Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
"Toz" filmi gösterime girerken yönetmenimiz Gözde Kural ile keyifli ve doyurucu bir röportaj gerçekleştirdik...
Sürekli bir şeyler yazıyordum ve okulda bir olay üretip okulu bayağı karıştırıyordum. Annem çok çekti benden :) Bütün planlarım aslından Hukuk okumaktı. Annem bana ufak ufak asıl yapmam gerekteni aşıladı. Reklamcılıkla başladım ama ilk yılımda anladım ki bana göre değil. Okul zamanlarım ise daha çok basketbol oynayarak, sproculukla geçti ve bir gün Kieslowksi'nin "Aşk Üzerine Kısa Bir Film"ini izledim. Üzerine 1.5 ay düşündüm aralıksız. Nasıl görsel bir şey şiir gibi okunur onu düşündüm ve sonra sinema okumaya karar verdim. Asistanlık da yaptım bu süreçte ama oldukça zorlayıcıydı. Sonra senaryoyu yazmaya başladım, Emir karakteri üzerinden ilerledim ve Afganistan'a gittim.
Hikaye aslında Emir üzerine yazıldı. Onun sakladığı sır ve psikolojisi ağırlıktaydı. Karakter sinemasına daha yakındım başta ama ben oraya gidince kızın yolculuğu başladı. Hikaye çok katmanlı ve bunu yapabilmek tecrübe işi. Fikir bulmak gibi işlemek de bir sanat. Ben bittiğinde bu kadar büyük hikaye anlatmak için yeterli miyim diye düşündüm de aslında. Yeni yazdığım hikayede danışmanlar var. Emir kurguya kadar hala ön plandaydı ama orada gördüklerim fikrimi epey değiştirdi.
Hiç değil. Zira, ben olaya böyle bakmıyorum. Bir olay olduğunda kadınım diye tepki vermiyorum, reflekslerim cinsiyet üzerinden değil, insan olduğum için. Klişe kadın karakter kalıbını yıkan bir kadın Azra. Kadın olduğu için değil, kişisel alanına müdahaleden dolayı tepki veriyor. Feminizm söylemleriyle de alakası yok filmin haliyle. Her şeyi bir kalıba oturtmaya çalışıyoruz. Bu durum biraz da bununla alakalı. Eleşetirileri sever, inanılmaz dikkate alırım ama oryantalizm eleştirileri mesela en istemediğim şeydi ve biraz haksızlıktı. Gerçekten kamerayı koyduk ve neyse onu çektik. Bence meselenin aslını anlamaya çalışmalıyız. Çöp karıştıran çocuğu değil oraya neden geldiğini sorgulamak lazım.
Montreal'de gayet güzel bir açılış yaptık. Türk seçkisiyle birlikte Toronto'da bulunduk. Mumbai de özel seçkide yer aldık. Takip etmişsinizdir Antalya'da yer aldık ve oradan da ödülle döndük. Şimdi Shanghai'a gidiyoruz. Önümüzde birkaç festival daha var davet gelen, resmileştikçe ve zamanı geldikçe açıklayacağız.
Bunu söylemek için daha çok erken ve biraz kırgınım. Bunu belki bir sene sonra daha sağlıklı konuşabiliriz ama bizim filmimiz Afganistan'la alakalı olduğu için çok yere katıldık, çok söyleşi gerçekleştirdik, coğrafi meselesinden dolayı da ilgi duyan oldu ve çok güzel sorular geldi insanlardan. O bakımdan çok iyi tecrübeler edindik. Adı olan, kaliteli seyircilerin olduğu organizasyonlara katıldık. Bu açıdan çok memnunum. İlk filmi olan bir yönetmen olduğum için de oldukça önemliydi bu durum.
