Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Beni vurdular Azize. Kendini koru kızım." [Romanda "Azize kızım, beni öldürdüler. Kendini koru, kendini koru kızım. Yavrum (sf. 4)"]. Son nefesini vermeden önce 6 kişinin ölümüne neden olacak kan davası için söylüyor bunları Kemal Bey. Durum, 'Furious 7'daki (2015) Deckard Shaw-Jason Statham'ın söylediklerine çok uygun; "Geleceği görmek istiyorsan, arkana bak yeter."
Aynı adlı romanın (1941-Semih Lûtfi Kitabevi) (Peride Celâl) ilk ve siyah beyaz Yeşilçam uyarlaması. Yaz aylarında çekilip, 30 Ekim 1961, Pazartesi günü (Beyoğlu) 'Şan', (Beyoğlu) 'Yeni Atlas' sinemalarında gösterime girmiş. Belgin Doruk ve Göksel Arsoy'un 'ideal çift' olduğu dönem. Yalçın Tura'nın müziği 'Otobüs Yolcuları'ndaki (1961) kadar başarılı. Jenerikte Hayati Hamzaoğlu'nu soyadı 'Hamzaoğ.' ve Sevim Emre'ninki 'Erme' şeklinde. Muammer Gözalan ise yanlış yazımla bile yok!
Kan davasının 'senaryocular ve rejisörlerce ele alınıp işlenmesine izin verilen ilk sinema eseri'. O zamana kadar böyle filmler, Sansür Kurulu tarafından reddedilirdi. 18 Aralık 1961 tarihli Akis dergisinde (sayı, 390) 'romandaki olayları, kişileri yanlış yorumlamakla' eleştiriliyor Atıf Yılmaz. Filmografisinde pek sık rastlanan kötü filmlere yeni bir örnekten başka bir şey değilmiş 'Kızıl Vazo'!
Ruhi Su'nun 'kan davası' için yaptığı türkü; "Bu nasıl iş, nasıl iş//Ölüm ecelsiz gelir//Soyunu kıra, kıra//Adam, murat mı alır."
Filmin başında Azize, babası Kemal Bey ve büyükannesi-Şaziye Moral'ı tanıyoruz. İzmir'e yerleşeceklermiş. Daha önce İstanbul, Adana, Antep, Malatya, Ankara'da bulunmuşlar. Sonu gelmez bir göç! Evi düzenlemeye çalışan ninesine "Boşuna zahmet etmeyin. Bakarsınız akşama başka şehre göçeriz" diye takılıyor. Dillendirilmeyen, kendisinden gizlenen bir 'şey', bir sır, bir gölge düşmüş ailenin üstüne. Tek tesellisi İsviçre'deki dil kursunda tanıdığı Hüseyin ve kardeşi (romanda 'ablası') Nermin de burada olması. Şehrin en işlek yerinde bir eczaneleri var. Delikanlı, içten içe seviyor kahramanımızı. Ama kendisini layık bulmadığı için açılamamış henüz. Nermin "Daha da güzelleşmiş. Yaraların tazelendi mi abi" diyor. Bayatlamış mıydı ki!
Kemal Bey, kuşkulu ve diken üzerinde. Hep tedirgin. 2 tabancası var. Kızından sakladığı aile sırrını çok sonra öğreneceğiz. O'na da 'sedef kaplı küçük bir Browning' almış. Evden yalnız çıkması yasak Azize'nin. Yine şakacı, takılıyor babasına. "Düelloya hazır mısınız, Efendim? Yakında kovboyluğa başlayacağız. Kimbilir beni öldürecek kaç kişi var peşimde."
Zaten en ufak bir aksaklıkta 'mutlaka bir düşman parmağı' arardı Kemal Bey. 'Çocuk Sevenlerin Kır Balosu'ndaki elektrik kesintisi, karar vermesine neden olur. İstanbul'a dönecekler! Hem de hemen o gece. Ancak fırtına nedeniyle uçak seferleri iptal edilmiş. Yaşlı adamın kuşkusu boş değil. O gece köşke giren iki kişi tarafından öldürülür. Kasasından 'kan rengi' bir vazo çıkar. Ağzı kırık (romanda 'iki tarafı kulplu'). Altı 3-4 parmak kalınlığında. İçi derin değil, bu nedenle 'az su alıyor'. Adi topraktan yapılmış ama ailenin sırrını sakladığını öğreneceğiz ilerde.
