. "Her şeyin bitmediğine inandım birden bire. Bizi olmadık zamanda bir araya getiren talihi denemeye değmez mi? Aldıklarını yerine koysan. Bu, bizim için tek kurtuluş fırsatıdır."
Asıl macera, parayı geri vermek için gittiklerinde başlıyor. Murat Gürsoy öldürülmüş! Katil veya katilleri bulmak için önlerinde 5 (kitapta '7') saat var. Bu sürede Murat'ın sevgili Hale, karısı doğum yapan Ali Güner, Sevim ve yatalak babası Selahi İçsel, 3 tane Cahit Doğan ile karşılaşıyoruz.
Cinayetin çözümü Murat'ın çevresindeymiş. Kardeşi Selim alkoliğin biri. Abisinden habire para alıp Mirasyedinin Bebek Necla'ya (namı diğer 'Gece Kuşu') yediriyor. Hanımefendi de dostu Yusuf'a! Altın yumurtlayan tavuğu her gün sızdırmak yerine voliyi bir defada vurmak isteyince Murat'ı öldürmüşler.
Fatma ve Mehmet, sabahleyin Adana otobüsündeydi.
'Rock Around the Clock' (1953) (Max Freeman) Dancing'deki ilk saniyelerde.
'Sony Criss Plays Cole Porter' albümündeki (1956) 'Easy to Love' (1936) (Cole Porter) 3 sahnede (Fatma, Hüseyin Güler ile dans ederken; Sonlara doğru Mehmet'e sarılırken; 'Son' yazısı çıktığında).
Modern Jazz Quartet'in 'Lonely Woman' uzunçalarındaki (1962) 'Lonely Woman' (1959) (Ornette Coleman) (04.00 sonrası) 7 sahnede (Fatma yorgun argın evine geldiğinde; Pencereden Mehmet'e bakarken; Çay demlerken; Delil araştırması sırasında tütün tablasında iki izmarit bulduklarında; Kibrit deneyi yaparlarken; Yerde bir düğme bulduğunda; "İki kişi gelmiş buraya. Ağır bir koku süren solak bir kadınla, deri ceketli bir erkek" derken).
Miles Davis'in 'Miles Ahead' 33'lüğündeki (1958) 'The Maids of Cadiz' (1957) (Leo Delibes) 3 sahnede (Mehmet "O sabah içimde bir sıkıntıyla uyanmıştım" diye anlatırken; "Gayet lüks bir lokantaya gittim. Hayatta bir gün yiyebileceğimi tahayyül ettiğim ne kadar yemek varsa hepsini ısmarlamıştım" derken; Hastane koridorunda yürürken). 'My Ship' (1944) (Kurt Weill) Bir ipucu bulabilmek umuduyla Murat'ın üstünü ararken.
Stan Kenton'un 'Cuban Fire' albümündeki (1956) 'Fuego Cubano' (Johnny Richards) 3 sahnede (Kapı kolundan Mehmet'in eline kan bulaştığında; Sevim'den ayrılan Fatma, tekrar Murat'ın evine geldiğinde; Cahit Doğan, Mehmet'in kafasına vurduktan sonra).
Hank Crawford'un 'The Soul Clinic' uzunçalarındaki (1962) 'Easy Living' (1961) (Leo Robin / Ralph Rainger) Fatma, Adnan Uygur'un evindeyken.
Modern Jazz Quartet'in 'Pyramid' 33'lüğündeki (1959) 'Pyramid' (1959) (Ray Brown) Mehmet "İçerde biri var" derken.
John Coltrane'in 'My Favorite Things' albümündeki (1961) 'My Favorite Thing' (1959) (Oscar Hammerstein II / Richard Rodgers) Mehmet, benzincideki büfede Cahit Doğan'ı beklerken.
Ray Brown and Cannonbal Adderley'in 'His Bass, His Big Band' uzunçalarındaki (1962) 'Thumb String' (Ray Brown) Cahit ve Mehmet, arabada konuşurlarken.
Modern Jazz Quartet'in 'Fontessa' 33'lüğündeki (1956) 'Fontessa' (John Lewis) 2 sahnede [Fatma, Necla, Selim ve Yusuf, Murat'ın evine geldiklerinde; (09.40 sonrası) Fatma, pencereden "Mehmet, koru kendini. Katil burada" diye bağırdıktan sonra].
Oscar Peterson Trio'nun 'West Side Story' albümündeki (1962) "Something's Coming" (1957) (Leonard Benstein / Stephen Joshua Sonderheim) 3 sahnede [Necla "Hep senin başının altından (çıktı)" diye Fatma'ya saldırırken; Yusuf, tabanca ile ateş ettiği Fatma'nın peşinden koşarken; Mahzendeki kovalama sırasında].
