Türklük, vicdani akıl, adalet, diğergamlık, yardımlaşma, paylaşma,iyiliğe adanmak, tek tanrıcı niteliklerini; son 500 yılda dünyada kararlı olarak toplumunun geneliyle uygulayan kavmin adıdır.
15 Eylül 2022

İsmet Özel‘i bilirsiniz; etkili şair. Her derinleşen şair gibi akış yatağında öğreti nüanslarını da barındırıyor.. Ele aldığı Türklük, istiklal Marşı, şiirlerindeki kavramsal mantık bazen ‘itici, tepkisel’, bazen ‘özgün, dolayımsız’ olarak tanımlanıyor. Bu yazı ile aşağıdaki videoda bahsi geçen Özel’in savlarını empatik tutumla  ele almayı amaçladım.   

Türk olma’nın ebeveyn, bedensel biçimimiz, doğduğumuz koşullar gibi “takdir” konusu olmadığını; küresel anlamda insanlığın tek Yaradan inançlı, adil, vicdani, iyilikçi yönünü karşılayan adlandırma olduğunu; bu hususu diğer mensubiyetler ile karıştırmanın, eşitlemenin sayılan özelliklerden iradi ayrılık içerdiğini  söylüyor.

Olmak”, başlı başına felsefi içerikli hedef ulaşımını ifade ediyor. Zihinsel, sözel, kavramsal kapsamına giren  her uğraş, işleyiş, etkinliğin zirvesi için “olmak” fiilinin hâl sıfatı olarak kullanılması; o şeyle işleyenin ilişkisini, yani nesne ile özne ilişkisini ortadan kaldırıp tümlen-meyi   işaret ediyor. 

Günümüz dünyasında   çok sayıda kültür ve dil,  eskilerinin yerine zamanın gereklerine göre varlığını sürdürüyor. Diğer taraftan bilimin, teknolojinin getirdiği kolaylık, yaygınlık bu dilleri ve kültürleri giderek tümlüyor. Coğrafi uzaklıklar, kültür farklılıkları  oluşan tümlemenin içinde zengin nüanslar olarak yer alıyor. 

Tabii bütün bunlar barışçıl veya kendiliğinden olmuyor. 

Gücü, silahı, etkili parayı elinde tutanlar, bu tümlemeyi yerel hükümetler nezdinde üçe bir, dörde  bir oranlarında; küresel ölçekte  dörde dört oranında empoze ile gerçekleştiriyor. 

Yüz yılı aşkın zamandır  humaniter kültürün tümleyen olma sürecini yaşıyoruz; insan merkezli insan için  “yararlı”  olan yaşam modeli. 

 -‘Ya diğerleri; onlar da insan için değil mi?’ diyebilirsiniz. 

Tabii ki diğer toplum-doğa yönetim, iletişim “reçeteleri” onlar da insan için.

Fakat insanlık o  kadar parçalı ki her seferinde bir fikri akımda toplandıkça, orası zamanla  dağılmanın başlangıç noktası oluyor. Sanırım zaman ve insanın zihinsel yapısı buna izin vermiyor.

İşte burada tüm insan öznesinin bir cümlenin parçaları gibi yüklem, bağlaç, zarf, sıfat özne olarak ayrıldığını; öznenin ise gücü, silahı, etkili parayı elinde bulundurup kullanana karşılık geldiğini kast ediyorum.

Yine  burası, tüm izmlerin “insan cümlesinin” tek kelime ya da farklı özne inşa amaçlı olduğunu saptama zamanı. Bir roman düşünün arka kapağında okuyucuyu davet eden paragıraflar basılmış veya girişinde olaylara kısaca üstten değinilmiş ya da birkaç cümle ile içerik özetlenmiş. Bütün bunların üstünde söz konusu roman bir kelimeye de indirgenebilir; “özetlenebilir”. Her kısaltma içine sayfalarca anlatımı, anlamları “sıkıştırarak” yapılıyor;tıpkı fizik matematik formülü gibi.İnsanlık binlerce yıldır dünyada yaşam mücadelesinde; belki çok daha eskilerde bizim akıl erdiremeyeceğimiz düzeyde teknolojik düzeye erişip doğal felaketlerle yok olmuş medeniyetleri barındırıyor yeryüzü. Onlardan onların eserlerinden ilişkilerinden düzeylerinden hatta başlarına gelenlerinden tek kelime ile bahsedildiğini okumuş ya da duymuşsunuzdur: Lemurya, Mu, Atlantis, İnka medeniyetleri gibi. Demek ki tek kelimenin formülasyonunu günlük hayatta kullanıyormuşuz. Hatta  büyük komutanların onca emsalsiz savaşlarını içeren adları da öyle. Büyük İskender, Cengiz Han, Napolyon, Mustafa Kemal gibi. 