"Kendini koru" demişti rahmetli. "Düşman, vururken bıçağını göstermez" ama 'kim bu düşman'! "Mademki benim de hayatımı ilgilendiriyor, ne hakkınız var benden saklamaya" diye haykırır Azize. "İnkâr etmeyin artık, nine, ağzınızdan akıyor."
Yaşlı kadın, oğluna söz vermiş, yeminli, ancak olan biteni daha fazla saklayamaz. 40-50 yıllık bir kan davası bu. "Senin deden Sönmezoğlu, Of'un en yiğit, en yakışıklı adamıydı." Bütün genç kızların yanıp tutuştuğu, seve seve canlarını verecekleri bir erkek. Talih, 17 yaşındaki Esma'ya gülmüş! Tosunoğullarının biricik kızı. Babası, ailenin en kıymetli şeyini, 'zümrütlü altını' vermiş kendisine. Yaşlı adam ölünce, ağabeyleri Esma'yı Sönmezoğlu'na değil Recep Ağa'ya verme etmeye kalkarlar. Yalvarıp yakarmak, zalimlerin taş yüreklerini yumuşatamaz. Ancak düğün günü 'iş, umdukları gibi çıkmaz'. Atına attığı gibi kaçırır Sönmezoğlu. Oralarda, ismini iki sevgiliden alan bir yer vardır; 'Âşıklar Kayası'. Ağabeylerin kurşunu Esma'yı bulmuş. Zümrütlü altını verirken "Ben bittim Sönmezoğlu. Hakkını helal et. Ölümü bile teslim etme o katillere. At beni bu uçurumdan" diyor. Çatışmada iki abisi de ölmüştü. Son kalan ağabey Şevket'in gök kubbedeki haykırışı; "Üç kan... Üç kan alacağım var." (Benzer bir söylem nerelerde yankılanmadı ki!').
İki yılın ardından Azize'nin ninesi ile evlenmiş Sönmezoğlu. Kemal'in doğumundan sonra İstanbul'a gönderir karısıyla oğlunu. Şevket'in iki kurşunu yediğinde Esmasının yanına bırakır kendisini.
Kemal, ticarete atılmış, muvaffak olmuş. Zaten yüklüce de bir miras kalmıştı. Orta halli bir memurun kızı ile evlenir. Kızı dünyaya geldikten 5-10 gün sonra, 'hümma-i nifasi'den (loğusalık iltihabı) kaybediyor karısını. Ölümüne kadar ailesine adayacaktır kendisini.
Azize, Nerminlerdeki albümde bir resim görmüştü. Hüseyin'in kolejden arkadaşıymış Rıza. Kemikli, sert ifadeli bir yüz. 'Kalın dudaklar, müstehzi bir ağız'. Parlak, tesir edici gözleri 10. sayfada 'siyah', 99. sayfada 'kahverengi'! "Garip bir çocuktur. Kadınlara müthiş düşmandır" diyor Hüseyin. 'Soycak' öyleymişler. Kolejden sonra okumamış, hasta babasına 'vakfetmiş' kendisini. "Bir kadın yüzünden ailesi felakete uğramış. Nefret ederdi kadınlardan." Kahramanlarımızın ikinci karşılaşmaları "Boğaz Yolu'ndaki ilk virajda" olacaktır!
Nine torun İstanbul'a yerleşiyor. Maçka'daki köşke yeni bir bahçıvan alınmış. Yaşlı kadının 'gözü tutmamış' Hamdi'yi. Haksız da değil, Şevket'in adamıymış. Önce kamelyede kaza numarasıyla sonra da otomobilin lastiğini gevşeterek öldürmeye çalışır genç kızı. İlkinden bir şans eseri, ikincisinden Rıza'nın girişimiyle kurtulur.