Bir sorgulama hali hep vardı bende. Yeni filmimde de aynısı olacak. Gitmek için sebebi var mı denir ya, ben de diyorum ki kalmak için sebep var mı? Yani bunu dedim ve bu şehir beni istemedi. Başaramama ve arayış sürecine girdim. Sektöre de girdim, çalışmaya başladım ve amaçlarımı sorgulamaya başladım. Arayış ve sinema tutkusu da burada bir araya geldi. Savaş muhabirliği bile kapıdaydı ve burada kalmak hiç istemedim. Döndüğümde de bu durum değişmedi. Batı ise hiç cezbetmedi ve iyi de gelmedi. Afganistan da biraz böyle ortaya çıktı yani. Bir kitap vardı "To Afghanistan and Back" diye. Yazarı Tedd Rall. Okuduğunuzda etkilenmemek mümkün değil ve anlıyorsunuz ki adam çok seviyor orayı. Lisede okumuştum ve aklımın köşesinde hep vardı. Savaş sonrası ahlaki yıkım konusuyla derdim olduğunu da anladım ve bütün bunlar bir araya geldi. Sonuç olarak da filme karar verme süreci böyle gelişti.
Enteresan bir hikayem var. Bana silah doğrultuldu orada. Bir aydınlanma anı oldu o olay. "Şu an ne yaparsam yapayım korkuyoruz birbirimizden ve bu durumu değiştirmeyecek" dedim kendi kendime. Bizi yaşatan zaten korkularımız. Orman kanunlarını işlettim ve üzerine gittim. Olay bittiğinde ise bu çok hoşuma gitti. Artık kızmaktan vazgeçtiğimi anladım oradaki insanlar için. İnsani olarak burada çok tıkandığım yerler oldu, filmlerle kitaplarla halledemedim ve orada bu olayla bu işi hallettim. İnsanlarla başa çıkmak artık benim için bambaşka bir mesele halini almıştı. Toz da bu anlamda çok önemli. Bana bir şeyler de öğreten bir film. Sonuçta benim içim mihenk taşı aynı zamanda. Belki de hep arayarak geçireceğim hayatımı. Bu arayış belki de bitmeyecek. Ben bir şeyler buldukça beni izlemeyi seçen izleyiciler de bir şeyler bulabilecek haliyle.
Bence sinemada yönetmen neyse ekip de ona dönüşüyor. Ben çıt çıkmayan setlerde de çalıştım. Ekip önce şaşırdı. Emir kipi kullanmam, bağırıp çağırmam. Önce dezavantaj oldu. Saygı duyulmak, otorite kurmak zor oldu ama 4. günün sonunda herkes biz başka bir şey yapıyoruz moduna girmişti bile. Yaşlarımız yakındı ama bu da avantaja dönüştü bir süre sonra. Kafamı gömdüğümü ve işime odaklandığımı gördü herkes. Bir noktadan sonra aileye dönüştük gerçekten. Birine bir şey olduğunda herkes ilgilendi, işler durdu. Öykü mesela kendini ekipten bağımsız tutmadı hiç. Bir nevi kamp yaptık 17 kişi. İnsan olarak saygıyı yakaladık ve şanslıyım bu konuda. Zira, ilk filmimde böyle bir ekiple çalışabildim.
Son döneme girmiştik, sadece birkaç ay vardı ve oyuncumuz yoktu. Afganistan da kötüye gidiyor, çekim için son şanslar diye düşünüyorduk. Bakanlığa da bir şey demem gerekiyordu bir yandan. Yani neredeyse son anlar. Bir küçük kız görmüştüm daha önce, Öykü'ye de çok benziyordu. Orada bir farkındalık oldu. Küçük kız ve Öykü'nün benzerliği de aklımda kalmıştı ve öneri geldiğinde hemen görüşme ayarladık. Yaşı genç kalır mı acaba diye bir düşündük ama görüşme muhteşem geçti ve hemen anlaştık. Kafamda kurduğum Azra ile onun kafasındaki Azra'dan ortaya bir kolaj çıktı. Çalışmaya başladıkça da daha da inancım arttı. Gerçekten de ortaya harika bir şey çıktı.
