Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
En başta, görsellik önemsenmiş. O devirlere gitmeyi tahayyülde olanaklaştırıyor. İnsanın, "ne büyük zenginlik şu sinema" diyesi geliyor ki ben, "her daim, bu tür seçkilerde, "çevre risklerini" göze alarak, "bu tür yapımlar sürmeli" diyorum.
Her sahne, temel bağlamına göndermeler yaparak işleniyor. Hani, o bildik ve bilinemez "cennetten indirilme" konusu ve "gösterilen" sebepler. Alıntılar, Tevrat, Mişna, Gammara; incil versiyonları ve belki birazcık Kuran... Aslında, konuyla ilgili o kadar çok efsane söylence var ki dizi dahi yapılabilir. Hem de çok seçenekli; Hani, 24 dizisindeki, eş zamanlı saat kadranlı farklı mekan gösterim sahnelerindeki, seyir amansızlığını, kutsal metinler ve versiyonlarıyla yapılması gibi; umarım, ileride Müslümanlar da yapar.
Filmde Adem peygamber, yaratıldığında kanıksandığı üzere, yalnızdır; eşi, kendinden yaratılır. Işık huzmesi halinde bahçede dolaşmaktadırlar. Çayırlık sahnesi, ileride tepe de malum ağaç ve yasak meyve görülür. Meyve kırmızı, elma armut arası biçimli; sanki, kalp gibi atmakta ya da bu minvalde çağırışımlar yapmakta. Işık halinde bedenler, kalp esaslı meyveden yiyerek, biyolojik beden ile kaplanıyorlar; beynimizin, yürümek isteyip, ayakları; tutmak isteyip, kolları; görmek isteyip, gözleri; duymak isteyip, kulakları... kendinden "uzatması" gibi.
Küçük bir ara; Hanouk kitabından bir alıntı ile "derinliği" ölçelim:
Bölüm XXX. 8: "Altıncı gün bilgeliğime,yedi cevherden oluşan İNSANI yaratmasını söyledim." 13: " Ona dört elementten isim verdim. Doğu, Batı, Kuzey ve Güney." 14: "Onun için dört yıldız tayin ettim ve adını ADEM koydum." 16: "Ben onun doğasını biliyordum ama o, kendi doğasını bilmiyordu. Bu yüzden günah işleme cehaleti onun kaderiydi; ve günahları için ona ölümü verdim." 15: "Ardından onu uyuttum. Kaburga kemiğinden alıp ona eş yaptım." 18: " Eşi aracılığıyla ölüm geldi; ve onun son sözünü aldım. Ona bir isim verdim; -anne- yani, -Havva-."
Böylece Kırmızı renkli, kan esaslı ve "hata potansiyelli", "riskli" bedenlenmenin, "giyinmenin" zorlukları başlıyor. Bedenin merkezi burada kalp metaforu oluyor. Kalbin gıdası kan ve bu gıdayı temin edecek en yakın yiyecek et. Et oburluk dünyadaki insan ey ve eylemleri merkezindeki çürümenin temel sebebi olara işleniyor; ben de et gıdasının sonuçları açısından hak vermiyor değilim; ne yersek o oluruz.
Benjamin Franklin, Tolstoy, Lao Tuzu, Buda, Goethe... daha bir çoğu buna katılıyor. Et yiyen hayvanların bağırsak sitemlerinin 1,5 metre civarında olduğunu, insanın 27 metre dolayında olduğunu; etin en çabuk çürüyen besin olduğunu filmi izlerken hatırlıyorum. Çürümeyi içerde tuttuğunuz ölçüde çürütücü eylemler kaçınılmaz mı oluyor?! Bu ara, sahnede meşhur iri piton tipli yılan çıkıyor. Meyve etkisiyle pitonun derisinden sıyrılıp "yenilenmesi" eş zamanlı işleniyor. Daha sonra, elçiler bu sıyrılmış deriyi sağ kollarına sarıp işaret parmaklarına kadar indirip işaret parmağıyla birleştirerek; elçiliklerini soylarının küçük çocuklarına aktarmakta kullanıyorlar. Sağ kollarına tıpkı içinden sıyrılan yılan gibi deriyi sarıp işaret parmaklarıyla ışığı, derisinden sıyrılan yılanı, sözlü telkin ile aktarıyorlar.