İki genç birbirini çok sever. "Parmağının gösterdiği herhangi bir yere arkasından sürüklenebilirim" diyor Azize. Yalnız vücuduyla değil ruhuyla da O'nun. Hep beraberler. Piknik, atla gezi, çayevi, lunapark, Sultanahmet, Ayasofya, Yerebatan Sarayı, Rumeli Hisarı.
Ancak Şevket'in psikolojisi dizginlenemez bir hale gelmekte. Kızıl vazoyu çalmaya kalkınca ninenin (romanda "Azize'nin") kurşunu ile canından olur.
Rıza'nın amcaları ve babası, Azize'nin dedesini ve babasını; Azize'nin dedesi ve ninesi de delikanlının 2 amcasını ve babasını öldürmüş! Her şeye karşın aşk kazanır. Filmin sonunda 'Âşıklar Kayası'ndaydılar. Kızıl Vazo'dan çıkan zümrütlü altını, ait olduğu yere, Esma ve Sönmezoğlu'nun can verdiği Karadeniz'e atıyorlar.
Roman, 15 Aralık 1940 - 08 Mart 1941 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde tefrika edilmiş. Sonu, filmden farklı. "Biraz sonra ayrılacağız. Evet ayrılacağız... Saadetimizi başkalarının budala kinleri uğruna feda edeceğiz. Onlar, o güzel şeyi daha evvelden kanla, ölümle kirlettiler, kırdılar. Çok daha evvelden aramıza o müthiş uçurumları açtılar. Mukadderata boyun eğeceğiz" diyor Rıza. İkisi de yarı baygınlığa benzer bir hal içindeydi. Gözyaşları yanaklarından süzülüyor! Yazar, bu kadar hüznü yeterli bulmamış olacak ki o sırada 'dışardaki fırtına ve yağmur bütün şiddetiyle pencereleri kamçılıyor' (sf. 286)! Zümrütlü altın Azize'de kalır. Denize atmak falan yok! Ayrıca Şevket, Kızıl Vazo için boşuna yırtınmış meğer. İstanbul'a geldiklerinde, nine, bir benzerini alıp aslını kasada saklamış (sf. 262).
Yalçın Tura'nın müziği ve Ruhi Su'nun sesi, türküleri senaryoyla çok uygun. Erman Şener "Filmin asıl özelliği kan davasını büyük kente taşımasıdır" diye yazmış (04 Nisan 2000).
Peride Celal'in filme kaynak olan 'edebi roman'ında (2. baskı) (Semih Lûtfi'nin ucuz romanlar serisi: 26) kan davası, ninenin Of'taki düğünü (sf. 10), erkeklerin çok eşliliği ve evlilik ile ilgili çarpıcı değerlendirmeler var. Toplumsal olaylara Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkand'dan daha yakın. "Kan davası gibi korkunç adetleri doğuran cehalettir." Türker Acaroğlu'na göre (19 Aralık 1963), 'popüler romancımız', küçük yaştan beri Anadolu'yu gezmiş, yakından tanımış. En verimli dönemi '2. Dünya Savaşı' yılları. (Ancak, örneğin 'Kızıl Vazo'da en ufak bir şey yok bu konuda). Heyecan ve hareket dolu ilk romanlardan sonra 'kadın kalbinin derinliklerini incelemeye ve gerçek hayat olaylarını' göstermeye başlamış. "Gerçekçi olduğu kadar duygulu, sezişli çözümlemelerin yer aldığı ilginç eserler yazdı. Hayatın ta içinden seçtiği kahramanları (gizli tutkuları, bilinçaltı karışıklıkları ile) ustaca anlatmasını bildi." Vedat Günyol da "Çok yakından tanıdığı burjuva çevresini sergiledi yapıtlarında" diyor. Derine, durmadan derinlere inerek kendi dramını yazıyormuş Peride Celâl!
