Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
1929'da Resimli Gazete "Size Salahiyet Verilse Hangi Kitabı Yakardınız" anketi düzenlemiş (Tarih ve Toplum Dergisi-23 Mart 1995-Mustafa Şahin). Gelen yanıtların çoğunda 'Yakılacak Kitap' ve "Nasıl olsa yazarı, kitabı için 'yakılacak' dediğine göre" açıklaması varmış. Etem İzzet Benice "Eğer mutlaka bir kitap yakmak lazımsa 'kimseye zararı dokunmasın' diye kendi kitabımı yakardım" diyor. Hüseyin Cahit Yalçın'a göre 'bir veya 100 bin kitabı yakmakla temin edeceğimizi zannettiğimiz fayda, kitap yakmak prensibinin kabulü neticesinde ortaya çıkacak fenalıkların yanında hiç kalırmış'! Nükteli yanıtların bazıları şöyle; "Herhangi bir kitabı yakmak isteyeni yakardım" (Beykozlu Cevad Refik) ve "Kendi kitaplarımı yakardım ki, yeniden basılsın" (Reşat Nuri Güntekin)!
Aynı adlı 'Yakılacak Kitap'ın (1927-Suhulet Kitabevi-Etem İzzet) (Beşinci basım-1944-İnkılâp Kitabevi) (9. basımda-1960-kapakta 'Ethem'; 1. sayfada 'Etem') ikinci çevrimi. Kasım, 1968'de çevrilip, 28 Nisan 1969, Pazartesi günü (Kadıköy) 'Feza'; (Mecidiyeköy) 'Özlem' sinemalarında gösterime girmiş. Jenerikte Reşit Çildam'ın soyadı 'Cildam'. Kitap ve film olayları Vicdan'ın hatıra defterinden anlatıyor.
"İnsanları, hayat ağacının yeşil yapraklarına benzetirim. Zamanı gelince sararırlar, kururlar ve düşerler. Hatıra defterindeki çocukluk yıllarım kara sayfalardı benim için. Annem, kaderin çizdiği dikenli ve ıstırap dolu bir yolda beni yanız bırakıp göçüp gitti. Benim hayat hikâyem bir yavru kuşun solmuş bir yaprak gibi dalından yere düşerek can vermesiyle başladı." (Vicdan'ın da sapanla vurulan serçeden, dalından düşen kuru yapraktan farkı yok).İstanbul'un uzağında bir köy. Beti benzi sapsarı bir kadın, yolun kenarında baygın yatıyor. Buralı değil, yabancı biri. 'Sefil, muzdarip, perişan'. Üstelik eli kulağında, doğurmak üzere. En yakın ev, Fatma Nineninki, kucaklayıp götürürler. ("Bütün belalar da beni bulur zaten" diye yakınmaktaydı 'cadaloz').
Doğum gerçekleşmiş, kızı olmuş. Son nefesini vermeden bir mektup yazıp madalyona saklama fırsatını bulabilir. Vicdan'ı Fatma Nine'ye emanet ediyor. Yaşlı kadın "Benim, kendime bakacak halim yok" diye mızmızlansa da bir avuç banknotun hatırına kapatır çenesini.
"Annem benden daha talihliymiş. Hiç olmazsa bir kerecik yüzümü görebilmiş. O günden sonra tek arkadaşım, madalyon oldu." Dayaksız günü yok. Eziyet, hep eziyet! Fatma nineyi annesi zannediyor. Ama öteki çocuklarınkinden farklı bir anne. "Kendisine anne dememi hiç istemezdi. Peki, benim annem ne olmuştu? Saçlarımı örecek, beni okşayacak, sıcak kollarıyla saracak bir annem olmayacak mıydı benim?" Bir gün, tekme tokat, bir mezarın başına sürüklenir küçük kız. "İşte anan! Ne idiği belirsizin biri. Günahlarının cezasını seni doğururken çekti. O'na uğursuzluk getirdin. Ama bana zararın dokunamayacak. Kurtulacağım senden, kurtulacağım.
"Öyle de yapar. Elin çocuğuna 40 yıl bakacak değil ya! Zaten rahmetlinin verdiği '2 kuruş' da çoktan bitmişti, 'satıverir' bir kaz çobanına! Madalyonu da kaparak.
