Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Çok yakında vizyona da girecek kara komedi "Sofra Sırları" filminin, Ses, Gölgesizler ve Nar gibi filmlerin de deneyimli yönetmeni Ümit Ünal ile prömiyerini gerçekleştirdiği Adana Film Festivali sonrası filmi konuştuk.
Normalde senaristlerin belli piyasa taleplerine göre yazması bekleniyor. O sırada komedi işliyor, bu sırada aksiyon işliyor vs... Yapımcıların ve piyasanın talebine göre yazarsanız bir film yapmak daha kolay. Bu "ticari filmler" için de geçerli sanat filmleri için de geçerli. Ben de bazı projeleri talebe göre değil kendi kafamdan ne geçiyorsa o sırada benim canımı ne yakıyorsa, kendi kafamdan ne geçiyorsa onu anlatmak için yazıyorum. Sofra sırları da öyle bir şey. Böyle bir proje talep eden yapımcı, böyle bir projenin satılacağı bir piyasa yoktu. Dolayısıyla yapımcısını uzun süre aradım.
Bir de ilk hali İngiltere'de geçiyordu. Serra Yılmaz'ı oynatmak istiyordum. O zaman projenin adı "Sultan Mutfakta" idi. Bir İngiliz yapımcım vardı. Senaryonun haklarını 1.5 yıllığına almıştı. 1.5 yıl boyunca projeyi gerçekleştirmeye çalıştık. Fakat İngiltere'de film yapmak bizimkinden çok daha zor bir iş. Hollywood'da film yapmak gibi bir şey. Öyle "Küçük bütçeyle film yapacağım" diyene kimse inanmıyor. Film için gereken parayı toparlayamadık çok özetle. O yapımcı ile yollarımızı ayırdık. Türkiye'de uğraştık. Hatta şimdi ortağımız olan Chantier'den Metin Anter ile 2007-2008 gibi tanışıp filmi o zaman yapmaya çalışmıştık. Sonra araya zaten başka projeler girdi. Ara, Nar... Onları yazdım çektim. Sonunda Türkiye'ye uyarlamaya karar verdim ve şimdiki yapımcılarım Sinan Yabgu Ünal ve Servan Güney ile tanıştık.
İlk fikirler İngiltere'de yaşarken ortaya çıktı. Olay Londra'daki Türkler arasında geçiyordu. Filmin çoğu bir evde ve bir kadının hayalinde geçiyor ama aslında her yerde geçebilecek bir hikaye. Ama İngiltere'nin o izole ortamı yaratmak için iyi bir yer olduğunu düşündüm. Benim de yemekle filmdekine benzer bir ilişkim var. Ben de canım sıkıldıkça kendimi yemek pişirmeye veriyorum ve sakinleştiğimi hissediyorum. Neslihan biraz da benim. En azından yemek pişirme tutkusu açısından. Yemek, sadece yemek değil bir yandan. Cinsellikle ilgisi var. Ölümle, yalnızlıkla ve kaçışla ilgisi var. Oralardan çıkarak bu hikaye gelişti. İlk yazdığım hikaye belki daha sert bir hikayeydi. Daha acıklıydı. Bu kadar komik bir hikaye değildi belki. Giderek yıllar içinde bir parça daha esprili bir hal aldı. Mesela ilk yazdığım halinde filmin sonunda kadının filmin sonunda aslında her şeyi hayal etmiş olduğunu öğreniyorduk. Her şey bir hayalden ibaretmiş. Sonunda her şeyi gerçeğe bağlamaya karar verdim.
İlk yazdığım karakter 5o yaşlarında bir kadındı. Dolayısıyla projenin ilk zamanları Demet yaşında biri aklıma hiç gelmemişti. Serra'dan sonra çok başka isimler de devreye girdi. Hülya Avşar'la bile görüştük. Çok farklı isimlerle tanıştık fakat sonunda hikayeyi daha genç bir kadını düşünerek yazmaya karar verdim. Bu çok yeni. Son iki-üç yılın olayı. Ondan önce kafamızdaki kadın hep 50'li yaşlarda bir kadındı.
Demet'le projenin son aşamalarında bir araya geldik ama en iyi Neslihan o oldu. Bu senaryoya çok çok yakıştı. Öncelikle çok iyi anladı. Yeteneğinin ötesinde çok zeki bir oyuncu bir kere. Çok iyi anlıyor, çok iyi çalışıyor ve çok hoş alternatiflerle geliyor sete. Ben de çalıştığım herkese, oyuncular dahil, bir alan açmaya çalışıyorum. Yönetmen olmak, sadece bir şeyi dikte etmek değil. O daha kolay. Ama kameraman olsun, art direktör olsun, kostümcü, oyuncu olsun... Çalıştığınız insanlara bir özgürlük alanı verirseniz, kendilerinin yapabileceklerinin en iyisine teşvik ederseniz daha güzel işler ortaya çıkıyor. Öbür türlü çalıştığın insan seni mutlu ettiği zaman görevinin bittiğini düşünüyor. Halbuki kendisinin tatmin olması gerek yaptığı işte. Bu çalıştığım herkes için geçerli. Özellikle oyuncular için geçerli.