Azize... İyi ata biner, mükemmel silah kullanır, biraz da resim yapar. Oldukça inatçı. Rıza'ya 'saadet ve ıstırap' getiren kadın. Omuzlarına dökülen saçları 'gece mavi pırıltılar yapıyor'. Babası, şaka yollu "İnsanı bu kadar fazla sevmek de biraz O'na fenalık yapmaktır" dermiş (sf. 52). Bu sevgiyi, ailesindeki herkesten bekliyor genç kız. Bulamayınca da şaşırıyor. "Fazla sevgi, insanlığın ahlâkını bozmasa bile rahatını kaçırıyor." Rıza ile beraberken 'harici hayatı unutuyorlar'. Bir gün bile ayrı kalsalar yıllarca görmemiş gibi özlüyorlar birbirlerini.
Of'taki erkeklerin ölüm nedeni hastalık değil kurşun! Toprak yüzünden, kız kaçırmaktan, birbirine zıt gitmekten. 'Kan davası' için "Allahım, ne geri düşünceler" diyordu genç kız. Ancak babası öldürülünce (romanda) "İntikam" diye haykıracaktır. Ninesi "Zavallı memleketi içten içe kemiren, ailelere rahat yüzü göstermeyen, evleri mateme boğan gizli dert" diyor.
Yaşlı kadın daha önce kalp krizi geçirmiş. Eczanede 'Heparin' istiyorlar. Hüseyin'in "Ticaretle mi meşgulsünüz, Beyefendi" sorusuna babasından önce Azize yanıt verir; "Benle meşgul, ninemin hastalığıyla meşgul!"
Gizli bir aşkla yanıp tutuşan Hüseyin ve kız kardeşiyle 'Çocuk Sevenlerin Kır Balosu'ndalar. Bir genç, Azize'yi dansa kaldırınca, Nermin "Gördün mü iyi dans bilmemenin cezasını, oh olsun" demişti abisine. Birkaç saniye sonra çok yaşlı biri O'nu dansa davet edince bu kez Hüseyin takılır; "Bu da iyi bilmenin cezası, oh olsun." Aynı toplantıda İbrahim'i de tanıdık. Herhalde o zamanın modası, beyaz çoraplı! Film boyunca genç kızın peşinde ama parası için. Amacına ulaşamadığı gibi Hüseyin'den yediği yumruk yanına kâr kalıyor. Romanda 40 yaşlarında ve şehir meclisinde aza. 'Mebus' olacağı konuşuluyordu.
Rıza'nın, evlilik için görüşü: "Değer mi böyle merasimlere. Nasıl olsa bedbaht olacaklar." Kadın kısmı değil mi, bir müddet sonra yeni yerini beğenmemeye başlayacakmış. Bir takım hoşnutsuzluklar, dırıltılar. Nihayet ya paraya ya da yeni bir aşka gidecekmiş! Azize de, evlendiği için çok mesut olduğunu söyleyen kuzini Ayşe'ye "Bütün evlenenler ilk gün böyle söylemişlerdir" diyor. Filmden farklı olarak İbrahim'le Ayşe'nin nikâhında karşılaşıyoruz. 'İzdivacın aşkı öldürdüğünden emin' beyimiz. Aşk, şüpheyle, imkânsızlıklarla hatta hasretle beslenirmiş. Azize'nin Lozan'daki dil kursundan bir arkadaşı da 'izdivaçta sempatinin mühim bir rol oynadığına inananlardan'. İnsan, daha hoşuma giden birini buldu mu, eskisinin elini sıkıp ayrılmalıymış! "Bu, eski marka bir otomobili bir yenisi ile değiştirmeye benziyor. Eski otomobilini terk edip bir yenisini alana kızıyor muyuz (sf. 63)." Aşk, tedavisi müşkül, uğraştırıcı, yıpratıcı bir hastalık. Ölçü ile alınıp verilen bir şey değil. Kendisinden alaka görmediğimiz bir insanı değil sevmek, düşünmemeliymişiz bile! Azize için Hüseyin 'çekilmez bir yük'; Hüseyin için Azize 'çok sevgili bir mevcudiyet'. Ancak delikanlı sabredip (hiç olmazsa romanda) muradına eriyor!