Filmdeki şarkı.
April Stevens'in 'Teach Me Tiger' uzunçalarındaki 'I Want A Lip' (1960) (Nino Tempo) Cahit Doğan, Bodrum Lokantası'nda Mehmet'i beklerken; "I want a lip//And then I want another lip//I want two lips//To kiss me all the time//**//I want an arm//Then I want another arm//Yeah I want two arms//To hold me all the time//**//In other words I want a man//Yes a man//A man who's all in one//We'll put our lips together close together//And we'l have so much fun."
Hayata ikinci defa sıfırdan başlamak, talihi ikinci defa denemek. İki milyonluk şehirde iki genç, samanlıkta iğne gibi birbirlerini bulmuşlar.
Köşk çekimleri Erenköy'deki Mehmet Ali Paşa (sonradan adı 'Avukat Kani Nazım Dilman' oldu) Köşkü'nde yapılmış. Tuncan Okan 'filmin, ümit verici bir başlangıçtan sonra çığırından çıktığını'; 'Senaryoda hatalar yapıldığını'; 'Orijinal eserin bünyesinden gelen uygulama imkânsızlıklarından kaçınılamadığını' yazıyor (25 Kasım 1963).
Mehmet, 50 liralık; Quinn, (14. sayfada)10 (63. sayfada '15') dolarlık bilet almış. Bizimki 50, Amerikalı 100 kez dans edebilirdi bunla. Paydosta, geri kalan biletleri genç kızlara vermek isterler. Fatma da Ruth da "Kazanmadığım ('hak etmediğim' olmalıydı) parayı kabul edemem" diyor. Kitapta 5 dakikalık dans bileti 10 Cent. Bunun %25'i hanım 'görevlinin'. Delikanlılar, kızları pistin bir ucundan öbür ucuna sürükleyen iki ayak sadece!
Saat 01.00'daki paydosta "Şey, eve mi gidiyorsunuz" diyen Mehmet'e "Hayır, daha yeni geliyorum. 'Yüzümü görmesinler diye' de tersine yürüyorum" diyor Fatma hafif bir alayla. Sonrasında Hüseyin Güler'in 'nahoş' saldırısı var. "Anlaşıldı, kendini pahalıya satmak istiyorsun" sözleriyle bir taksiye atmak ister genç kızı. "Yardım edebilir miyim" diyen Mehmet ve Quinn'e; Fatma "Hâlâ soruyor! Kuvvetin yoksa Polis çağır", Ruth ise "Seyredecek ne var? Luna Park mı burası? Kuvvetiniz yoksa Polis çağırın" karşılığını veriyorlar. Saldırı sonrasında '34 EL 670' plakalı Citroen görüntüye geliyor. 'Tamirci Parçası'nda (1965) Avukat Avni-Nubar Terziyan'ın; 'Yağmur Çiselerken'de (1967) Ekrem-Ekrem Bora'nındı.
Sokakta yürürlerken Mehmet "Benim arkadaşım yok" demişti. Fatma'nın da yok. Olmasını da istemiyormuş. İkisi de "Rastlantının bu kadarı da" dedirtecek şekilde Tarsus'un aynı sokağından. Fatma'nın annesine yazdığı mektuptaki adres; Bayan Nuriye Pınar, Çarşıboyu, No 15, Tarsus. Ama konuşmalarında sokağın adı 'Çarşıyolu'. [Ruth'un annesi Anna Coleman, Glenn Falls, Iowa'daymış].
İstanbul rüyası kanına girmeden önce 'bir dükkân, küçük bir elektrikçi dükkânı' hayali içindeydi Mehmet. Evlerinin hemen altında var böyle bir yer. Tutulmamış, hâlâ öyle duruyormuş. Babası çok zorlamış, 'sermaye vereyim' diye. Kim dinler! 'İstanbul, Mehmetsiz olamaz' diye kafasına koymuş bir kere. Oysa yaşlı adam haklı. "Mahalle arasında bir elektrikçiye her zaman iş çıkar." 1-2 takım, birkaç parça mal. "Sen müşteriye gidince ben bakardım dükkâna. Temizliğini de yapardım" diyor Fatma. Vitrini ve bahçedeki portakal ağacını da küçük renkli ampullerle süslediler mi tamam! "Evleri, sokakları, mahalleyi, Tarsus'u nura boğardık."