Ben her oyuncuya göre karakteri bir daha düşünmeyi tercih ediyorum. Dediğim gibi, ilk yazdığım karakter daha yaşlıydı ama gençleştirince ve Demet'i bulunca ona göre yeniden yazdığım yerler oldu.
3 senedir zaten Sofra Sırlarını yapmaya çalışıyoruz. Kültür Bakanlığı'ndan bir kredi alındı 2014'te fakat onun üzerine koyacak bütçe koymak zorlaştı. Türkiye biliyorsunuz badireler atlattı. Önceki yaz her şey durdu biliyorsunuz. Sadece biz değil. Dolayısıyla böyle bin bir çeşit talihsizlikler yüzünden proje bekledi ama onun dışında da ben durmadım zaten. Başka senaryolar yazdım, onlara para aradım, onlara da bulamadım. :) Bir roman yazdım, resim yaptım, bir resim sergisi açtım, bir arkadaşımın şiir kitabını resimledim. Bir yandan da hiç durmuyorum yani sürekli çalışıyorum. Ama filmler ancak imkan bulabildiğimde yapılıyor.
Çok güzel. Her zaman seyirciyle izlemek bana çok büyük bir moral oluyor. Eğer yaptığım filme güveniyorsan dünyanın neresine gidersen git seyirci benzer tepkileri veriyor. Dokuz'la mesela bir sürü yere gittik, Ara ile Anlat İstanbul ile... Amerika'dan Hong Kong'a çeşit çeşit ülkede seyrettik bu filmleri. Eğer film iyi işleyen bir senaryoya sahipse ve referansları evrenselse, seyirci beklediğin yerde gülüyor, beklediğin yerde şaşırıyor. O yüzden seyirciyle izlemek çok güzel bir şey. Kalabalık seyirciyle özellikle. Evde üç arkadaşınla seyretmek başka bir şey. Onlar seni çok iyi tanıyan insanlar oluyorlar. Yine gülüyorlar, şaşırıyorlar ama sinemada kalabalıkta herkes biraz anonim oluyor ve gülmeye, yorum yapmaya utanmıyorlar. Adana'daki gösterimde seyrederken hemen önümüzde iki hanım vardı mesela. Sürekli "Öldür onu!" gibi bağırıp yorum yapıyorlardı. :) Çok hoşumuza gitti. Seyirci filmden her şeyi anlayarak çıktı. Bunun en azından senaryonun gücü olduğunu düşünüyorum. Temelde zor bir film çünkü. Bir yandan hem çok acı bir şeyi anlatıyor hem de hayalle gerçek arasında gidip geliyor, arada rüyalar var vs... Fakat dünkü seyirci her şeyi eksiksiz anlamış. Yapılan yorumlar o şekilde.
Şu an iki proje var ikisinin de senaryoları bitti, ikisini de ben yönetmeyi düşünüyorum. Bir tanesinin çok genç bir yapımcısı var. O bir şekilde para bulmaya çalışıyor. Bir parça "aykırı" bir proje. Biraz zor olabilir ona para bulmak ama bakacağız. Bir de yine başka uzun metraj proje var. Bir resimlediğim şiir kitabı bir de romanım çıkacak bu sene. Projeler böyle. :)
Yönetmen: Ümit Ünal
Senaryo: Ümit Ünal
Yapımcı: Sinan Yabgu Ünal , Servan Güney
Müzik: Erdem Helvacıoğlu
Görüntü Yönetmeni: Türksoy Gölebeyi
Tür: Dram, Gerilim, Polisiye
Neslihan hayatını kocasına ve evine adamıştır. Istanbul’da doğup büyüdüğü halde, kocasının işi yüzünden hayatını Anadolu kasabalarında geçirmiştir. Yıllardır çok sakin, hiçbir olağanüstü olay olmayan uzak taşra şehrinde yaşamaktadırlar.Neslihan utangaç, sevimli bir kadındır. Günü akşama ne pişireceğini düşünerek geçer. Çok da iyi bir aşçıdır. Kocası aile dostları, Neslihan’ın yemeklerine çok düşkündür.
Neslihan’in çevresindekilerin esrarengiz ölümü tüm gözleri ona çevirir.