Peride Celâl'e göre 'erkekle kadını birbirine bağlayan şey, bir nikâh memurunun önünde atılan imza değil fakat kalın bir zincir bile olsa aşk olmayınca bunun çürük bir iplikten farkı kalmazmış'!
Azize'nin ninesi, 10. sayfada, Sönmezoğlu'nun (aynı evde yaşayan) üçüncü karısı! 247. sayfada ise "Şehrin en güzel dört kızını kendine karı edinmişti" deniyor. Kavuşamadığı Esmasına olan özlemini böyle gideriyor beyimiz!
Rıza... Romanda mimar. Nefreti nedeniyle kadınlarla ilişkisi olmamış. Azize tüm önyargılarını değişir. 'Birbirlerini görünce harici hayatı unutuyorlar (sf. 182).' İbrahim gibi, O da beyaz çoraplı!
Azize-Belgin Doruk; Rıza-Göksel Arsoy; Nine-Şaziye Moral; Kemal Bey-Muammer Gözalan; Sönmezoğlu-Hayati Hamzaoğlu; Hamdi-Ahmet Tarık Tekçe; Esma-Sevim Emre; Şevket-Mümtaz Ener; Hüseyin-Bilge Zobu; Nermin-Bilkay Tekben; Köydeki Büyükhanım-Muazzez Arçay; Ahmet Ağa-Osman Türkoğlu; Yusuf-Yusuf Çağatay; Lunapark Görevlisi-Abdullah Ataç; Rıza'nın hizmetçisi-Mahmure Handan; İzmir, İstanbul ve Of manzaraları; Karadeniz; Hüseyinlerin eczanesi; Çocuk Sevenlerin Kır Balosu; Vedat Türkali'nin senaryosu; Azizelerin 'H. 36 735', İbrahim'in 'H. 30 090', Rıza'nın 'H. 41 934' plakalı arabaları; Hüseyin ve Nermin'in teyzelerine ait ve 'Ömrümün Tek Gecesi'nden (1968) anımsadığımız çiftlik çok güzeldi.
Nermin rolündeki Bilkay Tekben, 1954'te eski İtalyan konsolosluğunun bodrum katındaki 'İstanbul Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde Ercüment Behzat Lav, Ahmet Kudsi Tecer, Melih Cevdet Anday, Samih Nafiz Tansu, Burhan Toprak, Seyyid Mısırlı'nın öğrencisiydi. Görev aldığı eserlerden bazıları: 'Elektra' (Sophokles) (Mart, 1957) (Hulki Saner'e göre, Elektra'yı canlandıran Bilkay Tekben, drama kabiliyeti bakımından iyi bir istikbal vaat ediyormuş); 'Satılık Ev' (Ahmet Kudsi Tecer) (İstanbul Şehir Tiyatroları) (Ağustos, 1961); 'Mağara' (Jean Anouilh) (Çeviri Asude Zeybekoğlu) (İstanbul Şehir Tiyatroları Tepebaşı Sahnesi) (Nisan, 1962); 'Sekiz Kadın' (Robert Thomas) (Çeviri Coşkun Tunçtan) (İstanbul Şehir Tiyatroları Kadıköy Sahnesi) (Eylül, 1962); 'Yarış Bitti' (Peter Ustinov) (Çeviri Gencay Sav) (İstanbul Şehir Tiyatroları Fatih Sahnesi) (Eylül, 1963); 'Altı Kişi Yazarını Arıyor' (Luigi Pirandello) (Çeviri Dr. Feridun Timur) (İstanbul Şehir Tiyatroları Tepebaşı Sahnesi) (Mart, 1964); 'Köşebaşı' (Ahmet Kudsi Tecer) (İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi) (Ekim, 1968); 'Kara Kız' (Tankred Dorst) (Çeviri Behçet Necatigil) (İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi) (Şubat, 1969); 'Söyle Geleyim mi, Gelmeyeyim mi' (Somerset Maugham) (Çeviri Asude Zeybekoğlu) (Yeni Komedi Tiyatrosu) (Ocak, 1970); 'Anna Karenina' (Tolstoy) (Çeviri Va-Nû) (İstanbul Şehir Tiyatroları Üsküdar Sahnesi) (Ekim, 1972); 'Yaprak Dökümü' (Reşat Nuri Güntekin) (İstanbul Şehir Tiyatroları Kadıköy Sahnesi) (Aralık, 1973); 'Cesaret Ana ve Çocukları' (Bertolt Brecht) (Tepebaşı Deneme Sahnesi) (Kasım. 