Paradoks olan; "bahçedeki" yılan, derisini bırakırken; Adem ve Havva bahçeden "dışlarını" kalp şeklindeki kırmızı meyvenin, ürettiği/dokuduğu deriyle kaplıyorlar. "Tarafların" "kazanım" ve "yitimleri" düşündürücü, yoruma açık, ve paradoksaldır. İnsan, içini ete hapsederken; yılan, derisini cennette bırakıp, kendini insanın damarları kılıyor.
Bir adım daha ileri giderek, kalp şeklindeki meyvenin, uzantılarını, derisinden sıyrılan yılan oluşturuyor. Yani damarlarımız, kalbimize uzantılarını veren, cennetteki yılan oluyor. Böylece, Kuran çevresindeki "onlar damarlarınızda dolaşırlar"; ya da "onlar sular üstünde otağlarını kurar ve dört bir yana fitne için dağılırlar" nakillerinin "sıvı " bağlantısına yaklaşmış olabilir miyiz? Eğreti de olsa (muteşabih); ışık çekimle kırılması gibi perdeye yansıyanlara yorumlarımız, inancımızın çekimiyle "kırılıyor". Havva'nın, Adem den sonra var edilmişliğiyle diyalektik başlıyor: boynuz kulağı geçiyor. Yılan telkinine ve yasak meyve tadına, sonradan gelen eş Havva , ilk önce yelteniyor.
Dünyaya gelelim:
Habil, Kabil, Seth isimli üç kardeşten; Kabil Habili, yine eş ve sevgi ihtiyacının hasetliğe dönüşmesiyle öldürür. Sonra, doğuya hindi-çine çeker gider.. Orada çoğalır. Olasılıktır; öldürülmüş Habilin "müstakbel" eşiyle çoğalmıştır. Kabilin nesli, gittiği yerlerde gelişerek, medeniyetler kurarak ürer. Medeniyetin özelliği talandır. Salt kan ve etin doğal uzantılarıdır. Ademin diğer oğlu Seth ve nesli; dünyada yaşadıkları yerlerde denge, uyum ve esenlikte karar kıldılar; diğerler kardeş soyuna göre "kısıtlı" (çoğalma, artma, yükselme, el koyma..) yaşamda kaldılar. Bu arada "Gözcüler" sahneye gelir. Bunlar filmde, ilginç olarak yorumlanıp görselleştirilir. Bunların, Tevrat taki nefilim taifesi olduğunu düşünüyorum. Onlar, kendilerine "Tanrının kendi suretinde yarattığını "bildikleri, Adem soyunun ardından; yine Tanrıya olan düşkünlükleri sebebiyle, adem soyunun dünyada heder olmasına "kıyamayarak" yardım için inerler. "İniş" o iniş! Bir daha geldikleri yerden irtibatları yokluk-çasına kesilir. Üstüne üstlük indikleri yeryüzünde, yaradan tarafından emre itaatsızlıktan, cezalandırılırlar. Ateşsel bedenleri, magma gibi taş ve toprağın içine, biçimsiz olarak hapsedilir. Hani, kadim efsanelerde ve Yüzüklerin Efendisi serisinin Hobbit filmlerinde görselleştirilen, Dağ devleri gibi.
Burada, "Tanrıların arabaları", "dünya dışı varlıklar" kalıtlarından sıyrılıp; efsanevi dev söylencelerine "ulaşmış" oluyoruz. Bu yorumlamada, Yecüc, Mecüc, Elfler, Orglar, cinler, periler, hobbitler den görsel ve söylemsel habe ve sahnede göremiyoruz. Gözcüler, adem soyuna "ar-ge" ve prototip üretim olarak yardım ediyorlar. Bu da uzun sürmüyor; Kabil soyu, eline geçen, teknik bilgi ve ilerlemeyle, dünyayı zehirlenip, karartıyor; madenler, yüksek binalar, yıkım ve eziyetler artıyor; Kaynaklar, aynı bugünlerde ayırdına vardığımız gibi yok oluyor.