Annesinden ve tek hatırası madalyondan ayrılmış. Mezarın kuru toprağı bile dayakçı Fatma nineden daha sıcaktı küçük kız için. Dertleşiyor, yüz sürüyordu hiç olmazsa. Anne kokuluydu.Çoban-Nuri Tuğ'un atlı arabasında 'sonu meçhul bir yolculuk'. İçinde, merhametsiz yılların acısı ve ana hasreti! Gittiği yerde ise evin hanımı ve oğlu Ali'nin gaddarlığı var. Koyunları, kazları otlağa çıkardığında çok mutlu. 'Küçük dilsiz arkadaşları arasında daha rahat'. Dertleşip konuşamıyorlar ama hiç olmazsa kötü kötü de bakmıyorlar.
Daha o yaşta 'kimsesizlerin, her istediklerini yapamayacaklarını öğrenmiş'. Ama sabır da bir yere kadar! Anacığına laf edilmesine karşı çıktığında döverler Vicdan'ı. "Kahpenin kızı ne olacak! Besle kargayı oysun gözünü" diye azarlayarak.
"En mukaddesatıma dil uzatan bu insanlardan kaçmak, karanlığa karışmak, karanlığın içinde erimek istiyordum, kaçtım." Yorgunluktan baygın düşüne kadar koşuyor. Araba ile geçen Hidayet Bey ve eşi zaten böyle bir kız çocuğu hasreti çekiyorlardı, evlat edinirler. (Ancak oğulları Ömer çok mutsuz. 'Miras meselesi')!
'Asıl anne babası, bir sis perdesi ardında saklı kalırken 7 yıl geçer'. Serpilmiş, güzelleşmiş, yatılı okuduğu liseyi birincililikle bitirmek üzereydi. Analığı hastalanıveriyor. Tedavi için, kocasıyla Londra'ya giderler. Başarılı bir ameliyat sonrası iyileşmiş, geri geleceklerini bildiren telgraf geldiğinde çok mutluydu Vicdan. Ancak 'abisinin' saldırısına uğrar! "Ömer, hayatıma paslı bir çivi gibi girmişti. Bu acıyı içimden yıllarca atamayacaktım. İçimde yeşeren huzur ağaçlarının dalları arasındaki güneş parlamaz olmuştu.
"Beterin beteri misali, Avrupa'dan gelen uçak düşmüş, kurtulan yok. "Korkunç hakikati öğrendiğim zaman çok üzüldüm. Susuz kalmış bir fidan gibiydim artık. Ya kuruyup gidecek ya da rüzgârın önüne kattığı bir kuru yaprak misali, kaderin bana çizdiği kötü yolda düşe kalka gidecektim.
"Neyse ki ebeveyni, yüksek tahsil için gerekli parayı, Avrupa'ya gitmeden bankaya yatırmış. Arkadaşı Feride ile kararları, Tıp Fakültesi. "Doktor olacağım. Kendimi insanlara adayacağım. Kimsenin gitmek istemediği yerlere gidecek, kimsesiz, terk edilmiş sefil çocuklara kucağımı açacağım.
"Liseden tanıdığı Nezihe'nin düğününde Vecdet ile tanışır. Etkilenmiş ama Ömer'in acı hatırası nedeniyle belli edemez. Delikanlı da zaten Amerika yolcusuydu.
4-5 yılın ardından karşılaştıklarında okul bitmiş ve sıra aşk kıvılcımında. Gün geçtikçe büyüyen, benliklerini kavuran, alev alev yakan bir ateş. Ancak Vecdet'in içki eşliğinde zorla öpmeye kalkması 'küllenmeye yüz tutmuş bir yarayı' yeniden deşer. "Kaçtım. Anadolu'nun küçük bir kasabasına gidip şehrin ikiyüzlü insanlarından kurtulmak istedim." Yolda, madalyonu almak için Fatma Nine'ye uğradığında ailesi ile ilgili bir şey öğrenir. Hali vakti yerinde bir adam, O'nu ve annesini sormuş. Madalyon için de epey bir para vermiş. "Galiba babanmış!"
