1943’ün 10 Temmuz’unda İstanbul’da doğdu Sema Özcan. İlkokulu Hürriyet-i Ebedi Okulu’nda okudu, sonra da Nişantaşı Kız Lisesi’ni bitirdi. Tam 27 Mayıs darbesinin ertesinde girdi İstanbul Devlet Konservatuarı’na. Oyuncu olacaktı, kararlıydı. Sınıf atlayarak bitirdiği konservatuardayken başladı Kent Oyuncuları’nda çalışmaya. Hocası Yıldız Kenter elinden tutmuştu onun.
25 Nisan 2016

1943'ün 10 Temmuz'unda İstanbul'da doğdu Sema Özcan. İlkokulu Hürriyet-i Ebedi Okulu'nda okudu, sonra da Nişantaşı Kız Lisesi'ni bitirdi. Tam 27 Mayıs darbesinin ertesinde girdi İstanbul Devlet Konservatuarı'na. Oyuncu olacaktı, kararlıydı. Sınıf atlayarak bitirdiği konservatuardayken başladı Kent Oyuncuları'nda çalışmaya. Hocası Yıldız Kenter elinden tutmuştu onun. İlk oyunu bir tiyatro klasiğiydi; Çehov'un "Martı"sı. Ardından diğerleri geldi: "Üç Kuruşluk Opera", "Deli İbrahim". Tiyatronun en sükseli oyunlarından biri olan "Pembe Kadın"daki Kezban rolüyle sivrildi. "Bir Yıldız Doğuyor" başlıkları atıyordu dönemin gazeteleri.

Sinemacılar onu keşfetmekte geç kalmadılar elbette. 1963 yılında ilk filmi "Şeytanın Uşakları"nı oynadığında henüz 20 yaşındaydı. İri gözleri, sanki karşısındakini değil de onun ardını gören uzak bakışları, dikkati hemen çeken fiziği ve konservatuar mezunu olmasıyla hemen parladı. Sinemanın ilk "okullu" starı unvanını aldı böylece.

Sabahları Müşfik Kenter ile sete, akşam tiyatroya

Tiyatro göz bebeğiydi ama bir de şu gerçek vardı. Oynadığı filmler sayesinde tiyatrodan aldığı 1500 liranın en az on katını kazanıyordu, bir süre ara verdi tiyatroya. "Sinemaya geçmekle yaşantımız değişiyor" diyordu uzanan mikrofonlara; "İnsana çok şeyler veriyor sinema. Bu arada huzursuzluk, yorgunluk da vermiyor değil. Fakat benim kitabımda yazmıyor bunlar. Sinema bana çok şeyler verdi, ben de seyirciye bir şeyler vermeye çalışıyorum".

1965 ise onu bu yazıya konu edecek filmi çektiği yıl olacaktı. "Sevmek Zamanı" filmi için Müşfik Kenter ile birlikte henüz gün ağarırken bindikleri vapurla Büyükada'ya gider, öğleden sonra da koştura koştura tiyatroya dönerdi. Her ne kadar o da, Müşfik Kenter de filmde kendilerini seslendiremedikleri için sitem ettilerse de şu replikler hafızalara kazındı: Meral: "Âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim." Halil: "Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün düşüncelerimi yıkarsın." Tıpkı Halil'in Meral'e mesafesi gibi, Sema Özcan da artık bir yıldızı olduğu Yeşilçam'a mesafeliydi. Film şirketlerinin patronlarından, giderek popüler olan menajerlerden, onu çarşaf çarşaf gazetelere çıkaracak haberlerden uzak durdu.

Kariyeri elinin tersiyle itti

Sinema kariyeri "Sevmek Zamanı"nı tamamlayan filmlerle devam etmedi Sema Özcan'ın; Ayşecik'in annesi, Ayhan Işık'ın ya da Cüneyt Arkın'ın sevgilisi oldu. "Cingöz Recai"nin finalinde Ayhan Işık'ın "Bana mektup yaz. Adresim: Cingöz Recai / Türkiye" diye seslendiği kadındı artık.

Bunca hayran olunan, teklif üzerine teklif alan bir oyuncuydu ama o buralarda değildi sanki. Dalgın bakışlarını ait olduğu yeri arar gibiydi.

1970 yılının son aylarında tanıştığı Vog Çorapları'nın sahibi Mehmet Sarper ile aradığını bulduğuna inandı ve sadece birkaç arkadaşlarının katıldığı bir törenle evlenip herkesi şaşırttılar. Sema Özcan'ın zirvesinde olduğu kariyerine devam etmesi bekleniyordu ama o, tıpkı yıllar önce bir başka yıldızın, Heyecan Başaran'ın yaptığı gibi "ev"i seçti. "Hayatım tiyatroydu. Şimdi anlıyorum ki insanın sevdiği erkek, çocuğunun babası ve çocuğuyla olması daha önemli" cümleleriyle açıkladı bu kararını. Baskı altında kaldığını düşünenlere de şu cevabı verdi: "Kocam bana bu işi bırak demeyecek kadar beni idare etmesini biliyor".

Evliliklerinin birinci yılını kutlarken çoktan anne olmuştu bile. Eşi Mehmet ve kızı Seda Sarper'le yaşayan mutlu bir anneydi artık. Sema Özcan değil Sema Sarper'di. Hayatını Fransa-Türkiye arasında geçiren Sema Sarper ve altı yıllık parlak kariyer artık geçmişte kalmıştı.

Geçen gün onu Cannes'daki evinden aradığımda önce Müşfik Kenter'in vefatına ne kadar üzüldüğünü anlattı. "Haberim yoktu hasta olduğundan" dedi. Birkaç gün önce Haldun Dormen'in kız kardeşi Güler Yiğit'ten Müşfik Kenter'in yoğun bakımda olduğunu öğrenmiş hemen telefona sarılıp hocasını, Yıldız Kenter'i aramıştı.

"Müşfik Kenter dünyanın en büyük aktörlerinden biriydi"

Sema Özcan'ı Cannes'dan aradım, söyleşi teklifimi kibarca reddetti. Evlendiğinden bu yana hiç söyleşi vermemişti, göz önünde olmak istemiyordu.

Hevesim kursağımda kaldı. Ona soracak ne çok sorum vardı oysa ki... En başta bu kadar ünlü bir yıldızken nasıl olup da küt diye sahnelerden, alkışlardan, kameralardan vazgeçebilmişti? Binlerin, milyonların peşinde koştuğu pırıltıyı nasıl olup da eteklerini silkeler gibi uzaklaştırabilmişti kendinden? Ve son 42 yıldır bir gün olsun kameranın rüyasını görmemiş miydi?
Hiçbirini soramadım.

Telefonu kapadıktan on dakika sonra aradı. Küçük bir notu vardı. Söyleşi yapmak istemiyordu ama yazılmasını istediği bir cümle vardı: "Müşfik Kenter sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en büyük aktörlerinden biriydi".
Söyleşiyi yapamadım. Geride telefonumda Sema Özcan'ın adını görmenin mutluluğu kaldı.

(Sinematürk sitesinde olmasının gerekli olduğunu düşündüm. 19.08.2012 tarihli Milliyet gazetesinden alınmıştır.)

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)