Gözcüler, bu tuğyana sebep olduklarından; "kraldan kralcı" izinsiz girişimlerinin "dersini" fazlasıyla alıp, "girişimlerine" bin pişman oluyorlar.
Kabil ve soyu:
Kabil ve soyu, et obur; aynı zamanda, indirilenlerin içinde en çabuk üreyen; ve "işletme, pazarlama, hakimiyet" güdüsü en yüksek olduğundan, kurulan ve çürüyen sistemin temsilcisi oluyorlar.
İndiriliş bilgilerini onlar da taşıyor. Kabil soyunun kralları "bizler tanrının suretinden yaratıldık; o halde, bu diyarlarda tanrılar bizleriz." diyerek; kendi soyundan zayıflara ve dünyanın bütün varlıklarına zulüm yapıyorlar. İnsanın insana zulmünü; (haşa) tanrının Adem soyuna zulmünden çıkarsıyorlar.
Kabil soyu, tanrının kendisine verdiği, "suret" özelliği, ve içinde alev alev yanan eş, şehvet ihtiyacını giderememeyi sürekli zulmünde"yakıt" olarak kullanıyor. Onlar da indirildikleri yerde gözcüler gibi terk edildiklerini düşünüyorlar.
Nuh soyu:
Nuh, kararmış, madenleri soyulmuş, toprakların yanındaki kutsal bölgede eşi, üç oğluyla yaşamaktadır. Babası Lameh i hatırlar; ona, aynı bölgede elçiliği aktarmak için takdis yapacakken, kabil soyu istilacı madencilerce saldırıya uğrar; Küçük Nuh önceden babasının uyarısıyla saklanır, kaçar; babası şehit edilir.
Daha sonra Hun büyümüş evlenmiş ve üç oğlu olmuştur.Bu sahneden insanlardan bir grup vahşi bir hayvan kovalamaktadır;hayvan vurulmuş Nuh un bulunduğu kesimdeki kayaların altına sinmiştir.İnsanlar gelir ve hayvanı günlerdir et yemedikleri için Nuh tan isterler;ve Nuh fiziksel savunmasıyla onları öldürür. Vurulmuş hayvan ölür; Nuh ailesiyle et yememektedir. Ölen hayvanı gömmez, yakar. Nuh eşi ve oğuları; Sam, Ham, Yafes Kabil soyunun ifsat ettiği toprakların dışında kalan az bir kesimde yaşantısını sürdürürken rüya görür. Rüyasında uykusundan uyanır, çadırından çıkar insanlığın azgınlığı, sefaleti, acısı çürümüşlüğüyle karşılaşır içlerine girer;nefessiz kalır; derin suyun içindedir; insanlar boğulmaktadır;hava ışık arar ve yukarıya doğru çıkmak için hamle yaparken; üstündeki geminin altını omurgasını görür;çıkmaya çalışırken terler içinde uyanır. EşineYaradanın haber gönderdiğini söyler. Sonra gördüklerinin teyidi için dedesi, Metuselaha ailesiyle yola çıkar. Dedesi Yüksek, kutsal bir dağın mağarasında tek başına gözleri görmez olarak yaşamaktadır. Nuh, yolculuk esnasında, saldırıya uğramış kabilenin yıkıntıları içinde karnından yara almış ve kısır kalmış ,kız çocuğuna ailesiyle yardım eder. Kız çocuğunu evlat edinir.
Mağaraya ulaştığında, dedesiyle gördüklerini paylaşır. Rüyasının teyidini değil, rüyasını dedesine anlatırken, gelecek olandan emin olduğunun ayırdına varır; bunu dedesiyle paylaşır. Bu eminlik anında dedesi Metuselah, Adem den nesilden nesile aktarılan cennet tohumunu torunu Nuha verir. O esnada, Nuhun ailesi içeriye girer; ve onlardan ormandaki en güzel meyve olan böğürtleni kendisine hediye getirip getirmediklerini sorar.
Sahne öğreticidir:
Cennet tohumunu verip, özlemindeki orman böğürtlenini istemek.
