Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
A V A T A R : SUYUN YOLU
Geçen gün birincisinden on üç yıl sonra vizyona giren, james Cameron, Jon Landau ikilisinin yönettiği; David Valdes Richard Banehau uygulayıcı yapımcılığını üstlendiği altı kişilik öykücünün kaleme aldığı epik bilim kurgu Avatar2 filmini sinemada izlemeye izledim.
Rahmetli babam gündüzleri matbaada geceleri muhtelif sinemalarda makinistlik yapması; kardeşlerimle ona özlemlerimizi sinemaya yanına giderek gidermememizin yanında onlarca filmin zihnimize nakşedilmesi, bunun da empati (duygudaşlık) yönümüzde derin kanallar açılmasına sebep olduğunu şimdilerde bu tür vesilelerle daha iyi anlıyorum.
Sinema, normal algımıza saniyede 24 karenin akışı ile ulaşan kurgu yansı sanatı. Son iki yüz yılın en büyük zihin etkileme silahı; ötesi, empati geliştirme ögesi. Sinema tutkunlarında empatinin gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Öyle ki filmlerde tanık oldukları yaşamlara zihinlerinde bağlantı ilmikleri oluşturuyor. Gerçekleşmeyen niyetlerimiz gibi acı ve sevinçleriyle bilinç altımızın raflarında yerlerini alıyor. Tabii bu kolaylık, hızlı yemek türüne indirgenmemeli. Ne yazık ki küresel salgın döneminde milyonlarca insan kapanmak zorunda kaldıkları evlerde, çevrim içi filmlere yönelerek bu sanat dalında oboziteliği ortaya çıkardı.
Hızlı okuma, hızlı yemek, hızlı yürümek, hızlı konuşmak… Bunlar, insan yığınlarının şehir yaşamlarında ayakta kalmak için köklerindeki toplayıcı, avcı güdüsünü hem türüne karşı kurnazlık ve rekabete dönüştüren modernizmin dayatmaları. Hazmetmek, tadını almak, tadını damağında tutmak, zihnin kabul kısmında misafir etmek, lezzete özen göstermek, yaşamayı turnikeye dönüştürmemek; bütün bunlar sakinlik diyarında kaldı. Bedenin yaşlanıp hareketlerin yavaşlamasıyla kaçırılmış hoş deneyimleri geri çağırıp yaşayamıyoruz; namazın kazası yiten vakte ulaşmıyor. Kısaca sindirerek, kelimeler örüntüsünün ilmiklerine inerek okumak, konuşmak, izlemek, yürümek; misafir edildiğimiz an’ların sofrasında bereketi, lezzeti, hoşnutluğu yaşamaktı tabiatımız. Psikologlar ‘ayırdına varmadığınız binlerce duyumsamayı beynimiz bilinç altımıza istifliyor’, hükmü; bana sinemanın farkına varmadığımız şeylerden daha hakiki izler bıraktığını düşündürüyor.
Filmin teknik yanından ziyade bende çağrıştırdıklarını paylaşmak istiyorum. Tabii bu yüz doksan dakikanın her karesini sindirmiş olmam anlamına gelmiyor. Fakat ‘tetikleme’ dedikleri bu tür uyarılar, uzun zamanlar atıl kalmış her şey ile bağımızı güncelleyebiliyor. Bu yüzden filmin bende öne çıkardığı düşünceleri kısa beş başlık altında paylaşıyorum: Pandora, Melezler, Avatar, Suyun yolu, Seni görüyorum.
Pandora gezegeni
İki film ve devamları Pandora ismi verilen gezegende yaşanması; planlanan beş serinin tarih aralıkları, kelimesinin anlamına uyum sağlıyor. (1) Kurguda güneşimizden döt ışık yılı Alpha centuri A yıldız gezegen sisteminde bir uydu. Pandora ismi mitoloji kaynaklı. Eski Yunan efsanesine dayanıyor. Baş tanrı Zeus, kendisinden ateşi (bilgiyi) çalıp insanlarla paylaşan Prometeus’u cezalandırma planının öznesi. Pandora, yani bu tuzak ödül yaklaşımı, savaş stratejilerinde daima kullanılıyor. Süreç kısaca beş adımdailerliyor:
Birinci adım; Promethous’un kardeşi Epimetheus ilk hedef olarak belirleniyor; tali hedef dolayımı.