Yaş farkımız çok az annemle ve hayatım boyunca hep beni yönlendirdi. Bana silah çektiklerinde ona ne diyecekler, nasıl diyecekler kısmını düşündüm en çok. Tek düşüncem annemdi hep. Başımıza bir problem geldiğinde de hep annemi düşündüm. Ben ne yaşadıysam iki katını yaşadı. Gözünün önünde tükendiğini görüyorsun kızının. Ben yapamayacağımı düşündüğümde ise "ya bu işi yap, ya da arkanda durmam artık" dedi ve Afganistan'a gönderdi beni. Savaş kapımızdayken bu önemli bir destek oldu. Filmi de savaşın bütün güzel kadınlarına ve anneme ithaf ettim.
İnsan biraz zaman geçince neler yaşadığını unutuyor. Ne demek yapamamak diye bir mottom var ki her zaman bunu yaşadım. Oraya gidiyorsun ve insanın orada yaşamaya motivasyonu bile yok, görüyorsun ama yaşıyorlar. Bu da bana yetti. Yapmalısın, yapacaksın dedim kendime hep. Okul yıllarımda da cengaverdim kaba tabirle. O motivasyonu kaybetmiyorum hiçbir zaman. Ben çekerim siz de bunu görürsünüz iddiası vardı hep ufaktan. İnsanlar nelerle uğraşıyor sen bundan mı vazgeçeceksin klişesi de devredeydi haliyle. Bir kişiyi bile inandırsam yeterdi benim için.
Kahve içecek param yoktu. Bir abim var, daha doğrusu abi dediğim birisi. Sorumluluk sahibi ve duyarlı da bir insandır. İşinde başarılıdır. Kapısını çaldım girdim içeri. Dedim "abi ben bunu yapmak istiyorum. Kızınla da aynı yaştayım. Kafalar aynı. Ben dedim bu kapıdan çıkacağım. Sen bana 100 lira bile olsa yardım edeceksin ve ben bunu yapabileceğime inanacağım." Bu tarz bir konuşma yaptım ve çıktım. Ertesi gün baktığımda hesabımda epey ciddi bir rakam vardı ve ben o parayla iki kere Afganistan'a gittim. Bana muazzam bir destek verdi. Kendime olan inancım da yerine geldi. Kapıdan çıkınca muhasebecisi beni aradı. Sonra çekimler başladığında beni arayan yapımcılar da oldu. Galata Film sete geldi, görüştük. Sözleşmesiz bana inanılmaz yardımcı oldular ve döndüğümde beni aramadılar bile. Bana babacan bir tavırla el verdiler. Sevdiğim, saydığım isimleri de görüştürdüler benimle ve ekibime kattılar. Yani isteyince ve kafayı takınca karşına bir şekilde bir yol çıkıyor.
Evet evet herkes her şeyi biliyor deriz ya olay biraz ona döndü. Eskiden böyle değildi. Yönetmene kadar gelmiyordu iş. Eleştiri olur ama sarsıcı söylemler çok tehlikeli. Biri çekiyor müthiş film diyor, diğeri çekiyor kötü film diyor. Psikolojimi bozacaklardı. Film eleştirme kriterleri olmalı. İzleyiciyi yönlendirmesi lazım eleştirmenin. Festivallerin dinamikleri çok farklı, adapte olmak büyük sıkıntı. Yani zorluk oldukça çok. Eskisinden iyi olan tek şey az paraya da film çekebilmek ve bağlantıların artık çok olması. Prdüksiyon daha pahalıydı. Sponsorlar bulundu ama sonrası daha sıkıntı.
Dediğim gibi belki kadınım diye bazı yaklaşımlar oldu ama benim algım o değil. Ben bana yapılan yapılmayan diye baktım, kadınım diye yapılan yapılmayan değil. Çok saçma şeyler de oldu eski Yeşilçam usulü. Değişik yaklaşımlar, öneriler falan oldu. Şaka herhalde dediğim anlar çok oldu. Afganistan'da da başımıza geldi. Ben herhalde batılı göründüm gözlerine ve bana İstanbul soruları sordular. Partileriniz nasıl geçiyor gibi sorular geldi :) Bir yapımcı "kadın yönetmen olmaz ama sana inanıyorum" gibi bir cümle kurdu. Maddi olanağı nasıl hallettiğimi sorguladılar. Ya artık imkanlar daha kolay ve ben altıncı yılımda çekebildim filmi bunu bile anlamayanlar oldu. Belirli bir güç elde ettindiğinde bu yaklaşımlar zor oluyor tabii ama biraz izin verirsen arkası kesilmez. Afgan ekip bile deli bu herhalde dedi de söylenmeyi bıraktı :) Rangerların üzerinde deli gibi çalıştım. O algıyı kırmak ve gözlemlemek çok keyifliydi. Bazı kötü anlar olmadı değil ama başardığım için çok mutluyum. Geçiş evresi yaşayan ülkeler biraz bu sıkıntıları yaşıyor diyerek noktalayayım.