1977); 'İkili Oyun' (İstanbul Şehir Tiyatroları Fatih Sahnesi) (Şubat, 1982); 'Çil Horoz' (Oktay Rıfat) (İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi) (Mart, 1983); 'Antonius ve Kleopatra' (William Shakespeare) (İstanbul Şehir Tiyatroları) (Mart, 1985); 'Medea' (Euripides) (İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi) (Ekim, 1986); 'Atatürk ve Sanat' (Füsun Akatlı / Tarık Günersel) (İstanbul Şehir Tiyatroları Gaziosmanpaşa Sahnesi) (Kasım, 1991); 'Farklı Bir Kadın' (Gülsün Siren) (İstanbul Şehir Tiyatroları Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi) (Ekim, 1996). Sanatçı, ayrıca, Cağaloğlu Basın Müzesi'nde 'Çuval Üzerine Renkli Kilim Motifleri' adlı bir sergi açmış (Aralık, 1992).
Rıza'yı Abdurrahman Palay; Azize'yi Jeyan Mahfi Ayral; Nineyi Şaziye Moral; Hamdi'yi Kemal Ergüvenç; Sönmezoğlu'nu Vala Önengüt; Şevket'i Mümtaz Ener; Hüseyin'i Hayri Esen; İbrahim'i Sadettin Erbil; Ahmet Ağa ve "İbrahim iyidir. Ne istersiniz çocuktan. Eline bir fırsat geçmiş, işleri perişan zaten. Bırakın da düzeltsin" diyen kişiyi Osman Alyanak; Mahmure Handan'ı Sacide Keskin seslendirmiş.
'Aydınlara türkü söylemeyi öğreten' Ruhi Su; "Yol üstünde mezarım var//Mezarımı kazanım var//Sabır eyle kahpe felek//Başucumda gezenim var//**//Ben atımı alamadım//Dizginimi bulamadım//Sabır eyle kahpe felek//Muradıma eremedim."
Belgin Doruk'un, buradaki bazı giysilerini başka filmlerden anımsıyoruz. Savcılıktan çıkarkenki bluzu 'Bir Demet Yasemen'de (1961) Fahri-Göksel Arsoy'la tepede konuşurken; Ninesine "Bıktım, bunaldım artık" derkenki elbiseyi 'Zavallı Necdet'de (1961) Necdet-Göksel Arsoy'u teselli ederken; "Çok yorgunum" diyerek İbrahim'i yalnız bıraktığı sahnedeki enlemesine çizgili giysiyi 'Küçük Hanımefendi'deki (1961) 'H. 41 950' plakalı 'Şevrole'nin arka koltuğunda Ayhan Işık ve Sadri Alışık'la otururken giyiyordu. Göksel Arsoy'un da 'her şeyden kaçmak istediğini' söylerken ki gömlek, 'Zavallı Necdet'de (1961) üzerindeydi.
Azize'nin yaşamında açıklaması zor bir durum; "Babam öleli bir hafta oldu ve biz, işte, ninemle gene yiyor, içiyor ve yaşıyoruz. Hâlbuki ilk zamanlar bu müthiş kedere tahammül edemeyeceğimizi zannetmiştik." Bir başka sahnede "Geçmekte oldukları sırada hiç de kıymetlerini bilmediğim o günler için ağladım" diyor.