İkinci adım; efsaneye göre Zeus’tan çalınan ateş, daha önce insanlara verilmiş; insanlar bununla esenlikli yaşam kurmuşlardı. Fakat bu çok sürmeyip Zeus tarafından tekrar geri alınınca; Prometeus’un vicdanı devreye giriyor.
Üçüncüsü, tuzak ödül. Zeus, o dönemde insanlığı eril olarak yaratmış; dişil kabiliyet bilinmiyor. O da insanlığa, balçıktan mamül olağan üstü güzellikte dişi Pandora’yı gönderiyor. Yanına bir vazo (yada kutu) veriyor. Matruşka bebeklerin köklerini burada görebiliriz. Varoluşçuluğu biçimleyen Jean Paul Sartre’nin farklı kimlikler alegorisi çok yüzlülüğün neyi kaybettirdiğini anlatıyor.(2)
Dördüncüsü, Tuzak ödül ihtiyacın tam merkezine isabet ediyor; Epimetheus’un sarayına ve gönlüne giriyor. Ardından ikinci matruşka devreye giriyor. Panadora’nın dişil yapısı dışarıda belirsiz bırakma-maya kurgulu olduğundan; kaosun sıkıştırıldığı kavanozu (ya da kutu ) açıyor. Kötülük dışarıya çıkıyor. Pandora tekrar kapağı kapatsa da dışarıya çıkan yeryüzünde kalıyor.
Beşinci adım; ‘kale içeriden fethedilir’. İçeride denge bozulunca, dışarısı içerisi gibi oluyor. Artık içeride “steril” ortam yoktur. Kaos, binbir biçimiyle her şeyde potansiyel ve zindedir. Sirayet edeceği yerleri de iyi bilmektedir. Diğer taraftan kavanozdan umutta çıkmıştır. Çoğunlukla yanlış yerde durmakta, kavanozun kapağını tutmaktadır.
*
Öyküde insanlık 2148 yılına erişmiş, fakat dünyayı yaşanmaz hale düşürmüştür. İnsanlık eski istilacı hoyratlığını artık dünya ötesi gezegenlere taşıyacaktır. Dünyayı devletler yerine şirketler yönetmektedir. Şirketlerin fonladığı ortak güvenlik müdahale güçleri sanayi ile eşgüdümlü çalışmaktadır.
Pandora gezegeni tüm bakir görünüşü, rezervleriyle talancı şirketlerin iştahını kabartmış; filmin birinci kısmında tamamlanamayan istila, ikinci kısmında yeni yöntem ve teknolojiyle tekrar başlamıştır.
*
Bu gezegen özelliği içindeki varlıkla birebir duygusal (ruhsal) bağlaşık olması; gezegendeki canlıların yaşaması kendi gelişmişliğinin göstergesi. Onların sevinci, kederi, beslenmesi, ölümü; hepsi, gezegene ait görüntülerin birim pozları.
Bir dağ düşünün; önce lavlar cevheriyle yüksek sıcaklıkta yüzeye çıkıyor; çıktığı çevreye yayılıyor, birikiyor. Ardından binlerce yıl soğuduktan sonra dağlar, çukurlar oluşuyor. İçindeki cevher, mineraller atmosferin etkisiyle organizmaya dönüşüp, yüzeye giysiler biçiyor. Dağların üstünde ne varsa dağa dahil ve onunladır. Dünyamızda insanlık dahil olmanın kıymetini giderek yitirmektedir. Bu süreç insanlığı hem çevreye hem de kendine karşı tedirgin etmekte, kaygı çukurları kazıp, içlerinde kaos birikmesine sebep olmaktadır. Gezegende dışta olan, insanın zihninde oluyor; bu aynanın ters etkisine benziyor.
*
Bu bağlamda Leonardo Da Vinci’nin deyişini hatırlayalım: “ insan bakış açısını yeterince değiştirdiğinde, her şeyin birbirine olağan üstü bağlandığını görecektir.”