Fotoğraf çekerek başladım bu projeye. Sonra daha da inandım kendime. Şu an hala seçmem gereken, gezdiğim ülkelerden portreler var. Bir sonraki projeye de yarayacak. Sağlam bir ayıklama yapmam lazım. Belki bir sergi ya da benzeri bir durum olur da sosyal sorumlulğa dönüştürürüz bunu. Bilgisayara ihtiyacı olan okullar var, onlara bir yardımım olabilir. Vizyon yoğunluğu geçince el atacağım. Fotoğraf çekmeyi de bırakmayacağım elbette.
Senaryo aşamasındayım. Bir sene falan oldu başlayalı. Kalıp kalmamakla ilgili, vicdanımızı sorgulamamıza sebep verecek bir hikaye üzerindeyim. Yine Afganistan ama bu kez oldukça lokal. Çok oraya ait bir hikaye olacak. İran'a da bu sebeple gidiyorum. Orası da biraz daha şekillendirecek hikayeyi. Kadın erkek bu kez eşit anlatıya sahip, dengeli olacak. 2018 Eylül- Ekim gibi sete çıkmayı umuyorum.
Eli yüzü düzgün bir film çektiğime inanıyorum. Başyapıt iddiasında bulunmuyorum ama iyi olduğunu düşünüyorum. Bazı sanat eserleri sanatçının sonraki eserleri ile değerlenir. İleride kafamdakileri oturtursam, filmografim istediğim gibi oluşursa, o zaman bu filmin değeri de artsın, tam olarak anlaşılsın isterim. Kızın arkasına o tabloyu neden koydum, bazı göndermeleri neden yaptım, bunlar belki o zaman daha iyi anlaşılacak. Bu, uzun bir yolculuk, gittikçe gelişiyorsun değişiyorsun ama sen sen olarak kalıyorsun ve bağ hiç kopmuyor. Bunun karşılığını ileride almak isterim.
Her kriz fırsat doğurur. Toplum psikolojisi diye bir şey var. Bana davranışları bile değişti insanların. Ne oldu yani? Ülkenin kadına bakışı ve şaşırtıcı söylemler var evet ama o bana ve benim gibi kadınlara işlemiyor. Feminizmin gücü nasıl Orta Doğu'ya işlemiyor, şehirli kadınlara ulaşabiliyorsa, o söylemler de bize işlemiyor, bize ulaşmıyor. Erkek kadın eşittir, sadece fiziki farkılılıklar vardır ve herkes he şeyi yapmayı tercih edebilir. Ben bunu tercih ettim ve kadınlar üzerinden söylenen olumsuz söylemler beni etkilemez. Bu kadar nettir. Bunu bilmek gerekiyor. Ülke sinemasına gelince de dengesiz bir ortam var. Bir sene inanılmaz umutlanıyoruz, ertesi sene hayal kırıklığı. Fazla lokaliz belki de... Kimliğimiz yok, kimliksizlik bir problem. Toz, Kaygı, Babamın Kanatları ve Albüm mesela bambaşka filmler. İyi filmler ama bir ortak sinema dili ülkede maalesef yok. Bunu kabul edip ona göre ilerlemek lazım yoksa bireysel ve dengesiz gideriz hep.
Farklı bir film yapmaya çalıştık. Festival filmi algısından uzak bir anlatımı tercih ettik. Bunun için bile görülmeye değer olduğuna inanıyorum.
Röportaj: Onur KIRŞAVOĞLU