Kader, ağlarını bir örümcek gibi örmeye devam etmekte. Yaşayıp yaşamadığını bilmediği bir babasının oluşu hiç de sevindirici değil. Tek tesellisi dertlerine ortak olacağı hastaları. Para almıyor yoksullardan. Yaralı kalbini, tüm insanları, ayırımsız, sevmek gibi bir duyguya alıştırmak zorunda. 'Hanımlık, ikram edilen kahvenin telvesinden belli olur' derler. Komşu Talia Salta, doktorluğunu da hanımlığını da övüyor.Hayatındaki yeni bir devre bu. Mutluluğu az ümidi çok. Kasap, manav, boyacı ve diğer erkeklerin fiskoslarına alışmış artık, üzülmüyor.
Okul müdürü Salih Baba ve eşi Sabiha Hanım kol kanat germiş. Bir içim su oluşu nedeniyle talibi de çıkar; Eşraftan zengin bir ailenin oğlu Kamil. Ancak genç kızın evlenme niyeti yok. Tam o günlerde Ömer çıkagelir. Rahatsız ettiği yetmez gibi bir kıskançlık kavgasında Kamil'i öldürüyor. (Tutuklanması epey sonra). Kasabalı, Vicdan'ı 'Vurun Kahpe' misali linç etmeye kalkışınca yine Salih Baba engel olur.
O karmaşada Vecdet de kasabadaydı. Babası ile beraber gelmiş. Vicdan'la evlenmek istiyormuş. Salih Baba, neredeyse kulağını çekecekti, böyle temiz bir kızı üzdüğü için! Nikâh günü Selim Bey, yıllardır sakladığı madalyonu genç kıza verdiğinde ortalık karışır. Bu duruma göre gelin ve damat, kardeş! Üstelik daha birkaç gün önce birbirlerinin olmuşlardı! Kader yine kötü bir yerden vurmuş. Günah büyük, utanç büyük. "Yıllarca hatıralarımı yazdım defter, yakılacak bir kitap olmuştu artık. Sonu ölümle biten, yakılacak bir kitap!"
Vecdet'le bir uçuruma, 'Duvaklı Mezar'a atlayacakken, elinde, madalyonun içinden çıkan mektupla Salih Baba yetişir. Yıllarca önce rahmetli annesi saklamıştı oraya; "Yavrum, sana ait bir sırrı mezara gömmeye gönlüm razı olmadı. Baban, gemiciydi. Karnımda seni taşırken gittiği bir seferden geri dönmedi. Selim Bey karşıma çıktı, birbirimizi sevdik. O'nu kendime bağlayabilmek için 'karnımda çocuğun var' diye yalan söyledim. Evli olduğunu öğrenince kaçtım. Günahkâr ananı affet.
"Kardeş değilmişler! Film biterken, el ele tutuşmuş, neşe içinde koşuyorlardı.
Romanın başlangıcı 20. yüzyılın ilk yıllarında. 'Rutubet kokan, loş, basık, çıplak bir oda (sf. 3)'. Posta Memuru merhum Cemil Efendi'nin karısı Şaziment, kendisini gaz yağı ile yakıyor. Fakirliğe, sefalete dayanamamış. 2-3 yaşındaki kızı Vicdan'ın hayatı 'ıstırapla kardeş, talihsizlikle eş, mihnetle yoldaş' geçecektir. Birkaç hafta Muhtar Halil Efendi'nin evinde; 2 yıl Darülaceze'de; Bir buçuk sene bir evde besleme olarak kalır. Sonunda Gümrük Müdürü Hidayet Beylerin evlatlığıydı. Ebeveynin ölümünden sonra en büyük kötülük 'üvey abi' Ömer'den gelir. 11-12 yaşındayken tecavüze uğruyor. O kadar çocuk ki bunun ne olduğunu yıllar sonra anlayacaktır; 'Nim bakire Vicdan'! 13 yerde kendisinden 'yarı bakire' olarak söz ediliyor. (Bunun 2-3 katı kadar da 'piç' ve 'muamma')!
Yatılı Kız Öğretmen Okulu'nu birincilikle bitirip tayinini beklerken Vecdet ile tanışır. Delikanlıyı sevmiş ama 'şehvet beklentisi içindeki davranışlarından' rahatsız olur. 'Vicdan, bir turna; Vecdet, kovalayan bir kartal (sf. 28).'