Maddeyi, ön belirleyen olarak kabul eden metafizik görüş; insanın fiziki yaradılışının dürtülerinin doğaya ve hem türlerine hükmetme tutkusu ile koşullanmış olduğunu; bunun dış etkilerden ziyade,  nero kimyasalları aşan iç etkilerden meydana geldiğini savunur.

Diğer maddeci görüş ise dış koşulların gerek beslenerek içte, gerek kuşatarak dışta belirleyen olduğunu; bu koşullarda yapılacak düzeltmelerin insan tutumunu değiştireceğini  savlar.  

Bu iki değinin de onlarca versiyonunu, onlarcasının zamanlarına göre başarılı, başarısız, zararlı yararlı olanları içerdiğini belertmeden geçemeyeceğim.

***

Genel olarak günümüzde her iki görüş  “insanlığın ortak mutluluğu ve birliği ” hedefini,  benimsemiş görünüyor. Ayrıca yer yüzünde yaşamış, yaşayan her ırkta ve kültürde bu metne esas  olan Türklük  özelliklerini  kısmen veya tamamen içeren topluluklar var oldu. Fakat akış yatağı bu kadar derin ve  soluklu öne çıkanı yoktur. 

O halde bizde genel kabul şeklinde öne çıkan Türklüğün özellikleri; neden insanlığın tümleyeni  olmasın; neden yeryüzünde yerel “Türklük” damarları küresel işlev kazanmasın; belki bunları engelleyen, tıpkıinsanlığın uçmasını engelleyen yer çekimi gibi tarihsel takıntılar, ırksal adlandırmalardır. Bu anlamda paradoksal olsa da Türklüğün tarihsel  işlevi, insanlığı pozitif tümleyen olarak  baş at görülüyor.

***

Kritik soru şu olabilir:

Her ülkenin kahramanları vardır. Bu husus,  “ kısa atımlı”,  yerel  “Türklük” damarına örnektir. Fakat  dünya son beş yüz yıl içinde sayılan özellikleri savunan, bunlar için  öne çıkıp mücadele eden , yine genel olarak kendini söz konusu ideallere  feda eden  başka  bir topluluk var mı? Bu topluluğun belirgin niteliklere toplu aykırılığı görülmüş mü ?

Soruların öznesi,  zamanla gelişim, etkileşim, dönüşüm  geçiren; günümüzde  insanlığın birliği, eşitliği, paylaşımcılığını savunan;  adil, vicdani olarak tarihsel derinlikle   var olan başka topluluk olmadığı için Türklüktür. 

Şu kadar ki “tek yaradan” inancı İslami geçiş öncesinden gelse de  genel inanç serbestisi olduğundan, 1937 yılına kadar la-ik(rah),(1) maddesiyle anayasaya kaydedilmeden uygulanıyordu. Bu yüzden inanç, din konusunu,  son tahlilde  insanlığın tümleyeni  niteliklerine   dahil etmiyorum.  

“YEN İÇİ”

Yukarıdaki metne paralel; fakat farklı gündem ile etki eden göçmenler konusunu; ülkemiz için   doğuracağı fırsatları bu yazı ile  ele almaya çalışacağım.

Kırılan kolun yenin içinde kalması, mücadelede güçlü görünme algısı sağlamak içindir. Fakat günümüz iletişim yaygınlığında “yen içi”,  el ekranlarına düştü. Öyle ki her şeyin ortalıkta, gösterimde olması ile kırıklıkların , zaafların  milyarlarcasının aynı anda gösterime girmesi çokluk karartması da  oluşturabiliyor.  “Açık istihbarat”,  bu yüzden eski tarz istihbarat şekillerinin  pabucunu  dama attı.

Kurucu önderin, ‘Efendiler!” seslenişi, bir zamanlar rüştü muhatap alan hitapların  girişiydi. O  rüşt, sürgünler, sert siyasal karşıtlıklar,  kanlı savaşları geçmiş neslin sıfatıydı. Sonra özelleşti; ardından, yeni mezun gençlerde “efendi çocuğa” evirildi; derken  ifade, geçmişte  kaldı. Yanı sıra, ‘hanım’ hitabı zamana galip geldi; hala sürüyor.Umarım ki insanlığın eril zihniyetten gerçekleştiremediği  özlemlerini gelecekte  hanımların  erki sağlayabilsin. Artık “mutfak düzeni”  her disipline lazım.

