“Ayrılığımızın tek sebebi zenginliğimse yerin dibine batsın o servet. Neyim varsa senin uğruna yakar, yıkabilirim. Razıyım, her şeye razıyım. Tek odaya, tek kap yemeğe hatta açlığa, sefalete bile razıyım. Tek, senin yanında olayım.” Geç kadın, “Biz cemiyetin iki ayrı çevresine mensup insanlarız. Sen milyoner bir kadın bense meteliksiz bir ziraat mühendisi. Evlenip mesut olamamaktansa birbirimizi severek ayrılalım. Hiç olmazsa hatıralarımız yaşar o zaman” diyen Mecdi’ye söylüyor bunları. Türkiye’nin ‘en güzel, en zengin kadınıydı’ ve parasını değil sadece kendisini seven bir erkek arıyordu.
02 Haziran 2016

"Ayrılığımızın tek sebebi zenginliğimse yerin dibine batsın o servet. Neyim varsa senin uğruna yakar, yıkabilirim. Razıyım, her şeye razıyım. Tek odaya, tek kap yemeğe hatta açlığa, sefalete bile razıyım. Tek, senin yanında olayım." Geç kadın, "Biz cemiyetin iki ayrı çevresine mensup insanlarız. Sen milyoner bir kadın bense meteliksiz bir ziraat mühendisi. Evlenip mesut olamamaktansa birbirimizi severek ayrılalım. Hiç olmazsa hatıralarımız yaşar o zaman" diyen Mecdi'ye söylüyor bunları. Türkiye'nin 'en güzel, en zengin kadınıydı' ve parasını değil sadece kendisini seven bir erkek arıyordu.

'İlk ve Son'un (1940-Mahmut Esat Bozkurt) (Dördüncü basım-1945-İnkılâp Kitabevi) ikinci Yeşilçam uyarlaması. Gösterime girişi, 22 Nisan 1968, Pazartesi günü (Üsküdar) 'Lâle', (Kadıköy) 'Feza', (Kadıköy) 'Çeliktaş', (Aksaray) 'Bulvar', (Beyoğlu) 'Rüya', (Beyoğlu) 'İnci' sinemalarında. Mehmet Büyükgüngör'ün soyadı, jenerikte,  kısaltılarak B. Güngör şeklinde! Çiftlik çekimleri, 'Namus Borcu' (1967) ve 'Hacı Murat'tan (1967) anımsadığımız Bilezikçi Çiftliği'nde yapılmış. (Sarıyer-Büyükdere, Çayırbaşı Mahallesi, 53 Ada ve 8 Parsel sayılı yerde... 1955'teki müdürü Hayri Akdoğan).

Bir yılbaşı sabahı (romanda 'engin denize benzeyen mehtaplı bir sonbahar gecesi') davetten dönüyorlar. Necla'nın ('34 FE 508' plakalı) arabasını, arkadaşı Orhan kullanıyor. Bir uçurumun (kitapta 'ıhlamur ağacının') yanında dururlar. Sevgilisine kavuşamayan bir çoban kendisini buradan aşağı atmış. Adı, bu nedenle, 'Ağlayan Kaya'! Geceleri hâlâ kaval sesi gelirmiş derinlerden.

Milyoner genç kız, biraz ilerdeki 'şu çitlerle çevrili, çiftliğe benzeyen yeri' merak etmiş. Belli ki malı mülküyle de karşısındakiyle de pek ilgili değil! "Şimdi bana karşı bu kadar ilgisiz olmanı daha iyi anlıyorum. Hissiz bir kadınsın demeyeceğim ama çok lakayt bir insansın. Sahip olduğun şeyleri bile unutacak kadar. Orası senin çiftliğin! Çobanlar Çiftliği" diyor delikanlı. Sonrasında saldırır! Seviyormuş, evlenmek istiyormuş, artık bekleyecek gücü kalmamış. "Ne zaman baş başa kalsak bir bahane uydurup kaçıyorsun benden. Burda yalnız tabiatın ferman dinlemez kanunları vardır. Kimse elimden alamaz seni." Necla'nın "Biz, sadece arkadaşız. Kaç defa söyledim, seninle evlenmeyi düşünmedim" yırtınmasını dinlemiyor bile.