İskilip'e kaçar gibi gidiyor. 'Gülcemal Vapuru' ile Samsun. Atlı araba ile 4 günde Çorum. Sonra Karaburun Köyü ve İskilip. Kötü talihi burada da karşısına çıkar. Ömer'le karşılaşır. Yakınlardaki Sungurlu'da ticaret yapıyormuş. Tam kasabaya alışmışken bir başka sarsıntı; Yeni tayin olan Kaymakam Selim Bey, sevdiği adam Vecdet'in babası! Bin bir türlü engelden sonra evlenirler. Fakat Selim Bey'in ölmeden önce oğluna yaptığı itiraf, zavallı kızın sonunu hazırlıyor. "Bundan 25-26 sene evvel, ki sen o zaman 2-3 yaşında idin, anneni ve seni Kayseri'de bıraktım, (görevle) İstanbul'a gittim... Kader ve gençlik beni affedilmez bir günaha sürükledi... Posta memuru iken pek genç yaşta ölen Cemil Efendi'ni dul karısı Şaziment Hanım'la tanıştım... Seviştim, kalbini çaldım, 4 ay beraber yaşadım. Sonra da bir hırsız gibi koynundan sıyrıldım kaçtım. Bir sene sonra çocuğum olduğu haberini verdi, onu da inkâr ettim... Fakat O benim çocuğum, senin öz kardeşin... O'nu ara, bul." Kitapta, kardeş olmadıklarını söyleyen bir mucize mektup yok. Vicdan'ın cesedi, Meydan Çayı'nın kıyısında bulunacaktır!
'Yakılacak kitaptaki' melodiler.
Film için yapılan 'Yakılacak Kitap' (İsmet Nedim) 10 sahnede (Jenerikte; Vicdan'ın annesi, ölmeden önce bir mektup yazıp madalyonun içine saklarken; Fatma Nine, Vicdan'a annesinin mezarını gösterirken; Üvey anne ve babasının öldüğünü öğrendiğinde; Vecdet, gazinoda Vicdan'ın arkasından gülümserken; Vicdan, Hatice ile Beyazıt Meydanı'nda güvercinler arasında yürürken; Yıllar sonra Vecdet'le karşılaşınca; Trenle Anadolu'ya giderken; Vecdet'in mektubunu okurken; Kamil'in cesedi at arabasıyla taşınırken).
Los Hermanos Rigual'in 'Chitarra Amore Mio' albümündeki (1965) 'Tenderly' (1942) (Walter Gross / Jack Lawrence) 3 sahnede (Okulda, ilk görüntüye geldiğinde; Hafta sonu eve gelip Ömer'le karşılaştığında; Dört arkadaş pastanedeyken). 'Caminito' (1926) (Juan de Dios Filiberto / Gabino Coria Penaloza) 2 sahnede (Ormanda konuşurlarken; Gazinodaki dansta).
'Clebanoff'un 'Sons Maravilhosos (Exciting Sounds)' uzunçalarındaki (1969) 'Orchids In The Moonlight' (1933) (Vincent Youmans / Gus Kahn / Edward Eliscu) Ömer'le gittikleri pavyonda ilk melodi.Luciano Sangiorgi'nin 'Sassi' 45'liğindeki 'Sassi' Ömer, gazinoda Vicdan'ı içki içmeye zorlarken.
Fausto Papetti'nin '1a Raccolta' 33'lüğündeki (1960) 'Till' (1957) (Charles Danvers / Carl Sigman & Pierre Buisson) Evde, dans ederlerken. 'Sleepwalk' (1959) (Santo ve Johnny Farina) Nikâhtaki ilk melodi.
'Hyperprism' (1923) (Edgard Varése) Vicdan, evde bayılırken.
Freddy Cannon'un 'Cuernavaca Choo Choo' 45'liğindeki (1959) 'Cuernavaca Choo Choo' (Frank Slay / Bob Crewe) Nikâhtaki şarkı.
'Nasıl İhanet Ettin Şu/Bu İlahi Aşkıma' (Muhayyer-Kürdî) (İsmet Nedim) 6 sahnede (Vicdan, pastanede, gözlüklerini çıkarıp tebessüm ederken; Sandalda birbirlerine sarılmışken; Ormanda gezerlerken; Moda dergilerine bakarken; Sabiha, arkalarından su dökerken; Filmin sonunda).