Pandora kendi yıldız sisteminde bulunan gezegenlerle tekâmülünü sürdürürken; olası ihtiyaçlar ve riskler için içlerindeki cevherini ve üstündeki canlıların olanaklarını kullanıyor. Belki sergilediği cazip görüntü ile iştahını kabarttığı istilacı insanlığı kullanacak; çünkü akıl, insanlıkta tekel değil. Dünyamızın üstündeki hoyratlığa; iklim değişikliği, sert atmosferik olaylar, depremlerle cevap vermesi küresel bencilliğe ihtar olarak yetmez mi?
Pandora, bakir Amazon ormanları gibi ilelebet sakin kalamayacağına; dünyanın nasıl bir hale düştüğüne ‘çevrim içinden’ öğreneceğine; insanlığın onu gözüne kestirdiğini bileceğine göre gerekli hazırlığı yapıp, önlemler alacaktır. İşte insan nagi melez kartı burada devreye giriyor.
Melezler
Anlamı, kolaycılar için ‘kırma’; aslı, farklı ırklara mensup ana ve babadan doğan katışık veya karışık olan. (3) Bu başlık filmin çekirdeğinin ikinci katmanını oluşturuyor. Filmin birinci katmanında Pandora gezegeni var. Tabii gezegende oluşacak melezlerin sebebini Pandora’nın marifeti olduğunu bilelim.
Filmin birinci bölümde Jake, Neytri aşkını oluşturan koşulları, gezegenin daha somut ifadeyle ruhlar ağacının (4) Jack’ın avatarına yaptığı “kıyak” ile sağlandığını hatırlayalım. Gezegenin yıldız kümesinin dışındaki gezegenlere yönelik saklamadığı (!)cazibesi, onun gelecekte olası riskli dönemlere karşı alacağı önlemlerle ilgili olmalı. Şunu biliyoruz; evren, bize göre bilinmez dolayımlı etkiler üreterek gelişiyor.
*
Melezler, kaostan çıkış umududur; tıkanıklığın, çaresizliğin, yıkıcı hazlığın etkisini kıracak unsurlardır. Fakat mevcut açmazların oluşturacağı çukur ve setleri aşacak melezler kolay oluşmuyor; bu yolda çokça riskli, kötücül, eğreti durumlar oluşacaktır. Bu rağmen gelişim tıkayamayacak; koşullar yol açıcı melezleri ortaya çıkaracaktır.
Bütün öykü dünyadan Pandora gezegenine gelen maden şirketi güvenlik ve arama görevlilerinin; hoyrat talancı tutumları sebebiyle çatıştıkları Navi isimli halkı; yatıştırmak için eski asker jake Sully in hayatını kaybetmiş ikiz kardeşine göre tasarlanmış navi avatarına bağlanması ile başlamıştı. Daha sonra jake Ruhlar ağacının da yardımıyla taraf değiştirir; vicdanı bencil göreve tercih eder. İnsan Navi melezliği (innav) böyle başlar. (5)
Bu filmde melez Jake, Neytri ile çocukları olur, Sully ailesi kurulur. Böylece gezegeni insan istilacılarının hoyratlığına karşı koruyacak nesil oluşmuştur. Bundan böyle Sully’lerin bileşkesi “aile kalemizdir,” ritüeli olmuştur. Yine de ikinci istiladan bir yıl sonra işler karışır. Çünkü ikinci istila güvenliği komutası navi avatarlardan oluşmuştur. Şirketin Avatar projesini sekteye uğratan Jake’ı ortadan kaldırmak güvenliğin birincil görevdir.
Avatar
Hint mitolojisi, tanrıların yer yüzünde inip, görünür biçimlere girmesine avatar diye anlatır. (6) Ruhlar için bedenler, operatörler için mekanik makineler, yazılımlar için yapay zekalar; çöller için develer, denizler için balıklar, yalçın dağlar için yırtıcı kuşlar; uluslar için devletler; partiler, sivil toplum örgütleri; hatta bayraklar… hepsi içlerindeki irade ve yaşanmışlıklar için avatardır.
