Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Berlin, son yıllarda Cannes ve Venedik'e göre daha düşük seviyede ama ana seçki her zamanki gibi iddialıydı. Beklentiyi düşük tuttum ama önemli yönetmenlerin filmleri de vardı. Yarışma ise biraz zayıftı. Venedik ve Cannes da durum farklıydı mesela. Arrival, Jackie, La La Land, Sieranevada, American Honey gibi Amerika ağırlıklı önemli filmler yer alıyordu. Berlin'de ise Kaurismaki olgun bir filmle karşımıza çıktı, önemliydi. Genel anlamda ise Orta-Doğu Avrupa sineması ön plandaydı ve çıkıştaki Romen sinemasından örnekler izleme şansımız oldu.
Berlin'de pek böyle bir durum yok. Alman filmleri bile ülke kontenjanından alındı zaten. Onlar da pek parlak değildi. Poitik açıdan damga vuran bir film görmedik. Ödüllerde bazen bu durum görülebiliyor Mustang, Timbuktu ve Felicite gibi ama bu sene bu duruma rastlamadık. Panorama bölümü, ana yarışmanın üzerindeydi. Bilimkurgu Sinemasına adanmış "Future Imperfect" bölümü de gayet sağlamdı. Alien, Terminator ve Blade Runner gibi klasikler ile Avrupa'dan çıkma, geneli 35 mm olan kıyı köşe filmlerini harmanlamışlardı. Bu açıdan çok keyifli ve önemliydi seçki.
Cannes, Berlin ve Venedik haliyle başka bir seviye. Bizim festivaller daha çok alternatif değerde. Karlovy Vary, Locarno gibi diyelim. Bazıları zaten turistik açıdan önemli. Antalya o konuda bizim için büyük şans. Hem doğa özellikleri ön planda, hem de önemli filmler oynayabiliyor. Büyük festivaller seviyesini yakalamak zor. Son zamanlar coğrafi olarak sıkıntılı bir bölge durumundayız. O sebeple çekinenler olabiliyor ama biraz geçmişe gittiğimizde bizim festivallere de büyük oyuncu ve yönetmenlerin geldiğini görebiliriz. Bela Tarr, Kevin Spacey, Jim Sheridan, Peter Greenaway bunlardan bazıları. Hollywood starları zaten hep zor, arada ikna edebilirsek sürpriz oluyor. Üç büyük festivalden çıkınca olay menajer meselesine dönüyor biraz da. Tematik olmak, öyle çekmek lazım belki de...
Çok az tartışma oldu aslında. Epey uyumlu bir süreç yaşandı. Zaten jüri üç bölüme ayrılıyor; Ana Yarışma, Panorama ve Forum... 9 kişi tartıştık ana yarışmayı. Kaurismaki favorimdi ana yarışmada ama daha evvel alması biraz etkili oldu. Macar filminin alması da üzmedi tabii, gayet başarılı bir filmdi. Kimi jürilerde tartışma çok olur. Daha evvelki tecrübelerimde denk geldiğim oldu. Anlaşılmaz yorum yapan olabiliyor ve zorluyor ama dediğim gibi bu kez hiç sorun yaşanmadı. Bir avantaj da bu kez FIPRESCI'de birbirini tanıyan insanların ağırlıkta olmasıydı. İlk katılanlar da uyumlu çıktı, bölen film de olmayınca karar süreci rahat geçti diyebilirim.
Başarılı bir deneme ve ilk film. Görsel açıdan epey doyurucu. İz bırakacak birçok sahnesi de mevcut ve kurgusu da iyi. Oyuncuların performansları da beğendim ama dramatik açıdan biraz sıkıntılıydı film. BAzı sembolleri fazla bazıları ise oldukça kapalıydı. Finaldeki sürpriz biraz filmden kopuk geldi bana ama ilk film için epey kayda değer bir deneme diyebilirim. Kadın bakış açısı ve tür birlikteliği içerisinde cesur bir iş. Türk sineması için oldukça olumlu.
