Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Lynne Ramsay'i en iyi anlatan filmi: Sıçan Avcısı
Festivalin Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı Lynne Ramsay, Cinemania seçkisinde yer alan, 1999 tarihli ilk filmi Sıçan Avcısı'nın Atlas Sineması'ndaki gösteriminde izleyiciyle buluştu. Yönetmenin kendisinin de doğup büyüdüğü Glasgow'da geçen bu büyüme hikâyesi, 1970'lerin İskoçya'sında yaşayan çocukların dünyasına karanlık ve sert bir gözle bakıyor. Sıçan Avcısı'ndan "beni en iyi anlatan, kendimle en çok özdeşleştirdiğim filmim" diye söz eden yönetmen, filmin sadece kendisinin değil, birkaç oyuncu dışında neredeyse tüm ekibin ilk filmi olduğunu söyledi. Ramsay, daha güneşli bir film çekmeyi planladığını fakat Glasgow'da bunun pek mümkün olmadığını da ekledi. Sıçan Avcısı, 35mm kopyasından gösterildi.
Siyah-beyaz bir balıkçı kasabası: Yem
Uluslararası Yarışma filmlerinden Yem, yalıtılmış bir toplumdaki kardeş kavgasını 70'lerin meşhur Bolex kamerasıyla çekilen ve elle müdahale edilen görüntülerle anlatıyor. Atlas Sineması'nda yapılan gösteriminin ardından yönetmen Mark Jenkin izleyiciden gelen soruları cevapladı.
Önce hikâyeyi yazıp sonra böyle bir teknik mi geliştirdiniz? Yoksa böyle bir teknik vardı da onun üzerine mi hikâyeyi yazdınız?
Aslında filmin formu ilk başta tamamen farklıydı. Bir balıkçının henüz doğmamış çocuğu için hazırladığı bir video günlüğü olacaktı ve ilk taslağı 1999-2000 civarında yapmıştık. Bundan birkaç yıl evvel 45 dakikalık başka film yapmıştım Bronco's House adında ve bu tekniği kullanmıştım. Bu video günlüğü hikâyesine geri dönüp baktığımda tekrar taslağın üzerinden geçtim ve bu tekniği kullanmaya karar verdim.
Cornwall bir balıkçı kasabası. Tanıdığınız balıkçıların hayatlarını mı kattınız filme? Onları gözlemlediniz mi?
Benim yaşadığım yer aslında orası, balıkçıların olduğu bir kasaba. Son derece karmaşık karakterlere sahip oluyor balıkçılar ve diğer taraftan da medyada oldukça kötü bir şekilde temsil ediliyorlar doğrusunu söylemek gerekirse. Evet, filmdeki karakterlerin bir kısmını aslında tanıdığım kişilerden aldım ve onları betimlemek istedim. Gerçek hayattan esinlenerek yola çıktım sonra bu hikâyenin içine yerleştirdim.
Filminizi neden Bolex kamerasıyla çektiniz, etkilendiğiniz biri mi oldu?
Bolex kameralarını çok seviyorum ve o yüzden kullanmak istedim. Nedeniyse tarihi geçmişi, basitliği ve çok güzel oluşu. Etkilendiğim kişi Ben Rivers, o bana ilham verdi. Yaptığı bu tür konulu filmlerini, daha ziyade deneysel bir halde çektiği için etkilendiğimi söyleyebilirim.
Hikâyenin akışında boşluklar vardı. Bu zaman boşluklarıyla neyi anlatmak istediniz?
Bu soru aslında çokça soruluyor bana. Filmde bir zaman kayması görüyoruz sürekli olarak. Bu daha ziyade benim dünyayı görme biçimimden kaynaklanıyor: Kronolojik biçimde görmüyorum dünyayı. Geri dönüşler, ileride göreceğimiz şeyler hakkında küçük tüyolar veriyor bize ve bunun film içerisinde işliyor olması benim çok hoşuma gidiyor.
Bir kendini bulma yolculuğu: Sinek Kuşu
Berlinale'de Generations bölümünde Büyük Ödül'ü kazanan Sinek Kuşu, festivalin Uluslararası Yarışma filmleri arasında bulunuyor. Gösterimin ardından Koreli yönetmen Bora Kim, izleyicinin sorularını yanıtladı.
Wong Kar Wai'dan etkilendiniz mi?
Ondan çok etkilendiğim söylenemez ama başka Asyalı yönetmenlerden etkilendim. Bunların arasında Edward Yang'ı söyleyebilirim. Yi Yi ve Bir, İkifilmleri mesela, yıllar önce festivalde de gösterildi.
Filme niçin Sinek Kuşu ismini verdiniz?