Devamında sözler, sözlerin işaretleri olan kelimeler semboller üstlerine değer giydirdikçe avatarlaşır. Sonra insanlık onları savaştırırken; kendisine, nesline ve bütün canlılara eziyet eder. Henüz tamamlanmış Dünya Futbol şampiyonasında yarışan güçlü takımların renkleri, zaman zaman yıldız oyuncuları temsil ettiği takımların tüm tarihlerinin avatarıdır.
*
Bu noktada maske ile avatar arasında farkı düşündüm.
-“ İkisi de varlığın kendisi değil,” cevabı yüzeysel olur.
Avatarda “iç dış” birdir; aldatma hiçbir zaman yoktur. Avatar, amaç ve düşünceye uygun samimi biçimlenmeyken; maske, aldatmaya dönük, eğreti protezdir.
Demek ki dürüstlük ve samimiyet avatar ile maske arasındaki farktır. Toplumsal ilişkilerde tüm avatarlar, halkın önünde daima samimiyet testinden geçer. Büyük inançlar oluşturan avatarlar; samimiyet testlerinde kırıldıklarında maskeye, aldatıcıya dönüşmeleri ve sahiplerine ağır bedeller yüklenmesi sürpriz olmaz; tarihte bir çoktur.
Pandora gezegenindeki navilere, insanlar için neredeyse mucize bedenlerine değinmek istiyorum. Kurgudaki mavi tenli esnek kedimsi varlıklara özenmemek elde değil. Öyle bir bedende yaşamanın hazzını film daima önde tutuyor. Yedi metre civarında boyları, kedigil biçimli mavi tenleri, esnek, yüksek karbon esaslı iskelet; tırmanmada, sıçramada, trapez hareketlerde ayakları ve bedeni dengeleyen omurga uzantısı estetik kuyruk… çok etkili.
*
Navi ırkının mavi tenli olması,(7) yapımcının renk tercihi olarak açıklansa da “mavi kan” hassasiyetimize dokunuyor. Fakat bu dokunuş sempati esaslı. Öyle bir bedende yaşamak, izleyicilere ileri teknoloji otomobil veya uçakkullanma konforu ötesi hazlar vaad ediyor.
Diğer taraftan MS 2014 yıllarında insanlık; buldozer, vinç, greyder türü protezlere ancak ulaşmış. Tabi geriliğin sebebi çok açık: bilimi savaş arabasına bağlamak; hükmetme virüsünden başka bir tutum da bekleyemeyiz. Oysa doğa, insanlığın gelecekteki geliştireceği tüm teknolojiyi, biyolojik olarak çoktan var edip işlevsel kılmış. Madem evrenin kuşatmasındayız; kuşatıcı, daima insanlıktan ileride biçimler oluşturacaktır; hem de insan gibi talan ederek değil; işini doğal süreçlerle , “kendiliğinden” yapmaktadır. Bu bağlamda medeniyetler için insanlığın avatarı diyebilir miyiz; siz karar verin.
Suyun yolu
Dünyamızın% 71 sularla kaplı. Bu miktar, beklenen büyük iklim olayları için yaşamsal risk oluşturuyor. Fakat korkulan noktada durup düşündüğümüzde hortum içinde zarar görmeden kalmış olacağız. Büyük okyanusların içi insanlığın ikinci medeniyeti olabilir. Deniz bilimciler şimdiden insanlığın suda yaşam kurma araştırmalarını hızlandırmış durumda. Beş altı metre derinlikte yüzerken vücut hareketiyle yüzeyden hava sağlayıcı gelişmiş şinorkel (Exolung), Hidrofobik zarlı dalan böceklerden esinlenilmiş giysiler, çevresindeki suda bulunan havayı solutabilir amfibiyo giysiler… Bilim nerede karmaşık sorunla karşılaşsa; doğa esini ile( biyometrik kıyas)çıkış arıyor. İklimsel tehlikeler için belki sonsuz uzayda yeni dünyalar aramak yerine, bulunduğumuz gezegene intibak yeteneğimizi genişletecek teknolojiler aramak daha gerçekçi olabilir.