Dağ, Mağara, münzevi yaşam, görmeyen göz; ve onca yaşamdan arta kalan bilgiden arzulanan orman böğürtleni. Daha sonar Nuhun dedesi, tufan eşiğinde mağrayı terk edip, Nuhun gemi için mucizevi şekilde oluşan ormanında böğürtleni bulacaktır.
Geminin İnşası :
Nuh, aynı bölgede, ailesiyle dolaşır ve " ne yapacağını bilmez haldeyken"; insanların saldırısına uğrar; onlardan kaçmak için ve kararmış , volkanik bölgeye kaçar ve taş dev adamlarla; gözcülerle tanışır. Onlardan genelleme hastalığında olmayan biri, Nuhun farklı insan olduğunu, Adem suretini taşıdığını fark eder. Taştan devler şekilsizliklerinin yarıklarından dışarıya magma şeklinde ateş görünmektedir. Tıpkı kraterlerde patlamayı bekleyen bekleyen, sükunetli Volkan gibi. Gözcülerin diğerleri Nuhu ve ailesini diğer insanlarla farkını görseler de Yaradan ile irtibatını ve unutulmuşluklarının ilacını "göremeyip" onları öldürmezler, çukurda ölüme terk ederler.
Gözcülerden "akıl sahibi" olanı; onları, terk edildikleri yerden kurtarır; ve tufanın gelişini Nuh tan bilgi edinir.Nuh dedesinden aldığı tohumu toprağa gömer. Diğer gözcüler,her ikisini de cezalandırmak için yanlarına gelir; Nuhu ve akıl sahibi gözcünün hatırlatmalarına direnirken; "iş" başlar. Toprağa gömülen tohumun örtündüğü yerden büyük bir kaynak çıkar, bitimsiz akıntısı yollar Küçük yollar açarak çevreye akmaya başlar; yine aktığı yerin kenarlarından filizler ve ağaçlar hızla büyür. Direnen unutulmayı kanıksamış, boş bırakıldıkları zannına kapılmış gözcüler bu durumda Nuha inanlarlar;oluşan ormandan bedenlerinin gücüne uygun olarak kesim yapıp, gemiyi inşaya başlarlar.
Kabil soyu ile karşılaşma:
Kabil soyunun hali sahneye yansır: Kabil soyunun son kralı, yer yüzünde yaptıkları yıkım , yokluk, vahşet ve talanının ortamında; yaradanı hırsla kinle anmaktadır. Yaptıklarının sebebini O nun, insanlığı terk etmişliğinde bulmaktadır. Kin, ve öfkesini zayıf insanlardan ve yeryüzü zenginliklerinden çıkarmaktadır. Tükenen zenginliklere karşı azgınlık ve isyanları artırmaktadır. Kavmini bu yolda yürümeyi telkin edip, çağırmaktadır. Nuh'un üç oğlundan büyük olanı evlatlık kızla eş olmuşlar; ortanca Ham yalnızlık ve eş özlemiyle acı çekmekte; Küçük oğlan Yafes küçüklüğün sığınağındadır.
Acı çeken Ham, (haklı olarak)kendine eş aramak için diğer insanların arasına girmeyi bir kaç kez yeltenecektir.İlkinde Kabil soyunun son kralıyla karşılaşır. Önemlidir; Nuhun ihlas sterilliği içindeki ailesinden ilk "virüs" teması bu sahnede başlar (metin başlığından uzaklaştığımız için hatırlatmakta yarar görüyorum: bu bir film yorumudur). Kabil soyu, yitik topraklardaki orman ve verimliliği merak ederek,toplu kuş göçünün bittiği yönde oralara el koymak için yol alırlar.
Daha sonra, eş aramak için yola çıkıp, eş bulma bedeli olarak kabil soyunun kralından eline silah tutuşturulan oğul Ham;ormanlık alanı aşarak gemi inşa alanına yaya ordusuyla gelip, Nuh ve Gözcülerle karşılaşırlar.Tufandan haberdar olurlar; bitmekte olan gemiyi isterler; geri çevrilirler. Taş devleri yenmek , savaş aletlerini artırmak için geri çekilirler.