***

Kalabalık kentlerde işe gidiş, işten çıkış saatleri duraklar, caddeler  kesif olur; toplu taşıma araçlarında balık istif düzeni  için  sabit  “slogan” ,”boş yerlere ilerleyelim” di. Bu “ilerleme” yıllardır mutasyona uğramadı; halâ aynı kulvardayız; “ileri medeniyetleri geçme” hedefi gerekli vicdani aklı sağladığımızda  düş  olmaktan çıkacaktır.

Mega kentlerde yığın, yığın insan; günün her saatinde  ihtiyaçları için koşuşturuyor. Kimi işine, kimi iş bulmaya, kimi okuluna, hastaneye ,alışverişe,.. Kentlerin öznesi olan insan, taleplerin nesnesi haline dönüşmüş duruma. Evet talepler, onları isteyen için belirleyen oldu; bu “ihtiyaç” etiketli taleplerin çoğunluğu  bulaşıcı.  Öyle ki insanın pozitif değerlerini aşındırıyor; koca denizlere set çeken yalçın kayaları, dövüp çöl kumuna çeviren dalgalar misali; onca gençliği ve enerjiyi  “plajlara”, hapsediyor.

Oysa insan  yer yüzünün öznesidir; Varlık ve yaşamı özetleyen “cümlenin”, diğer kelimeleri, özne olan insanın yüksek hedefleri için çok değerli olması gerekir.Ne yazık bu değerlerin getirileri yıllardır hoyratça yok ediliyor.    

Diğer taraftan  insanlık camiasındaki “yaklaşık özne” olanlar, daima ayrıcalıklığı, özellikli olmayı, seçkinciliği benimseyen bunu doğal  hak olarak içselleştirmiş kesimler çoğunluk adına çukur açıcı hükümler vermekteler. Bunlar insanlığa yer çekimi gibi etki ediyor; “uzay” keşiflerini engelliyor. Yanısıra “promosyon” miras hukuku ile  aynı garabeti  gelecek nesilleri için garantiliyor. (2)

Bunun dışındaki çoğunluk kim; ülkeleri ayrı olsa da binlercesi görece ortak sıkıntı ve kaygılarla  “sudan ihtiyaçlar” (3) için doğup ölüyorlar.  Şimdilerde yurtlarındaki  “karanlığa” dayanamayıp yalnız veya sevdikleriyle, yokluklarını azık yaparak görece daha iyi yerlere; güneyden, kuzeye; doğudan batıya; yüzlerce, binlercesi akın akın göç ediyor. Yurdumuz küresel akınların  ana artel kavşaklarından biri olmuş durumunda. Bu yüzden çok akıllı, ileri hedefli,  büyük stratejik amaçlar için teşrifatız tevazu tutumlu ve toleranslı  olmak zamanı. Eskiler sırat köprüsü  aşamalarında, “Bin düşün bir işle,”  demişler; bu değiş kulağımıza küpe olmalı.

***

Paradoksaladır; çok eskiden doğuya göre batı, güneye göre kuzeyde yerleşik olanlar göçmenlerin atalarının topraklarına akın akın gitmişlerdi. Fakat o gidişleri ganimet, talan, el koymak içindi. Öyle ki el koydukları zenginlik bu günkü gelişmiş ülkelerde ar-ge’yi, teknolojik buluşları, bilim ve kültürü ateşlemişti. Yani göçler için  “ev sahiplerinin” ileri nesilleri ham madde kirasını tahsile yelteniyorlar diyebiliriz. Mümkün değil tabii.

***

İktidarın yıpratıcılığı, mutlak iktidarın çürütücülüğü ilkesi, siyasal literatüre motto olarak girdi. Konfor için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Konfor tembelleştirir; mutlak konfor çürütür.  Yani gıda, barınma ihtiyaçlarınız için doğa ile teknoloji dışı ilişikler kurmamız mevcut nüfus ve tüketim kültürüne göre artık olanaksız.Tanıtımı yapılan “Organik” yaklaşımlar sizi yanıltmasın; onlar mevcut teknolojinin varyasyonları; teselli ikramiyesi de denebilir.  “Organikler” için  gerçekçi ifade,  sütün kaymağı  olabilir; bilineceği üzere bu ürünlerin  gideceği yerler çoğunlukla  zengin  mutfaklarıdır.

Ülkemizin kırsal kesimi, çiftçilerden giderek seyrekleşiyor. Tarım ve hayvancılık ile uğraşan genç nesil, seyrelmenin istisnası durumunda. Bir zamanlar kırsalda  insan gücüyle üretim  yaparak yaşayan çoğunluk; bütün milletin efendiliğini hak etmiş kesimdi. Bu kesimin ortalama zekalı çocukları  büyük kentlerin parlak mağaza, fabrika girişlerinde  güvenlikçi; dikenli şehir yaşamında garnitür oldular.

