Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Kemal Sunal biraz da hayatımızın nokta nokta olan kısmı gibi geliyor bana. Yani teğet geçtiğimiz, kendimize bile ifade edemediğimiz hallerimiz gibi. En son Ali Özgentürk'ün yöneteceği Balalayka filminin kokteylinde görmüştüm Sunal'ı. Ara verdiği bir yolculuğun koltuğunda oturuyor gibiydi. Mutlu, hayallere dalmış ve ileri bakan. O koltuklardan birinde hayallerini tamamlayacağını nereden bilebilirdik. (3 Temmuz 2000)
Sinemaya ilk adım atışı 1972 yılında Ertem Eğilmaz'in yönettiği Tarık Akan ve Filiz Akın'ın başrollerini paylaştığı Tatlı Dillim filmiyle oldu. Filmi izlediği arka koltukların biriden seyircinin onu keşfettiğini fark etti. Kendi deyişiyle bu kendini de keşfedişti aynı zamanda. Her iki taraf içinde kopuşu, dönüşü zor bir keşif oldu bu.
Bu geniş ağızlı ve geniş gülüşlü adamdan her yönetmen kendisine göre bir tipleme yarattı. Dikdörtgen suratlı, uzun burunlu, muzip gülüşlü bu adam kullanıma açık bir alan gibiydi. 1974 yılında Atıf Yılmaz'ın başını çektiği bir ekolle, Kemal Sunal'ın sinemada çok da değişmeyen tiplemesini yaratan filmler çekilmeye başlandı. Gülerken otuz iki dişinin de ötesine geçen Sunal, Salako, Salak Milyoner, Hanzo, Avanak Apti, Gerzek Şabam, İnek Şaban, Zübük, Davaro gibi ismi film literatüründe ilginç denebilecek filmlere imza attı. 'Yüz verince astarını isteyen' tiplemesi, geniş geniş gülümseyen, aptalca sabitlenen gözlerle bu filmlerin hakkını verdi Sunal. Filmlerin sonunda temsil ettiği saflığın galip gelmesini de sağladı. Zeki Ökten'in muhalif filmlerinde rol alması tesadüf değildi. 80 kuşağıyla birlikte Özel döneminin yarattığı, göçle birlikte kendini yaratan bir kesimin bir anlamda 'krallığını' yarattı. Bu baygın bakışlı, bilinçsizce dokundurduğu sözlerin arkasındaki tipleme bir koruma içgüdüsünün de karşılığı oldu aynı zamanda. Onun ağzından küfredildi, onun ağzından karşı çıkıldı sisteme bozuk düzene. Ağalar bile onun ağzından 'piç' tanımıyla sevimli bir şekilde eleştirildi.
Onun oyunculuğu Şener Şen'in oyunculuğunun karşıtı, İlyas Salman'ın oyunculuğunun duygusallığından arındırılmışıydı. Tarık Akan'ın yakışıklılığının karşısına dikilen bir tersinleme, Adile Naşit'in anaç duygularını kabartan saf bir çocuktu Sunal. Kadınlar konusunda da ya kendisine uygun bir tipleme ya da karşıt bir tipleme hep var oldu.
Hababam Sınıfı'nda öğretmenleriyle, okul yönetimiyle dalga geçen arkadaşlarının yaramazlığından o da nasibini aldı. Kısaca Kemal Sunal şirinleştirici ve inceltici bir tavrı kuşandı filmlerinde. Ona sinemada kara komedi yapan bir oyuncu da diyebiliriz.
11 Kasım 1944 doğumlu olan Sunal özel hayatında ciddi bir kişiliği olduğunu her zaman belirtti. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesini kaldığı yerden yıllar sonra devam ederek kırkından sonra bitirdi. Yüksek lisans tezinde hep başkalarının yapmasını istemesine rağmen kendisini inceledi. Dizilerden nefret etti. Asıl ilgi alanı sinema olmasına rağmen seyirciyle buluşmasını televizyonlarda gösterilen filmleriyle yakaladı. Her akşam gösterilen filmleriyle haklı rahatlattığı, deşarj ettiği söylendi. Gerçekten de onun abartılı saflığı, zevzekliği ve aldatılmışlığında gülünüyor ve rahatlanıyordu.
Basınla arası çok iyi olmasa da verdiği demeçlerin sonunda kendisinin halk için önemli olduğunu vurguladı, kendine güvenini kanıtladı. BU güveni politikaya girerek de devam ettireceğini belirtti. Efsane olmaya yatkındı, efsane olması isteniyordu. Yıllar önce öldü haberleri kulaktan kulağa dolaştı. Artık bu söylentiler çığı gibi büyümeye başlayınca televizyonlardan ölmediğini haykırdı izleyenlerine. Ve çobanın yalanı ortaya çıktı. En son Sinan Çetin'in yönettiği Propaganda filminde rol aldı. Reklamlara çıkmaya başladı, artık 80'ler mizahının prim yapmadığının farkındaydı. Bu konuda kafa yormuşa benziyordu. Çünkü artık yeni bir tipleme yaratamayacağının farkında olsa da arayış içindeydi. Ama 'yalancı çoban' bu kez doğruyu söylüyordu. Kimse inanamadı ama...
Bu yazı Milliyet Sanat dergisinin 15 Temmuz 2000 tarihli 484. sayısında yayınlanmıştır...