Ve Tufan:
Tufan öncesi yeryüzü hayvanları doğal güdüleriyle önce uçanlar; sonra sürünenler, sonra yürüyenler bölümünde gemiye girerler. Her giren bölüm için nuh ve eşi, uyutucu tütsü yaparak gemideki hayvanları uyuturlar. Gemiye sığınma sırası yine metaforiktir: Kuşlar insanlığın başını,sürüngenler kalbini gövdesini, yürüyenler kollarını ve ayaklarını temsil etmektedir.Adeta insanlığın safiyeti kurtarılmaktadır; bitkiler deniz canlıları gemide yoktur; onlar geçici su dünyasının kuvezinde yeni başlangıç için bekleyeceklerdir.
Bu esnada üç şey olmaktadır Nuhun dedesi Matuselah mağaradan ormana takdirdeki görevi için iner. O esnada, evlatlık kız ile karşılaşır; onun yarasını mesh eder, kısırlığını giderir.Ortanca oğul Ham bir kez daha gemiden , Nuhun ikazlarını dinlemeden gemiden insanların arasına eş bulmak için kaçar. İnsanlığın hali, güçlünün zulüm ve sefilliğinde çukurlar boyunca katledilmiş ya da öldürülmüş cesed yığınlarıdır.Korku ve telaş ile koşan oğul Ham; düştüğü ceset hendeğinde, nihayet eş olabilecek bir kız görür. Bekler,ikna eder; ve yanına alıp, gemiye koşarlar.
Tufan, yağmurla başlar.
Kabil soyu krallığı yağmur ile hazırlıklarını son buldurup, gemiyi almak içine sığınmak için koşarlar.Amaçları kralları tarafından haykırılır: " Yaradanın kendi suretinde yarattığı insana ,yer yüzende hakkı olanı zor ile almak için Nuh ve gözcülerle savaşmaktır."
Oğul Ham eşini gemiye yetiştiremez;yolda kalırlarlar; Nuh, soyundan Hamın yardımına koşar ve onu kurtarır;fakat Hamın eşi gemiye yetişemez. Yağmur, hızlanır. Kabil soyu insanları gemiye hücum eder; Gemiyi nuh ve gözcüler savunur.Geminin çevresinde can savaşı başlar.
Çünkü yer yüzünde iyiler için kalan yer yalnız gemidir; insanlar için sığınacak yer artık yoktur.
Taştan devler, uzun Çelik mızraklarla kabil soyu savaşçılarınca delinir; ve yapı bozumuyla yaradan; onların yüz yıllarca sabırlı bekleyişleri, pişmanlıkları; Yaradanın yeni kararına katılıp, Nuh a yardım etmeleri sebebiyle affederek; taştan bedenlerinde, mızraklarla açılan gediklerden, ışıksal bedenlerini dünya esaretinden kurtarır; teker teker, bedenleri "öldürülerek" göğe, yanına çeker.
Yerden sular, tazyikle yüzlerce metreye fışkırmaya başlar; bu esnada iki sahne önemlidir:
Birincisi, Nuh'un dedesi Metiselah ormanda görmeyen gözleriyle eşlediği topraktan kırmızı böğürtleni bulur, koklar ve ağzına attığında, çileli günlerin büyük özlemini o tat ile giderip, taşan sellere kendini bırakır. Cennet meyvesi ve birinci dönemin sonu yine başka bir meyve böğürtlen ile kapanır. Cennetteki tek meyve, ormandaki salkım böğürtlen; cennetteki kırmızı; yer yüzündeki siyahlık. Bilirsiniz böğürtlen üzüm salkımı gibi "topluca", ve "koyu" renklidir.
Ikincisi, Kabil soyu kralı Naamah ya da Tuval-Kayin gözcülerle en önde savaşarak, barikatı aşar ve gemiye ulaşır.Geminin kenarına tutunarak baltasıyla gedil aşarak gemiye" sızar".
Yeryüzü sularla kaplanmıştır.