Eğer 'uzun boylu, geniş omuzlu, ayağında mat çizme' Mecdi yetişmese 'amacına ulaşacaktı'. Çiftliğin müdürüymüş at sırtındaki kurtarıcı. 2 (romanda 'kırık bir dişle sonuçlanacak 3' ) yumruk atıp film ve kitapta aynı şeyi söylüyor. "Köpek bile istemeyen dişinin arkasından gitmez!" Orhan, kendisinden beklediğimiz gibi davranır! "Allahaısmarladık, yabancı! Sana yarı çıplak, mağrur bir güzel kadın bırakıyorum. Şansın açık olsun" dedikten sonra arabayla gidiyor tozu dumana katarak. (Romanda daha geveze! "Allahaısmarladık meçhul yolcu! İşte sana yarı beline kadar çıplak kalmış genç, güzel, fakat o nispette de mağrur ve haşin bir kadın bırakıp gidiyorum. Eğlenmesini biliyorsan şansın açık olsun."). Filmin burasında bir hata var. Çünkü otomobil Necla'nın!

Genç kadın, 'aşağı yukarı 2 milyonluk bir servetin sahibi'. Katran gibi simsiyah saçlar. Annesini (adı yok) 11 yaşındayken, babasını (Rahmi Bey) bir buçuk sene önce kaybetmiş. Mecdi de siyah saçlı ve çevresine aynı ölçüde ilgisiz! Çiftliğin sahibini o güne kadar bir defa olsun görmediği, merak etmediği gibi adını bile 29. dakikada (kitapta, '89. sayfada') öğrenecektir. Dobra dobra konuşan biri. Namusunu kurtardığı 'çenesi düşük, dişi dağ keçisinin', patronu olduğunu öğrendiğinde bile lafını esirgemeyecek, istifa etmeye kalkacaktır. Kadınca bir özür aradaki buzları eritiyor.

Kendisini, Kısıklı'ya kadar at arabasıyla götüren (Fenerbahçe'deki köşkü yakınmış oraya) Selahi Baba'nın (romanda 'İsmail Ağa') sözleri, delikanlıyı daha iyi tanımamızı sağlıyor. "Siz bakmayın O'nun kabalığına. Aslında mert ve altın gibi kalbi olan bir insandır. Sonra bilgisine de diyecek yoktur. Yüksek ziraat mühendisidir. Dahası da var. Amerika'da staj ('sitaj') yapmış. Hiçbir şeyini kimseye söylemez. Annesi babası küçükken ölmüşler. 6 (kitapta '2') ay oldu çiftliğe geleli. Daha bir kere bile olsun şehre inmedi. İnsanlardan kaçıyor adeta." Tek dostu Selahi Ağa'nın (romanda 'muhtarın') kızı Ayşe'ymiş. Okuma yazma öğretmiş O'na.

İşe başladığı gün çiftlikteki eksiklikleri yazmış yollamış. Ama 'galiba hoppaca bir kadın olan mal sahibi' ilgilenmemiş bile!

Sonrasında bir arsa sorunu için İzmir'e beraber götürecek, otelde genç kızlığını verecek kadar 'ilgilenecektir'! Delikanlı, bu kez de aralarındaki servet uçurumunu sorun ediyor.

Geçmişte Avrupalı bir afetle ilişkisi vardı. Bir ihanetini (Renata'ya göre 'küçük bir aptallık') görünce kopmuş kendisinden. İlerde başına dertler açacaktır bu sarışın. Genç kadın, yalvararak elde edemediğini zorla alanlardan. Birkaç kez reddedilince 2 el ateş eder kahramanımıza. 'Kaptırmayacakmış o zengin fahişeye'. Vücuduna gelen neyse de 'şakağındaki basit görünen sıyrık' önemli. "Gözlerini ilerde kaybedebilir" diyor ameliyatı yapan doktorlardan biri. Öyle de olur. (Kitapta ise zaten rahatsızdı gözlerinden. Yüzde 90 tüberkülozmuş).