Sinek kuşu dünyadaki en akıllı kuş, saniyede seksen defa kanatlarını çırpıyor. Bal bulmak için çok uzun mesafeler kat ediyor. Eunhee'nin yolculuğunu film boyunca bir sinek kuşunun yolculuğuna benzettim. Çok uzun mesafeler kat ediyor, sevgi arayışında, hastaneye gidiyor birçok insanla tanışıyor. O yüzden bu ismi verdim.
Bir kadın yönetmen olarak Güney Kore'de kendinizi nasıl bir konumda hissediyorsunuz?
Güney Kore halen erkeklerin egemen olduğu muhafazakâr bir ülke. Ben sinema okulundayken sınıf arkadaşlarımdan kadın olanlar şu an benim gibi yönetmen değiller çünkü önlerinde yönetmen olmuş bir kadın örnek yoktu. Ben bir şekilde sıyrılıp ilk filmimi yaptım, onlar yapamadılar. Güney Kore'de şöyle bir şey var; erkek yönetmenler film setinde kendilerini yaratıcılığa bırakabiliyorlar. Ancak kadın yönetmenlerin bir anne edasıyla sette bulunanlardan ve olup bitenlerden sorumlu oldukları düşünülüyor. Ben böyle bir tutum içinde olmamaya çalıştım. Tabii ki de setin sorumlusuydum fakat aradaki dengeyi iyi kurmaya çalıştım çünkü olması gereken de buydu. Bir yandan da bir kadın yönetmen olarak kendimi şanslı görüyorum. Her ne kadar yönetmen olarak kenara itilip marjinalleştirilsek de bu sayede kendimiz gibi kenara itilmiş ve marjinallerin acılarını, çektiklerini anlama ve fark etme imkânımız oluyor. Bunun benim yaratıcılığıma yansıdığını düşünüyorum, bu yüzden şanslıyım.
Filmde söylendiği gibi: Parmaklarınızı hareket ettirdiğiniz sürece umut vardır; vermek istediğiniz mesaj bu mu? Sizin filmdeki gibi bir öğretmeniniz var mıydı, anneniz ile ilişkiniz nasıldı?
Kendimizi kötü hissedince küçücük hareketler bile üzüntümüzü geçirir. Minik parmak hareketleri de ne kadar küçük görünürse görünsün bizi mutlu etmeye, canlı olduğumuzu hatırlatmaya yeter. Evet, benim öyle bir öğretmenim vardı. Ortaokuldayken bana aynı şekilde davranırdı. Bana filmdeki gibi oolong çay yapıp, şarkı söylerdi. Çok iyi bir ilişkimiz vardı. Küçük hareketlerle bile beni mutlu etmeyi bilirdi. Genel olarak filmin otobiyografik özellikte olduğunu söyleyebilirim, benden çok fazla şey vardı filmde. Ailemle ilişkim ben küçükken bozuktu çünkü onlar para kazanmayla meşgullerdi, elbette bize iyi bakmaya çalışıyorlardı ama bu durum onlarla bağımızın güçlenmesini engelledi. Zaman geçtikçe, bizler yaşlandıkça bir bağ kurabildik. Hatta bu filmin araştırma ve yapım sürecinin iyileştirici bir süreç olduğunu söyleyebilirim.
Üçlemenin ilk filmi, Aşk 1: Köpek
Aşk teması üzerine kurulu bir üçlemenin ilk filmi olan Aşk 1: Köpek, kadın-erkek arasındaki irade savaşı üzerine romantik-psikolojik bir dram. 2010'da Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı ödülünü kazanan Islık Çalmak İstersem Çalarım filminin yönetmeni Florin Şerban, gösterimin ardından izleyicinin sorularını cevapladı.
Simion karakterini oluştururken nereden ilham aldınız, karakteri oluşturma süreci nasıldı?
Aşk üçlemesini yazarken ilk önce ikinci hikâyeyi yazdım. Aklımda belirli bir oyuncu vardı ve hikâyeyi ona göre tasarladım. Ancak aklımdaki oyuncuyla tanışınca hayal kırıklığına uğradım ve başka bir başrol düşündüm. Valeriu Andriută (Simion) ile tanışınca hikâyenin kurgusunu ona göre değiştirdim. Hikâyenin özü değişmedi. Adamla (Simion) kadının (İrina) geçmişleri hikâyede yer almıyor, onları birer iskelet-taslak gibi düşünüp karakterlerini üzerine ete ekler gibi geliştirdik ama geçmişlerine dair bir ipucu vermedik. İkisinin çok farklı yerlerden geldikleri belli elbette.
Kullanılan ışığın kısıtlı olması bir çeşit metafor mu?