Fatma'nın eve girişi, pabuçlarını çıkararak yorgun argın 4-5 kat merdiveni (sanki 'hayat yokuşu') çıkışı, çay demlemesi, bekçilerden saklanan Mehmet'i odasına alışı (toplam 4 dakika) çok etkileyici. İstanbul'dan kopmanın zorluğuna karşın, filmin sonunda Tarsus'a dönerken göreceğiz Onları.
Murat'ın evi Erenköy'de. Ama Mehmet, H. Cahit Doğan'a telefon ettiğinde Şişli'den aradığını söylüyor. Kasanın içinden yapılan çekimleri, 'İnsanlar Yaşadıkça'da (1969) tekrarlayacaktır Memduh Ün.
'İki gencin hali o kadar masum ki odada ceset olmasa deniz kenarında kumla oynayan iki çocuk hissini verebilirlerdi'. Fatma ürkmüş "Gözlerini kapa! Bana bakıyormuş gibi geliyor" diyerek cesedin gözlerini kapattırırken, Ruth ve Quinn buna cesaret edemiyorlar.
Hale, telefonda, Murat zannettiği Mehmet'e Kulüp X'teki mavi elbiseli, kızıl saçlı kadından söz ediyor. Fatma bunu 'mavi desenli, tek omuzlu bir elbise giyen kadın' olarak anlamış. Sonradan 'tek omuzu fiyonklu' diyor. Oysa telefon konuşmasında 'tek omuzlu elbise' ve 'fiyonk' yok. Romandaki 'elbise' ise ''yeşil'.
Mehmet, katiller için "İki milyon yaşıyor bu şehirde. Nerde bulursun onları. Samanlıkta iğne" demişti. Ama ipuçlarını başarılı bir şekilde değerlendiriyorlar. Murat'ın tabakasında Yenice Sigarası var. Kül tablasında ise Çamlıca sigarası (romanda Corona marka puro). Koltuklara oturma şeklinden katillerin iki kişi; 'Books' denen kibrit kutusundaki kokudan ve kibritlerin koparılışından birinin kadın ve solak; Yerdeki deri düğmeden (Murat'ın deri elbisesi yok) diğerinin erkek ve deri ceketli olduğunu bulurlar. Kapı tokmağındaki kan, birinin elinde yara olduğunu gösteriyor. Çekimlerde Tamer Yiğit'in eline bulaşan kan için kahve telvesi kullanılmış. Sanat yönetmeni ve yapım sorumlusu Semih Sezerli öğle yemeklerini hep 'bire on kala' hazırlatıyormuş.
Koparılmalı kibrit kutularında yakma şeridi öndeydi o yıllarda. Bir kıvılcımla tüm kutu yanabilirmiş! Güvenlik nedeniyle 70'lerden sonra kutunun arkasına alındı. 'No Clue'daki (2013) Phyliss-Nancy Robertson, şeridi önde olan kutuyu kullanan kişi için "Canına mı susamış" diyor. Böyle kibritler olsa olsa Çin'de üretilirmiş ancak!
Saat başları (bir kez de 4:30), 'High Noon' (1952) filmindeki gibi görüntü ve sesle anımsatılıyor. Hiçbirinde saat ile gong sayısı arasında uyumsuzluk yok. O kısa sürede yanlış kişileri izleyecek zamanları bile olur. Böylelikle, (filmin yapım sorumlusu da olan) Adnan Uygur'un sarkıntılık ettiği terzi kız Sevim'i ve yatalak babasını; Şişli Sıhhat Yurdu'nda tek kollu Ali Güner'i ve yeni doğan çocuğunu tanıyoruz. 'Nöbetçi' Sağlık Eczanesi'nde (Levent Meydanı, 19 numarada ve telefonu 49 22 77'ymiş) 'Nervital'in 'sinirlere iyi geldiğini' öğreniriz. Sonunda Murat'ın sarhoş kardeşi Selim ve karısı Necla'ya ulaşıyoruz. Cinayeti, Necla'nın dostu Yusuf işlemiş. Genç kadın kızıl saçlı ama 'Sarı Necla' diyorlar (diğer adı 'Gece Kuşu'). Dönemin modasına uygun olarak eteği 'jüponlu'.
Mehmet'in durumunu daha da zorlaştırmak için filmde üç tane Cahit Doğan var. Mehmet Ali Akpınar'ın canlandırdığı A. Cahit Doğan (Mahyacı Sokak, Eren Ap. 3/2 Tel. 44 01 38); Gülten Ceylan'ın filmde göremeyeceğimiz patronu F. Cahit Doğan (Beylerbeyi, Bayram Sokak, Bıçakçı Ap. 11/4 Tel. 49 59 76); Süha Doğan'ın oynadığı H. Cahit Doğan (Şişli, Ömer Efendi Sokak 3/2 Tel. 49 48 83). Mehmet '49'la başlayan telefon numarasını '48' olarak okuyor. Tabii, aradıkları Cahit Doğan ancak üçüncü denemede bulunur!