Nikâh öncesi Ağlayan Kaya'da kendisini öldürmeye kalktığında engel olur Necla. "Sen, benim ilk ve son aşkımsın. İlk ve son erkeğimsin. Istırap çekeceksek beraber çekeceğiz. Ağlayacaksak beraber ağlayacağız. Bir adımda boşluğa atabilirsin kendini. Ama şunu bil ki ben de arkandan gelirim. Öleceksek ÜÇÜMÜZ beraber öleceğiz. Sen, ben ve ÇOCUĞUMUZ. Anne oluyorum. O'nu nasıl bırakıp gideceksin? Damarlarında senin kanını, kemiklerinde senin kudretini, gözlerinde senin ışığını taşıyacak çocuğuna bir isim vermeden nasıl yapacaksın, nasıl öldüreceksin kendini... Zaten bütün ümitler bitmiş değil. Tıp, her gün biraz daha ilerliyor. İyileşmesen de sana ben göz olurum. Elin, ayağın, kulun kölen olurum."

Filmde "Çocuğumuz, ismimi taşıyacak Necla" diyerek intihardan vazgeçerken, romanda 'çakısı ile bileğini kesiyor'!

'İlk ve Son'daki melodiler.

"Gioconda's Smile" albümündeki (1965) (Manos Hadjidakis) 'When The Clouds Come' 3 sahnede (Jenerikte; Necla ve Orhan arabadayken; Filmin sonunda). 'Mr. Noll' 11 sahnede (Mecdi, atıyla önde, Necla yürüyerek arkada, çiftliğe giderlerken; Mecdi "Hayatımda ilk defa yenildim, ilk defa küçük düştüm. Tebrik ederim sizi. Beni en hassas yerimden vurdunuz" derken; "Galiba ben de size karşı biraz fazla sert davrandım" derken; "Siz, zavallı bir milyonersiniz" dedikten sonra; Kamarasına kadar götürürken; "Sonra da biraz şehirde dolaşacağım. İzmir'e ilk defa geliyorum" derken; İzmir'de dolaşırken; Necla, Nazlı'ya mektup yazarken; Odasında Mecdi'ye "Yoksa milyonlarıyla her istediğini yapabilen bir kadını bu garip hareketlerinizle üzerek zevk mi almak istiyorsunuz" derken; Mecdi, Ayşe'ye "Doktorun dediklerini duydun. Hayatımın sonuna kadar kör kalacağım belki" derken; Körlüğünü saklamaya çalışıp, Necla'ya ters davranırken). 'Countess Esterhazy' Selahi Baba, at arabasıyla, Necla'yı Kısıklı'ya götürürken. 'Portrait Of My Mother' 6 sahnede (Birbirlerinin olduktan sonra; Mecdi "Bizim evlenmemiz saadet değil felaket getirir ancak" derken; Sedye ile ameliyattan çıkarken; 2 gün sonra kendisine gelirken; "Yalnız seni seviyorum. Beni anlamaya çalış" derken; Ayşe zannettiği Necla'ya "Beni Ağlayan Kaya'ya götür. Hatıralarımla yalnız kalmak istiyorum" derken). 'Assassins' Hastaneden çıkarlarken. 'Returning In The Evening' 3 sahnede (Hastaneden çıktıktan sonra ağacın altında konuşurlarken; Gerçeği öğrenen Necla, Mecdi'ye koşarken; Sonlara doğru, Mecdi merdivenlerden inerken).