'Yakılacak Kitap', 15 yaşındaki Nazan Şoray'ın üçüncü filmi. Buradaki giysilerini ablasından ödünç almış. Örneğin, Salih öğretmenin evindeki elbiseyi, Türkan Şoray, 'Kahveci Güzeli'nde (1968) Ekrem-Yusuf Sezgin'e "Bana kalırsa bu seyahat beni unutmana vesile olur. Ama dediğim gibi, mektuplaşırsak unutamazsın" derken giyiyordu. Vecdet rolü için önce Murat Soydan düşünülmüş. Ekrem Bora 'Yakılacak Kitap'tan sonra Türkan Şoray ile 'Kadın Severse'yi çevirecektir.
Vicdan'ın annesi, çok kan kaybettiği doğum sonrası perişandı. "Ne oldu, fenalık mı geldi" diye soruyorlar. Ecel geldi, ecel! Doktor da çağırmışlar ama faydası yok. Genç kadının işi artık Allah ile! Romandaki Şaziment Hanım ise 'tek eşyası' olan eski maşrapayı satamamış, çocuğu aç! Bunca sefalete dayanamayıp idare lambasındaki gazla kendisini yakar. Külü bile kalmaz. Bu sırada Aksaray Camii'nden yatsı ezanı duyuluyor; (1927 yılındaki ilk basımda) "Allahu ekber... Allahu ekber." (1938 yılındaki ikinci ve ezanın tekrar Arapça olduğu 1950 sonrası basımlarda ise) "Tanrı uludur... Tanrı uludur."
1915'te de torpil varmış. Öğretmen Okulu'nu birincilikle bitiren 'kimsesiz' Vicdan, Anadolu'ya tayin edilirken, 'maarif nezaretinde tanıdığı olan arkadaşları' İstanbul'da kalır (sf. 54). İskilip'e gidiş ve kasabadaki yaşam, köy düğünü (belki yazar ilk ve orta öğrenimini orada yaptığı için) çok başarılı bir şekilde aktarılmış. İnanması zor ama öğretmen maaşı 8 lira! Bunun ancak yarısını harcayabiliyor. Kiraz, okka ile değil ağaç ile! Büyük bir ağacın üzerindeki bütün kirazlar 5 kuruş. Yumurta biraz çelişkili. Sf. 106'da 20 tanesi 1 kuruş; Sf. 136'da 18'i 1 kuruş!
Hem 1944 hem de 1960 basımlarındaki bir hata (sf. 48); "Kimbilir, günün bin dört yüz kırk 'saniyesinin' her birinde daha olup biten neler var neler? Biz zaten her şeyi bilsek çıldırırız." 'Saniyesinin' değil 'dakikasının' olmalıydı! Selim Bey de oğlu Aziz Vecdet'in yaşı konusunda söyledikleri başka başka. Sf. 198'de '24' demişti. Sf. 257'de "Bundan 25-26 sene evvel, ki sen o zaman 2-3 yaşında idin..." diyor!
Filmde, Vicdan'ın 'satıldığı' sahne müthiş. Nuri Tuğ "Söyle bakalım, çobanlık yapar mısın sen" diye sorunca "Yaparım, amca."; "Öyleyse öteberini al gel yavrum" dediğinde ise "Yok ki!" karşılığını alır. Yok ki! Madalyonu Fatma Nine kapacaktır. Kahramanımız 'ömür boyu aylık gelir' yaşlı kadın için. 4 kez (Vicdan'ın annesinden, küçük kızı sattığı köylüden, Selim Bey'den ve Vicdan'dan) tomarla para alıyor. Mualla Sürer ilk çevrimde de (1963) var. Bunca kötü olmasının nedeni söylediklerinde saklı. "Anne deme bana. Ben senin annen değilim. Olmak da istemiyorum. Öz evlatlarım bana anne diyemeden öldüler. Seslerini bile duyamadım. Sana da 'anne' dedirtmem anlıyor musun?"'Ne idiği belirsiz' tanımlamasını Ömer, Vicdan için; Fatma Nine, rahmetli annesi için söylüyor.