2016 bu anlamda biraz kötüydü. Ustaoğlu, Kaplanoğlu, Erdem ve Ünlü Venedik'e giremedi. KAlitesini ispatlayan isimler bunlar ve hiçbiri giremiyorsa bir yerde yanlışlık var demektir. Abluka ve Sivas'ın ödülleri de düşünmek lazım. Nuri Bilge Ceylan hariç major festivallere gidebilen çok az. Kaplanoğlu Berlin'de ödül aldı ama gerisi gelmedi. 90'larda ortaya çıkan sinemacılar Ceylan dışında sorunlu, yani inişli çıkışlı. Büyük bir pazarlama sorunumuz var. Kaliteli sinema var ama zayıf seçkilere bile film sokamadığımız oluyor. Ortak yapımcı meselesi burada önem taşıyor. Venedik'in başındaki isimle sohbet imkanım oldu. Türkiye'de sinemanın yükselişini gördüklerini söylüyor ama yine pazarlama sorunu ortaya çıkıyor. Belki de siyasi profilden çıkan çatışma ön planda olmalı. Romen sineması bu açıdan önemli ve kendine yer bulmakta zorlanmıyor. Yunan yeni dalgası ise çok ekonomi odaklı ve çekici gelmiyor bu.
Program etkiliydi. Yine kendi profillerine uyan filmleri bulmuşlar. Özellikle animasyonlar güçlüydü bu anlamda. My Entire High School Sinking into the Sea, The Red Turtle ve Sausage Party kült olabilecek animasyonlar. Yarışma da gayet başarılı seçkiden oluşmaktaydı. Deniz Kızlarının Şarkısı, Karanlık Çöktüğünde ve İkaros önemli filmlerdi. Anti-porno gibi geceyarısı kitlesine hitap eden başarılı bir film de mevcuttu mesela. Plastik bir anlatı ile neredeyse Leone estetiği yakalayan bir filmdi. Amerikan bağımsızlarında da Christine, Certain Women gibi önemli filmler vardı. Moonlight önemli bir filmdi ve açılışta vardı ama galalarda sanki birkaç tane daha iddalı film olmalıydı. Yine de genel anlamda ben memnun kaldım. Keşif bölümü çok iyiydi. En iyi üç film ise Deniz Kızlarının Şarkısı(The Lure), My Entire High School Sinking into the Sea (Okulda Deniz Kazası)ve Anti-Porno'ydu diyebilirim. Esas eksik geceyarısı sinemasında yaşandı. Donnie Darko gibi örneklerin yer aldığı bölüm çok zayıftı. Eski önem verilmiyor. Hem burada hem İstanbul Film Festivali'nde düşüşte olan bir bölüm. Tekrar etmem gerekirse genelde seçki doyurucuydu.
Özellikle Oscar filmlerinde tarih önemli. Vizyon iyi ayarlanmazsa film batabiliyor gişede. Inherent Vice mesela adaylık almadı vizyonda sıkıntı yaşadı. İstanbul Film Festivali aldı ve bağımsız kanada hizmet etti daha çok. Bağımsız şirketler az seyirci yapacak filmi kabullenebiliyor ve ucuza da getirebiliyor. Biraz iyi gişe memnun ediyor haliyle ama WB ya da UIP gibi şirketler 50 binin altında filme girmek istemiyor. Moonlight mesela 5-10 bin seyircinin bile kurtardığı ucuz maliyetli film, sonucunda herkes memnun. Tamamen şirketlerin insiyatifi bunlar. 7-8 milyon yapacak filmin karşısına koymak istememeleri de normal bir durum.
Recep İvedik bence gereğinden fazla hedef gösterilen bir film. Çok daha kötüleri var. Cinsiyetçi espriler belki daha çok tepki çekmesine sebep oluyordur. Recep İvedik'e saldırmak sanki biraz moda olmuş durumda. Her sinema kabul edilip tartışılabilir bence. Amerika'da da Jackass var. Ben hiç sevmem, gülmem de ama epey iyi gişe yapıyor. Sinema bile demem ama seveni çok. Belki şu durum tartışılabilir: Recep İvedik ya da Düğün Dernek değil de Fetih 1453 daha çok gişe yapmalı. Blockbuster ya da Marvel örnekleri gibi olmalı. Daha çok para harcanan film daha çok gişe yapmalı. Öteki türlü para harcamadan 8 milyon seyirci yapmak ucuzluğa itiyor. Para harcayan filmin sektöre de faydası büyük. Bu filmler daha çok gişe yapabilmeli.