'The V.I.P.s'deki (1963) (Miklós Rózsa) 'Conflict' 7 sahnede (Orhan, Necla'yı ve Ağlayan Kaya'ya getirdiğinde; Genç kızı, dağ başında bırakıp giderken; Mecdi, Necla'nın birkaç gün önce kurtardığı kişi olduğunu anladığında; Necla, çiftliğe, Mecdi ile konuşmaya geldiğinde; İkisi, Ağlayan Kaya'dayken; Mecdi, Necla'yı tokatlarken; Doktor "Hayat, karanlığa rağmen gene de yaşanmaya değer" derken). 'Prelude' 2 sahnede (Necla, gelin elbisesiyle Mecdi'ye gelirken; Çiftliğe geldiğinde). 'The Bracelet' Mecdi, Necla'ya oynayacağı oyunun provasını yaparken.

'America America'daki (1963) (Manos Hadjidakis) 'Excitement In The Village' 5 sahnede (Orhan, Necla'ya saldırırken; Mecdi, at sırtında Necla'nın köşküne geldiğinde; Hizmetçi Emine "Hanımefendi çiftliklerinin müdürünü kabul etmek üzere bekliyorlar, Efendim" dedikten sonra. Eşref Bey de oyunbozanlık etmemesi için ricacı oluyor; Küçük Yusuf "Ağamı nereye götürüyorsun? Şimdi senin kafanı kıracağım" derken; Renata "Bilirsin inatçıyımdır. Yalvararak elde edemediğimi zorla alırım" derken).

'Un Homme Et Une Femme (A Man And A Woman)'daki (1966) (Francis Lai) 'Plus Fort Que Nous (Stranger Than Us)' 4 sahnede (Renata'nın resmine bakarken; Resimleri yırtarken; Renata, Mecdi ile konuşmaya geldiğinde; Necla ile konuşmaya geldiğinde).

Boots Randolph'un 'Boots With String' uzunçalarındaki (1966) 'The Shadow Of Your Smile' (1965) (Johnny Mandel / Paul Francis Webster) 2 sahnede Necla "Şimdi odanıza gideceksiniz ve derhal giyinip buraya geleceksiniz. Dans edilecek, içilecek bir yere gideceğiz. Eğleneceğiz bu akşam" dedikten sonra; Gazinoda içki içerlerken).

Mantovani'nin 'An Album Of Favourite Melodies Vol. 2' 33'lüğündeki (1954) 'Ramona' (1927) (Mabel Wayne / Wolfe Gilbert) 2 sahnede (Gazinoda dans ederlerken; Günler sonra, Necla bu dansı hatırladığında).

'Bernstein Conducts New York Philharmonic-Symphonic Dances From West Side Story / Symphonic Suite From On The Waterfront' albümündeki (1961) 'Symphonic Suite From On The Waterfront: I. Andante (with dignity)-Presto barbaro' (1954) (Leonard Bernstein) 2 sahnede (Renata, Mecdi'ye ateş ederken; Mecdi, Ayşe'nin kahvaltı getirdiği gün görmediğini anladığında). 'II. Adagio-Allegro molto agitato' 3 sahnede (Filmin başında, Orhan, Necla'ya saldırırken; Hastane sonrası Necla ile ağacın altındayken Mecdi'nin 'birden gözleri kararınca'; İntihar etmek üzere Ağlayan Kaya'ya doğru yürürken).

'Shake Hands With The Devil'deki (1959) (William Alwyn) 'Dublin 1921' Ayşe'ye "Kör oldum ben" diye bağırırken.

'The Magnificent Seven'daki (1960) (Elmer Benstein) "Calvera's Return" Ameliyatta.

'Zorba'daki (1964) (Mikis Theodorakis) 'Clever People And Grocers' 2 sahnede (Terslenen Necla evden ayrılırken; Hamile olduğunu Mecdi'ye söylediğinde).

Ayşe'nin olduğu bölümlerde Metin Bükey Orkestrası'ndan Türk Sanat Müziği yeğlenmiş.