Nuh'un nesli ile imtihanı:
Nuh gemide yaradanın nesline aktardıklarını kendi nesline gemi karanlıkta yol alırken aktarır. Artık insanlık kendi soyu ile bittiğini düşünür. Kısır kızın dedesince mesh edildiğini ve büyük oğlu Sam tarafından hamile kaldığını bilmez. Öğrendiğinde irkilir, ve bunun yaradanın planına aykırı olduğunu düşünür. Tıpkı İbrahim peygamberin oğlunu rüyasında kurman ettiğini görmesi gibi, neslini bitirmek kararlılığıyla doğacak çocuğun kız olması halinde öldüreceğini söyler.
Aile bölünür. Eşi , çocukları Gelini Nuha karşı çıkar. Neslin yaşamı sürdürme arzusu, takip edilen ilkeleri aşar; sorgular. Önce hamile kız ve oğul sam, "filika" yaparak, doğacak olası kız cocuklarını kaçırmaya çalışırlar.Buna Nuhun sadık eşi de katılır.Fakat Nuh izin vermez; "filikayı" yakar.
Gemideki "kaçak yolcu"; kabil soyunu yeni başlangıca sızdırma arzusundadır. Nuhu öldürmeyi planlar, planına ham ı dahil etmek için Ham a telkinlerde bulunur. Çünkü Nuh, kendisini öğrendiğinde, mutlaka öldürecektir. Tufan bitse dahi, kimliğini adeta tufan kılan Nuh, görevini sürdürecektir.
Eşini yiteren ve eşsizliğinin suçunu Nuh ta gören Ham, Kabil soyunun kralını saklanmasına yardım etmiştir. "Kaçak yolcu", onunla dostluk kurar; teşvikiyle, uyuyan hayvanlardan beslenir, et yer; Ham a da eti, "güçlü kalmak için (günümüzde "protein ihtiyacı" diyorlar ) yedirir. Böylece, Kabil soyunun "virüsü",et gıdasıyla, Nuhun soyuna, (yaradanın izniyle) sirayet ederek yeni başlangıçta tutunacaktır.
Tespit: Kabil soyunun kralı, Nuh onu öğrenince, gemide virüsünü aktardığı, Ham tarafından, Nuhu o öldürmeden öldürülür. Yeniden bir ilke çıkarıyoruz: siteril olan, gelişimini "sızmayla"/virus almakla üretir. Bu durum acılıdır; fakat proteinden daha etkilidir. Gemi içi "kapışma"yla eş amanlı olarak; gemi, karaya oturur.Aslında, yeni nesle yolu, yaradan açmıştır; fakat Nuh, ilk yorumunda ısrar eder. Hamile kızından ikiz kız çocuğu doğar; Nuh çocukları öldürmeye kalkar; merhamet üstün gelir. İbrahim peygamberin oğlunu kurban etme metaforuna buradan gönderme vardır. Kız çocuklarını öldüremeyen Nuh merhamet zamanını idrak eder; tufan yitik merhameti diriltmiştir; tıpkı yeryüzünün, sular çekildiğinde tekrar dirileceği gibi.
İkinci başlangıç;
Nuh hala insan neslini bitirmediğinden kendini suçlu hissetmektedir. İbrahim peygamber, yaradana sevgisini kanıtlamak için kurban edeceği oğlunun yerine, yaradanın koç göndermesiyle "rüyasındaki ahdi gidermişti". Fakat filmde Nuh, ailesinin telkinlerine, ikiz kız çocuğu doğmasını, ancak yaradanın izniyle gerçekleşmesine rağmen; yaradana karşı, görevini yerine getirmemekle suçlar.Ailesinden uzaklaşır,acı çeker. Sonunda, eşsiz kalan ortanca oğlu Hamın ziyaretiyle tekrar ailesinin yanına başlangıcı yaradanın verdiği süreye kadar sürdürmek için döner.Eş zamanlı olarak Ham bu Küçük topluluğu bırakır; kendi yaşamı için yola çıkar.
Son söz:
"Dünya yaşamında keder, inişli çıkışlıdır; biri uzaklaştığında, ufukta diğeri belirir; gidenden dolayı, gelecek olanı çağırırız." Ozra