Film zor şartlar altında çekildi, çevre zorlayıcıydı. Ancak çekimlerde sanatsal bir yaklaşım yakalamak istedik o yüzden ışıksızlık bir çeşit metafordu denebilir. Evin içinde oluşturduğumuz karanlıkla da sanki birilerinin ya da bir şeylerin o karanlıkta saklandığı hissini, düşüncesini yaratmak istedik. Şunu da ekleyeyim, dağdaki karanlıkla şehirdeki karanlık birbirinden çok farklı. Kulübenin içindeki ışık için çok küçük kaynaklar kullandık. Dışarıda ise hep ayışığını taklit ettik.
-
Söyleşi: İyi Festival Nedir ki?
"Film üretimi ve dağıtımının hızla değiştiği, dijitalleştiği ve hızlandığı günümüzde, festivalleri gelecekte neler bekliyor?", "Festivaller nasıl bir değişim geçiriyor?" gibi sorulara cevap aranan söyleşiye, sinema yazarı Engin Ertan moderatörlüğünde, Berlinale Forum program yöneticisi Anna Hoffmann, Berlinale Avrupa Film Marketi direktörü Matthijs Wouter Knol, İstanbul Film Festivali direktörü Kerem Ayan ve Köprüde Buluşmalar yöneticisi Gülin Üstün konuşmacı olarak katıldılar.
"İyi bir festival nasıl olmalı?" sorusuna Anna Hoffmann şöyle cevap verdi: "Berlinale'de yapabildiğimiz en iyi şey, yapımcılar ile izleyiciyi bir araya getirmek oldu. Biz kendi programımızı kendimiz düzenliyoruz. Bunu da sinema endüstrisinin bir parçası olarak görüyoruz."
Matthijs Wouter Knol ise iyi bir festivalin, film marketi ile birlikte bir bütün olarak çalıştığını söyledi. "15-20 yıldan beri festival ve festivallerin bünyesinde oluşan film marketlerinde buluşan sinemacılar, filmleri için yapımcı ya da finansman bulabiliyor. Projelerini sunuyor ve network geliştirebiliyorlar."
Film marketine dair ise Köprüde Buluşmalar yöneticisi Gülin Üstün, şunları söyledi: "İstanbul Film Festivali açısından çok yapıcı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin ihtiyaçlarının farkındaydık ve Köprüde Buluşmalar da böyle gelişti. Sinema endüstrisinin gelişimini, burada eğitimler ve atölyelerle insanlara aktarabiliyoruz."
İstanbul Film Festivali direktörü Kerem Ayan ise "İstanbul'da yaptığımız film festivali Cannes veya Berlinale gibi değil, daha çok seyirciye yönelik. Keşfettiğimiz yönetmenleri, yeni filmleri, ses getiren filmleri, izleyiciye, Türkiye'de sinema perdesinde izleme fırsatı sunmaya çalışıyoruz." dedi.
Ulusal Yarışma ve Ulusal Belgesel Yarışması'nda gösterimler devam ediyor
Ulusal Kısa Film Yarışması filmleri Akvaryum, Sonsuz, Gümüş, Avarya ve Giderayak Program I'de, Durgun Suyun Sayhası, Kuyruk, Pantolon, Sevinç Vesaire, Görüşme ve Amca Program II'de, Pera Müzesi Oditoryumu'nda filmlerin yönetmen ve ekiplerinin katılımıyla gösterildi.
Ulusal Belgesel Yarışması'ndan üç film Pera Müzesi Oditoryumu'nda gösterildi: Küçük bir Ege köyünde yaşayan Bulut ailesinin trajik-komik hikâyesini anlatan Bulutlar'ın gösterimi yönetmen Osman Nuri İyem, 70 ve 80'ler İzmir'inde nam salmış müneccim Fethiye Sessiz'in hafızasında ilerleyen Gulyabani'nin gösterimi yönetmen Gürcan Keltek, eşini kaybettikten sonra evlat edindiği görme ve işitme engelli Samantha ile baş başa kalan Mohamed'i anlatan Meleklerin Koruyucusu'nun gösterimi yönetmen Ensar Altay ve ekiplerinin katılımıyla yapıldı.
Ulusal Yarışma filmlerinden İçerdekiler altı aydır sebepsiz yere gözaltında tutulan bir öğretmenin açık görüş anına odaklanıyor. Atlas Sineması'nda gösterilen filmin ardından yönetmen Hüseyin Karabey ve film ekibi izleyiciden gelen soruları cevapladı.
Tarık Aktaş'ın ilk uzun metrajı Nebula madde ile canlının uyumuna bir yolculuk sunuyor. Atlas Sineması'nda gerçekleşen gösterimin ardından yönetmen ve film ekibinin katılımıyla soru-cevap yapıldı.