Filmde kimsenin birbirinden haberi yok! Necla, böyle bir çiftliği olduğunu; Mecdi, Ayşe ve Selahi Baba, patronlarını bilmiyorlar. Ama delikanlı, hanımefendinin '1 gün' (romanda '1 buçuk ay') süren bir evlilik yaptığını hemen öğrenmiş! Aslında bu da yanlış. Efes Oteli'nde beraber oldukları gece hâlâ bakire olduğunu anlayıp "Niçin söylemedin bana? Ben, seni evlenmiş bir kadın zannediyordum" diyecektir.

Orhan 'çenesine yumruğu yiyince, dişisini (ve 'kırık dişini') bırakıp giden bir dost! 'Saldırması' kabul edilir gibi değil ancak sözlerine bakılırsa psikolojik ve seksolojik olarak oldukça stresli bir dönem geçirmiş! "Yıllardan beri yavrusuyla şakalaşan dişi bir kedi gibi oynadın benimle. Erkek olduğumu düşünmedin hiç. Göğsünü göğsüme dayayarak sabahlara kadar dans etmekten çekinmedin. Plajda, kotrada dişiliğini kullanarak en büyük zulümleri yaptın bana." Kitaptakinin durumu daha da zor! Erkek seyircilerin çoğu bu kadar bile sabredemezdi! "Senelerden beri yavrusuyla şakalaşan bir dişi kedi gibi oynadın benimle. Bir erkek olduğumu, nihayet benim de bir kadın karşısında bazen irademi kaybedebilecek kadar şuursuzlanabileceğimi düşünmedin hiç. Gün oldu, ipek bluzlarının altında, uçları birer kan damlası gibi titreyen göğsünü göğsüme bastırarak, yeni açılmış bir zambağın yaprakları gibi ılık ve taze yüzünü yüzüme koyarak, sabahlara kadar benimle dönmekte, dans etmekte beis görmedin. Gün oldu, kızgın kumların üzerinde, esmer omuzlarını kollarıma bırakarak, bir erkeği çıldırtmak için çıplak bir dişinin yapabileceği en büyük zulümleri yapmaktan çekinmedin. Nihayet, gün oldu, otel salonlarında, insan yerine koymayarak, ince ipek kumaşlar arasında yol yol kıvrımlarla çizgilenen bir kadın vücudunun, gizli kalkması lazım gelen taraflarını bile saklamaya lüzum görmeyip, odasına kahvaltı getiren bir garson kabul eder gibi beni, ta yatağının uçlarına kadar alarak, yorganlarının üzerine kadar oturtarak gururumla, erkekliğimle oynadın. Seni, tahrik edile edile, sinirleri kamçılana kamçılana çılgına çevrilmiş bir genç erkek ihtirasıyla istiyorum." Necla'ya sahip olamadı ama dilbilgisi kurallarına biraz dikkat etse, bu 'muhayyele' gücüyle iyi bir yazar olabilirdi!

Necla'nın soyadı 'Sertöz' (romanda 'Arar'). '26 yaşını yeni bitirmiş'. Edebiyata meraklı. İzmir'e gittikleri vapurda, iki ciltlik 'Ana'nın (Maksim Gorki) (Aralık, 1965-Gün Yayınları) (Çeviren Cevdet Ün) (162 sayfa-7.5 Lira) birinci cildi elindeydi. "Kadınlar, sevdiklerinin kollarında isimsizdirler" diyor. Zamanımızda bir önemi kaldı mı bilinmez ama 'aşk'ı bulamadığı için 'bedbaht'. 'Peşinden  koşan' değil 'peşinden koşacağı' erkeğin özlemi içinde. (Mecdi, bu durumu anlamazdan gelerek "Zenginsiniz, güzelsiniz, genç ve kültürlüsünüz. Bu kubbenin altında, sizin için elde edilemeyecek ne var ki bedbaht oluyorsunuz" demişti). 'Babasından kalan milyonlarla gece kulüplerinde, partilerde sürterken', âşık olunca sevgisini kanıtlamak için tüm servetini 'hayır kurumlarına' bırakmak ister. Ancak siyah beyaz filmlerde olabilecek bu durumla mutlu olabilmemiz ne kadar şaşırtıcı! Renata'nın yorumu oldukça farklı. "Çıldırmışsınız. O zaman, Mecdi'nin hatta bütün erkeklerin gözünde kadın olarak bir şey ifade etmeyeceğinizi düşünemiyor musunuz?"