"Hiçbir erkek, uğruna fedakârlık etmeye değmez... Erkeklere hiçbir zaman fazla değer vermemek lazım" diyecek kadar 'erkek düşmanı' olan Vicdan haksız sayılmaz. Ömer'in, Vecdet'in, kaz çobanının oğlu Ali'nin, kasabadaki boyacının, kasabın, manavın davranışları çok incitici. Filmde bir 'iyilik abidesi' olan Kamil bile, romanda kaçırmaya kalkmıştı genç kızı! Yaşadıkları öyle acı ki Nezihe'nin ikinci hamilelini duyunca "Öyle durmadan çocuk yapmasınlar. İnsan, geleceği meçhul çocukların günahını üzerine almamalı" diyor.Üvey anne ve babası ne kadar iyiyse Ömer o denli kötü. Mirasa ortak geldi diye 'arpacı kumrusu gibi düşünürken' bir arkadaşı; "Kumarda mı kaybettin... Yoksa Karakedi'deki kızla mı bozuştun" diye takılır. 'Üvey kardeşini' içki ile baygın düşürerek kirletmişti. Yıllar sonra karşısına çıktığında "Bir kadın ilk erkeğini ömrü boyunca unutamaz" diyor. Oysa Vicdan o sırada alkolün etkisiyle kendinde değildi! Ömer ve Vecdet'in genç kızı içkiye zorlayışları aynı sözlerle. "Su kadar hafiftir!"
Hidayet Bey ve eşinin ölümünü 25 Mart 1968 tarihli Hürriyet'ten öğreniyoruz; "Bir 'İngiliz' uçağı 61 kişi ile denize düştü." Burada bir hata var. Milliyet, haberi daha doğru başlıkla vermiş; "Bir 'İrlanda' uçağı 61 kişi ile denize düştü." Milliyet de uçağın yüksekliğinde hata yapmış. "İrlanda'nın Cork şehrinden Londra'ya gitmekte olan uçaktan alınan son telsiz mesajında uçağın 1650 metrede fırıl fırıl döndüğü bildirilmekteydi" diyor. Oysa kaza raporunda 'twelve thousand feet (3657 metre)' yazılı. 4 mürettebat ve 57 yolcu ölmüş. Ama yolcular arasında Türk yok! "35 İrlandalı, 9 İsviçreli, 6 Belçikalı, 5 İngiliz ve 2 Amerikalı." O yıllarda 'Küçük Amerika' olmak için yırtındığımızdan Hidayet Bey ve eşini Amerikalı mı kabul ettiler acaba? Londra'dan çektikleri telgrafta "...Pazartesi uçağıyla oradayız" demişlerdi. Oysa kazanın meydana geldiği 24 Mart 1968, 'Pazar'a denk geliyor.Ailenin arabası 'H. 47 760' plakalı. (50'lerde çimento ve profil demir ithalatçısı 'Koç. Ticaret'in telefon numarası da '47 760'). Evleri, Armatör Suat Sadıkoğlu'nun Ortaköy'deki yalısı.
Geveze Sami filmin neşesi. Şairliği de var. "Fırtınalar olur denizlerde//Yelkenleri 'cart' diye yırtar//Fenerleri 'püf' diye söndürür//Ve aşkları vardır yeryüzünde İnsanoğlunu kahreder öldürür//**//Yalnız aşkı vardır âşık olanın//Ve kaybetmek daha güç bulmaktan//Sen, üstüne sürgün olduğum kadın//Dostum ellerini unutamadan//Orospum olan yanlarını." Başladı mı da susması yok! "Kimsesiz bir çocuk kaldırımlarda//Yüzlerce insan açlıktan//Çin'de, Laçin'de, Vietnam'da bombalar altında//Ve ben burada kan kusarak öleceğim aşkından." Kan vermeye gidişi bile şiirle. "Küçükleri severdi//Büyükleri sayardı//Bir bayramdan bayrama//Namaz bile kılardı." Vicdan da şiir düşkünü. Zaman, anılarının üzerinden bir sünger gibi geçmiş. Tıp tahsili başarıyla bitip doktorluk stajı başladığında eski bir şiiri hatırlar. "Derin yaralar iyileşir zamanla//Ve tekrar uyur//Her acı diner zamanla//Unutulur." Bazen zordur unutmak ve bir ümit arar insan! "Yakında doktor olmak, yardım isteyen insanların yaralarını sarmak belki bana büyük acılarımı unutturacaktı. Bekliyorum, ümit ediyorum!"