Kırsal kesimden kentlere göç eden kesim gittikleri yerlerde atomize oldular. Köy dediğimiz yerlerde yumurntayı minik marketlerden alındığına tanık oluyoruz. Çünkü makineler sanayiden kırsala taştı. Onlar “işe” girişince,  oralarda  işleyenin  seyreldi. Bu çok doğal. Üstüne üstlük,  işlenecek topraklar  otomasyon makine işletimi için çok küçük ve parçalı.Sonunda yapılacak olan şimdiden belli;  bütüncül planlama, ürün esaslı kira bedeliyle toprak birleştirme; umarım çok geç olmaz.Çünkü gelecek elverişli koşulları getirmeyecek; değişim alt üst oluş rüzgârı hem doğada, hem toplumlarda dolum noktasında.

 

Asıl konuya dönelim.

Kırsaldan büyük kentlere göçen (yine göçen!), onca genç,  fabrikalarda çalışan işçiler, çocukları ve ileride doğacak olanlar;  mevcut olanaklarıyla sistemin ırksal, sınıfsal,  işbilir, nepotik, ideolojik   kalburlarına girmek zorundalar.      

Binlerce  insan  turnike yaşamlarında çalışırken; çocukları umutlarını avuçlarındaki dijitale emanet edip; çok akıllı olanlar okuyarak çeşitli sektörde özneleşirken;  bir derece altındakiler, al-satçılığa kapağı atarak; hemen yanında, sanatçılar sahne alarak; her kesimden şanslılar parsa kaparak;“kalburlanmış konutlarında”  sisteme intibak ediyorlar.Tabii mafyatik işlevi; logar dünyasını da unutmayalım; “yukarıda ne varsa aşağıda öyledir.” Bu çözümlemeyi yaklaşık onbin yıl önce  Hermes Trismegistos taşlara kazıtmış. ‘Bunca elekli (kalbur)yaşam, kişide vicdan bırakır mı sizce. Bu sebeple  vicdanı yönü eleklerde takılmış  salt akıl, insanlığa kalıcı, adil  barış  sağlayamıyor.

***

“Köylü milletin  efendisidir.”

Böyle başlamıştı en son hikayemiz. Savaşlara hikaye diyebilir miyiz; belki. Ama acı ve yıkımları  o kadar çok ki; onlar, insanın insana ettikleri yüzünden ‘acı ve keder’ ön adsız hiçbir zaman anılmamalı. 

Köylü üretecek, milleti besleyecek; onlar da çalışıp, okuyup, öğrenip sanayileşip hep birlikte sağlıklı, bilgili, kaygısız gelecek kuracaktık. Birinici Dünya, sonra  Kurtuluş Savaşlarından arta kalan gaziler, dullar, yetim ve öksüzler ile başladık yeni Türkiye’nin inşasına.  Çok fırsatlar kaçırdık; zor öğreniyoruz; ama yetkin yanımız sapasağlam ayakta. Şimdi o “köylüler” başka  ülkelerden kentlere akın ediyor. Bu sefer umarız önceki başıboşluğu yaşamayız; onlara umursamaz ya da kızgınlıkla, aşağılayıcı olarak bakmayız. Çünkü önceki kırsal boşalması bir fırsattı; ilgisiz kalarak heder ettik. Tarih bize yenisini başka surette sunuyor.

Belki bir türlü gerçekleştiremediğimiz hedeflerimizi şimdiden dudak büktüğümüz, varlıklarından rahatsızlık duyduğumuz, kayıplarımızı artırdığını düşündüğümüz göçmenler eliyle, hastalıklı yer yüzünü tedavi eden volkanlar gibi  onların magma misali etkilerinden zaaflarımızı yanarak yeniden dirilebiliriz; zaaflarımızdan, korkularımızdan(4) sıyrılabiliriz. İnsanlığın ortak mutluluğu için öne geçebiliriz. Belki…  

-“lâ ikrah fiddin/dinin içinde -dahi- zorlama yok”;   İçinde zorlama   olmadığından,  dışında zaten  söz konusu dahi  değildir

-“Şans denizinin” yüzeyi,  zengin ebeveyne sahip olmaktır.

-Tüketim çılgınlığı üretim kamçısının acısını hafifletmiyor; milyar ton gıda atığı, kullan at imalat sistemi yere çakılıp parçalanmak  üzere.

-İstiklal Marşımız başlangıcında “Korkma!” ifadesi ile insanlığın temel zaafının “kağıttan kaplan” ve sahte algılar olduğunu tembihliyor.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)