Mecdi, 36 yaşında. Alın teriyle geçinen biri. Çok çalışkan. (Geçen sene 4 bin 8 yüz Lira olan safi hâsılayı bu sene 6-7 bine çıkarabilecekmiş). Rahmetli babasının adı 'Ahmet Şefik'. Çiftlikte yalnız başına, romanda annesi ile yaşıyor. Maaşı 120 Lira, vergi ve kalacak yer işverenden. Lisenin 1-2 yılını (sf. 31) ve üniversiteyi Amerika'da (Kolombiya Üniversitesi) okumuş. Konuşurken araya İngilizce sözcükler sokuşturmuyor. Toplumcu yönü dikkat çekici. Necla'nın ihtişamlı yaşamını görünce "Demek zengin bir babanın çocuğu olmak çok kârlı bir şey. Hiç emek sarf etmeden milyonlarca liraya sahip oluyorsunuz. Bana kalırsa kanunlarımız mı, adetlerimiz mi bilmiyorum ama serveti insanlar arasına haksızca taksim etmişler" demişti Hukuk Müşaviri Eşref Bey'e. Görüşme davetini getiren şoföre "Ben Hanımefendiyi Paris'te (romanda 'Nice'de) zannediyordum" diyor. Filmciler, seyircinin Nice'i bilmeyeceğini düşündüler herhalde!

'Kadının direksiyon kullanması güzel şey ama yanında oturan erkeğin durumu nedense garip gelirmiş' kahramanımıza. Romanda ise Necla'nın araba kullanmasına bir şey demez (sf. 64).

Bir arazi işi için İzmir'e gidilecek. Eşref Bey, seyahat öncesi emeğinin karşılığı olarak 20 bin (romanda '2 bin 500') liralık bir çek vermek ister. "Ben mühendisim, soyguncu değil" diyor Mecdi. Hakkı, 2 bin (romanda '50') liraymış.

'Erikler Çiçek Açtı'daki (1968) unutulmaz konuşmanın benzerine 'İlk ve Son'da da tanık oluyoruz. "Bir erkekle bir kadın asla arkadaş olamazlar. Önce, bu, tabiat kanunlarına aykırıdır. Sonra, bir kadın, emirleriyle hareket eden memurunun arkadaşlığından ne zevk duyabilir. Arkadaşlık eşit insanlar arasında olur."

'Ankara Ekspresi'nde (1970) Seyfi Hüget'in söylediğini andıran bir şey daha söylüyor (sf. 94); "Kadın, sevmek ve sevilmek için yaratılmıştır."