Vecdet, Amerika'ya; Sami, Kore'ye gidiyor. İkisinin de kan grubu A-RH pozitif. Vecdet'in evi için Bebek'teki plato kullanılmış. 'Sevgili Babam'(1969) ve 'Uykusuz Geceler'de (1968) görmüştük. Salih Baba'nınki ise 'Güneş Doğmasın'da (1961) Mahmut-Reha Yurdakul'undu. Belgrat Ormanı'nda dolaştıkları (Ekrem Bora'ya ait) '34 HR 007' plakalı bordo Mercedes'i 'Tek Kurşun' (1968), 'Kadın Severse' (1968), 'Kadın İntikamı' (1968), 'Şehir Eşkiyası' (1969), 'Günahını Ödeyen Adam' (1969), 'Sürtük' (1970), 'Mağrur Kadın' (1970), 'Emine' (1971), 'Bir Kadın Kayboldu' (1971) filmlerinden anımsıyoruz. Selim'iın '34 FU 933' plakalı, 65 model Opel'ini ise 'Siyahlı Kadın' (1966), 'Bir Şoförün Gizli Defteri'nden (1967).Vicdan'ı Jeyan Mahfi Ayral; Vecdet'i Toron Karacaoğlu; Ömer'i Sadettin Erbil; Salih Baba'yı Rıza Tüzün; Hidayet'i Mümtaz Ener; Sabiha'yı Alev Koral; Selim'i Erdoğan Esenboğa; Vicdan'ın annesini Birsen Kaplangı seslendirmiş.Sıdıka Duruer, Silvana Panpani ve 'Zehirli Hayat'ın (1967) yoğurtçusu Ömer Sağlam nikâh konukları.
Vicdan-Nazan Şoray; Vecdet Cenapşah-Ekrem Bora; Ömer-Tanju Gürsu; Selim Bey-Muzaffer Tema; Feride-Fatma Karanfil; Salih Baba-Ali Şen; Sami-Müjdat Gezen; Nezihe Hanım-Naşide Naşit; Avukat-Kayhan Yıldızoğlu; Kamil-Metin Yalçınkaya ve '34 AN 236' plakalı cipi; Garip Baba Türbesi'ne bekçilik eden Fatma Nine-Mualla Sürer; Hidayet Bey-Mümtaz Ener; Sabiha-Leman Öztürk; Manav Kemal-Reşit Çildam; Kasap Hasan-Mustafa Yavuz; Boyacı Yusuf-Arap Celal; Vicdan'ın annesi; Komşu-Talia Saltı; Kasabalılar-Selahi İçsel ve Cevat Uz, kasaba sakini; Vicdan'ın Vecdet'le dans ettiği gazinodaki Oktay Yavuz; Nezihe ve Nejat'ın düğünündeki orkestra 'Vokal Yankılar' (basgitarda Oğuz Kutmandu, ritim gitarda Engin); Kolye ve içindeki mektup; Kaz-koyun çobanlığı; Lise; Tıp Fakültesi; Gazino sahnelerindeki 'Köse' Ahmet Koç; Sandalla Boğaz, arabayla Belgrat Ormanı gezileri; Buharlı tren; Anadolu'nun küçük bir kasabası (romanda 'İskilip'); Duvaklı Mezar; Selim Bey'i Fatma nineye getiren '34 FS 558' plakalı taksi çok güzeldi. Muzaffer Tema ve Ali Şen'e takma bıyıkları hiç yakışmamış, itici.
'Duvaklı Mezar'ın bir öyküsü var. Vaktiyle, aşkları Leyla ve Mecnun'u gölgeleyecek iki sevgili yaşarmış oralarda. Düğün gecesi, kara ruhlu biri araya girip erkeği öldürmüş. Kız da kendini bir uçurumdan atmış. Duvağından kopan parçalar etrafta uçuştuğu için, o zamandan beri 'Duvaklı Mezar' kalmış buranın adı.
Salih Baba; "Küçük yerlerde iki hastalık vardır kızım. Biri tembellik, biri de dedikodu. Romandan birkaç alıntı. "Kararsızlık ne fena şey. İnsan bir mesele üzerinde bir şey düşünüyor, dimağ seferber oluyor, zihin ve asap makine gibi çalışıyor. Fakat ortaya yine kesin bir şey çıkmıyor (sf. 22)... Hayat bir muamma. Bir saniyesi öbür diğerine benzemiyor (sf. 49)... Israr karşısında daha ısrarlı olmaktan başka çare yok (sf. 77)... Hayatta yumuşak yüzlü olmanın, kalp kırmaktan çekinmenin hiç manası yok. İnsanı bön, bilgisiz, çok saf vaziyete düşürmekten başka bir işe yaramıyor (sf. 162)."