Gülten Ceylan'ın patronu 'geçen hafta İzmir'e'; Kitaptaki Arthur Holmes ise 'geçen Salı Kanada'ya' gitmiş.
H. Cahit Doğan, telefonda "İstinye Kavşağı'nda, benzincinin yanındaki büfede buluşuruz" demişti ama Mehmet, Ayazağa'ya gidiyor.
Suriye Pasajı'nın arkasındaki Yenice Oteli bir alem. Kapı gece yarısından sonra kilitleniyormuş. Fatma, Necla'yı görebilmek için zili çalar. Kapıyı ['Ümitler Kırılınca' (1962) filminde gördüğümüz pijaması ile] otelci Faik Coşkun açıyor.
'Deadline at Dawn'ın Hollywood çevriminde (1946) Alex bir bahriyeli ve izinli olarak New York'a gelmiş. Ölen kişi ise konsomatris Edna Bartelli. Katilin bulunması için taksi şoförü Gus Hoffman'ın yardımını görür kahramanımız. Filmin sonu şaşırtıcı. Katil, bu şoförmüş! Susan Hayward, Türkçe'ye tercümesi çok zor bir şey söylüyor; "Call me June. It rhymes with moon."
Romandaki 'Bricky'nin, Quinn'i tanıyana kadar, tek sırdaşı Paramount Kulesi'ndeki saat. Kitabın yazarı Cornell Woolrich'in de yaşamında dostu ve cenazesine katılanı olmamış. 'The Bride Wore Black' (1940) romanını, 'tek arkadaşı' Remington marka daktilosuna ithaf etmiş. Meşhur 'Rear Window' (1954) (Yönetmen Alfred Hitchcock) da 'It Had To Be Murder' (1942) öyküsünden. Bazı eserlerindeki takma adı George Hopley. İsminde 'Black' olan 6 kitabı var. 'Deadline At Dawn'ı dilimize çeviren Leyla Soykut (1921-20 Ağustos 1974) Hürriyet gazetesindeki 'Püf Noktası'nı da hazırlardı.
'Bire on kala' başlayan koşuşturma Topkapı'daki saat 7'yi vururken biter. Bazen dalgalı bazen sakin bir denize benzeyen filmin en güzel sözlerini Mehmet söylüyor Fatma'ya; "Beni öpmez misin, belki uğur getirir."
Fatma'yı Adalet Cimcoz; Mehmet'i Hayri Esen; Yusuf'u Sadettin Erbil; Süha Doğan'ı Agâh Hün; Necla'yı ve "Hangimiz bir şeye benziyoruz. Bir kere buraya düşmeye gör. Burdan ötesi yerimiz çöplük artık. Sıkılmış limon gibi" diyen genç kızı Alev Koral; Hüseyin Güler'i Erdoğan Esenboğa seslendirmiş.
Fatma-Fatma Girik; Mehmet-Tamer Yiğit; Sevim-Nuray Uslu ve babası Selahi İçsel; Yusuf-Hüseyin Baradan; İki Cahit Doğan-Süha Doğan ve Mehmet Ali Akpınar; Necla-Diclehan Baban; Murat Gürsoy-Reha Yurdakul, sevgilisi Hale-Zühal Tan ve '34 AK 359' plakalı arabası; Selim-Kaya Volkan; Ali Güner-Hakkı Haktan; Tacizci-Hüseyin Güler; Eczacı ve Reji Asistanı Tunç Başaran; Filmde göremeyeceğimiz Ergun'un sevgilisi-Gülten Ceylan; Otelci-Faik Coşkun; Garsonlar-Orhan Çoban ve Abdullah Ferah; Sevil'in tacizcisi ve filmin yapım sorumlusu Adnan Uygur; 'Dancing'; Fatma'nın odası çok güzeldi.
Kaya Volkan'ın o yıllardaki soyadı 'Erçakar'.
Mehmet parayı çalmış. "Daha önce sorsalar yüzlerce istek sayabilirdim. Gayet lüks bir lokantaya gittim. Hayatta bir gün yiyebileceğimi tahayyül ettiğim ne kadar yiyecek varsa hepsini ısmarlamıştım. Yemeğe başladığım zaman boğazıma bir şey düğümlendi sanki. Kafamda bir ses 'bu yediğin istikbalindir, hapislerde geçireceğin istikbalin' diyordu."