Doğa-insan ilişkisi üzerinden hayvanların dahil olduğu sinema dilleri oluşturma çabasındaki filmlerin yoğunluğu ilginçti. Bunlar arasında hayal kırıklığı yaratanı da, nokta atışı yapanı da vardı. Retro bir doku yaratma sevdasındaki yaratıcılık takdire şayandı. Açıkçası ulusal yarışmada son yıllarda iyiden iyiye ilgi görmeye başlayan kurmaca-belgesel kırması bir eser zafere ulaştı. "Sarı Sıcak"; başı, sonu belli olmayan, hikaye ve senaryosuz çaylak bir ilk filmdi halbuki. Nedense Mersin doğası sebebiyle, belki Erden Kıral'ın teknik olarak yerlerde sürünen "Bereketli Topraklar Üzerinde"sinin şişirildiği ülkede bu da doğaldı. Ama yarışmada özellikle "Kırık Kalpler Bankası", "Tereddüt" ve "Zer"e yazık oldu. "Martı" ve "Mavi Sessizlik" ilginç ilk film çıkışlarıydı. Pelin Esmer'e Gökhan Tiryaki ile çalışmak bir vizyon getirirken, Orhan Eskiköy'e yalnız kalmak yaramamıştı. Yeni Türkiye Sineması'ndaki "Göçebe" ise bizde de bir umut olarak bilim-kurgu filmi üretilebileceğine dair inancımızı tazeledi.
Festivalin en iyileri "Yaralı Kalpler", "Şafak Sökmeden", "Sürgün", "Sonsuz Şiir" ve "Aşk Köpekleri" idi. İlk dördünün deneyimli yönetmenlerin imzasını taşıması 'alışkanlık'ın değerine dikkat çekti. Açıkçası Jude, Romen Yeni Dalgası'na yeni bir heyecan getirirken, Schrader de 20 yıl önceki çıkışında kalmadığını ispatladı. Rithy Panh ve Alejandro Jodorowsky belki de ustaların şanını kurtaran ender isimlerdi. Wajda'nın etkileyici son kamera açısıyla vedası ise hüzünlendirdi. Kamboçyalı Panh'ın tarzı, aslında festivalin iki senedir deneysele eğilimli programına cuk oturuyor. Ben Young'ın stilize "Aşk Köpekleri"nde rehine gerilimlerine ayrıksı bir üçlü eklediğine şüphe yoktu. LGBT sinemasında önceden gördüğüm "Ornitolog" (ki Altın Lale'yi sonuna kadar hak etti) ve "Erkek Düşmanları" bir yana "Tekvando" fark yaratan film oldu. Raoul Peck, daha ziyade 'belgesel'e kanalize olması gerektiğini "Ben Senin Zencin Değilim"deki James Baldwin'in gözünden ırkçılık tarihine incelikli bakışla ispatladı. Biyografik filmler arasında "Şafak Sökmeden" Stefan Sweig'ın dört epizotta portrelerken finali ve girişiyle mest ederken "Dalida" da müzik ruhunu fena yansıtmıyordu. En çok abartılan filmler ise "93 Yazı", "Benim Mutlu Ailem"
36. İstanbul Film Festivali, bir süredir onur ödülü konuğu getirmekte çok da planlı ve organize gözükmüyordu. Bu sene McKellen ve Schlöndorff bu konuda bir istikrar, emek ve sabır başarısı olarak zihinlere kazındı.
28. Ankara Film Festivali'nde özellikle Proje Geliştirme Desteği'nin eklenmesi yerinde bir tercihti. Ulusal yarışmaya para ödülü konması da festivalin 'destek' arzusuna cuk oturdu. Açıkçası Proje Geliştirme Desteği'nin ilkinde jüri taraf tutmadan, yapımcıların gücünü düşünmeden hareket etti ve ilk filmini çekecek iki ismi ödüllendirdi. Festivalde uluslararası festivallerde gördüklerim sebebiyle fazla yabancı film seçeneği yoktu. Ama Türkiye prömiyeri yapılan filmlerden özellikle Yunanistan'daki ekonomik krize 'hatlar' üzerinden antolojik bir bakış atan "Çizgiler" ("Lines") dikkat çekiciydi. Terence Davies ise halen zinde olduğunu, Emily Dickinson'ın hayatından bir kesite 'şiirsel' denemelerle ilginç bir fon katan "Sessiz Bir Tutku" ("A Quiet Passion") ile kanıtladı. Festivalin özellikle ulusal yarışmadaki 'En İyi Film' ödülü, 2016'dan sonra bir kez daha İstanbul Film Festivali için derslikti. Ama kopyala-yapıştır minimalizmiyle 'festival formülü'ne kayan "Taş"ın sinematografi ödülünü anlayamadık.