Ayşe, 15-16 yaşlarında. İri kahverengi gözlü, örgülü saçlı (sonradan 'şehirli kızlar' gibi olmak için onları kestirecektir). Mecdi, 'Yeni Okuma Kitabı 2'yi (1958 / 1963-M.E.B. Yayınevi, İstanbul) (72 sayfa) (Resimler-Grafik Sanatçısı, Heykeltıraş Sanat Eğitimcisi Nevide Gökaydın) vermişti, 'Ağustos Böceği ile Karınca'yı öğrensin diye. Oysa, artık böyle hikâyeler değil 'insanların birbirlerini nasıl sevdiklerini, fedakârlık yaptıklarını yazan kitaplar' okumak istiyor Ayşe. 'İki Kişiye Bir Dünya / Biz Kardeş Değiliz' (Ümit Yaşar Oğuzcan) şiiri, genç kızın söyleyişiyle daha da güzel. "Verdiğin her kederin yüreğimde yeri var//Hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır//Hangi aynaya baktıysam seni gördüm//Gel desen gelemem//Git desen gidemem//Öl desen kanım akmaz." Romanda, 'Serab-ı Ömrüm'den (1934-Lefkoşe) (Rıza Tevfik Bölükbaşı) 'manzumeler' ezberlemiş. "Bir Ânı Meyusiyyet (Sadettin Kaynak, Beyâti-Araban makamında bestelemiştir): Ömrümün neş'esiz geçti baharı!//Neyleyim baharı gülsüz olunca//Bir tutsam gerektir, yarü ağyarı!//Gurbet ellerinde öksüz olunca!//**//Gönül elindendir feryadü zarım,//Şu nankör aşkımdan ben de bizarım,//Ruhum âzade olur-belki-mezarım,//Ayaklar altında dümdüz olunca!" Diğer bir manzume. "Sıra Dağlar Mordu Sular Kırmızı (Selahaddin İçli, Hüseyni makamında bestelemiştir): Sıra dağlar mordu sular kırmızı//Suları beklerdi o peri kızı//Alnından öperken akşam yıldızı//Yeşil gözlerine meftundur sandım//**//Su kenarında lâleler vardı//Güllerde ateşin haleler vardı//Uzaktan akseden nâleler vardı//Bir âhu kalbinden vurgundur sandım." Mecdi, yağlıboya bir portresini yapmış. (80 sonrasında resimden de soğuduk!). Romanda, muhtar babasının amcazadesi ile evlendiriliyor zorla. Mecdi''ye tutkundu. Kahramanımız çok sonraları durumu anlayıp "Bir bu eksikti" diyecektir.

Renata'nın, romanda ismi yok. Mecdi'ye 'bir kadının ateş ettiğini' polisin sözlerinden anlıyoruz. Volkswagen arabası nedeniyle, belki İsveçli değil Almandır.

Mecdi'yi Abdurrahman Palay; Necla'yı Adalet Cimcoz; Selahi Baba'yı Mümtaz Ener; Eşref'i Agâh Hün; Orhan ve "Göz sinirleriniz felce uğramış" diyen doktoru Toron Karacaoğlu seslendirmiş.

"Bu çiftliğin müdürü müyüm yoksa Hanımefendinin jigolosu mu. Beni, saçları briyantinli, suratları kremli sosyete oğlanlarından biri zannediyor. Tıraş olacak, kravat takacak, siyah elbiseler giyerek Hanımefendinin huzuruna çıkacakmışım. Kendini ne zannediyor? Gitmeyeceğim Selahi Baba, gitmeyeceğim" diyen (ama sakallı ve tozlu elbiseyle de olsa giden) Mecdi-Cüneyt Arkın; "Mecdi Bey oğlum, beni dinlersen çık biraz dolaş. Sinirlerin yatışsın" diyen Selahi Baba-Selahi İçsel; Necla-Selda Alkor; Ayşe-Funda Postacı; Orhan-Doğan Tamer; Renata-Eva Bender; Eşref Bey-Mehmet Büyükgüngör; Fenerbahçe'deki köşkün hizmetini gören Emine-Meral Kurtuluş; Cin gibi gözleriyle Ahmet Kostarika; Birkaç saniyede arkadaşının âşık olduğunu anlayan Nazlı-Diclehan Baban; Doktor-Asım Nipton; Komiser Cavit-Adnan Uygur; Sivil polis-Kenar Tüzer; Romanda 'r'leri söyleyemeyen filmde söyleyebilen küçük Yusuf; Ağlayan Kaya; Çobanlar Çiftliği; Vapur yolculuğu; Gazino; İzmir'de (romanda 'Manisa') Necla'nın namına ipotek edilip satışa çıkarılan bağ; Efes Oteli (kitapta 'Kordon Palas'); Haydarpaşa Numune Hastanesi çok güzeldi.

Yine vapur ve yine gece. Güvertede beraberler. Necla "Şu ufukların siyahlığına bakın. Ne güzel değil mi" diyor. Haklı! "Zaten siyah her zaman beyazdan daha güzeldir. Beyaz her şeyi apaçık gösterir. Sırrını hemen ele veren bir âşık gibi aptal bir renktir."

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)