Ormanı terk etmek zorunda kalan Sully ailesi, çok uzaklarda okyanusun bağrında balıkçı/ resif navilere sığınır. Burada orman yaşamının suya evrilişini izliyoruz. Bunu sağlayan Avatar’ın navilerler bağlaşık aklı. Sully’lerin okyonusa çabuk intibakının perde arkasında ”görünmeyen el” gezegenin vicdan yazılımlı çevrim içi işleyişidir. Resiflerde yaşayan balıkçı navileri kolları ayakları kuyrukları yüzgeçimsi gelişim sağlamıştır. Bu yüzden orman navileri çin tutunmak zordur; fakat Sully ailesi artık melez yani gezegenin geleceğini temsil etmektedir; “yardımı” hak etmişlerdir.
*
“Su her şeydir; dışımızda ve içimizdedir,” bu söz balıkçı navilerin Suyun Annesi ile kurduğu bağı özetliyor. Tüm deniz canlıları, sayısız biçimler ve renklerde; muhteşem görsel ziyafet sunuyor. Kızıl deniz mercanlarına dalan dalgıçlar bilir; görmenin ötesinde hazlar yaşatıyor. Çölün yanında muhteşem renklerden oluşmuş mercanlar; suyun yüzeyinde şnorkel ile yüzerken her ikisine bir boyun bakabilmek büyük bir lütuf… Bu lütuf, aklı kalbiyle uyumlu çalışanlara, adeta şunu fısıldıyor: “dahası var!.”
Avatar filmi her sahnesinde bu ve benzerlerini kare kare işliyor. Deniz canlılarını düşünün hepsinin biçim ve işlevinden oluşan medeniyetler, otonomlar hayal edin. Suyun kıyısı, suyun üstü suyun dibi ; balıklar, bitkiler, Naviler doğal uyum içinde, basit ihtiyaçlarını karşılarken, İyiliğe adanmış insanlara vadedilen[w1] cennetleri deneyimliyorlar.
Ormanda Omatikaya klanından ayrılan Sully’ler,birkaç yüz kilometre ötedeki okyanus resiflerinde yaşayan Metkayine klanının Ava’atlu köyüne giderler. Resif halkına sığınma talepleri tereddütle karşılansa da talancı şirketin kovulmasındaki liderlikleri hatırına kabul edilirler. Fakat oradaki sakin yaşam kursaklarında kalır; tüm resif navileri, Jake’in bulunması için şiddet görür. Çatışma yeniden kaçınılmaz olur.
*
Talancı teknoloji bu sefer yok olmakta olan dünyadan geri kalan insanlığı taşımak için pandoraya iniyor. Hemen dev ulaşım limanı inşa ediyorlar. Öncü maceraperestler gezegende kıymete değer ne varsa, yaşamından koparıp barkodlamaya koyuluyor. Gezegenin en gelişmiş beyni yine balina benzeri tutkun’lardır. Onlar okyonus ruhunun avatarıdır. Resif navileriyle ruh eşliği kurarak; bütünleşik bağ kurmaları resif halkının en büyük mutluluğudur.
Uçak gemisini andıran büyüklükte deniz anası formunda otomasyon avcı gemileri ile tutkun öldüren şirketin deniz gücü bu sefer jake ve ailesi için insan navi askerlerine hizmet verir. Tutkun’ların olağan üstü irilikleri ve gelişmiş beyinlerinin onlara gezegenin barış elçileri kılsa da avcılardan kurtulamazlar. Şirketin avcıları, gemi büyüklüğünde gezegenin en akıllı, barışçıl canlısı tutkun’ları öldürüp; beyinlerinden iri şırıngayla çektikleri piyasa değeri pek yüksek yarım litre gençleştirici sıvıyı, vinçlerle açılmış balığın ağzında şampanya şişesi gibi havaya kaldırarak kutlarken; izleyicilere dünyamızdaki benzer avların bayağı amaçlarını “oralardan” gösteriyor.
“Seni görüyorum”
Filmin yol gösterici ifadelerinden biri de karartılmış hakikatleri göremeyenlere direnen, onların ortaya çıkarılmasını sağlayan Navi’lere, diğerlerinin “seni görüyorum,” ifadesini kullanmaları. Buradaki “görme” ifadesi, algı (önyargı, telkin, dezenformasyon) karanlığının aşılması anlamında çok isabetli duruyor.
Bu filmin sinemada izlenmesini herkese önermek aydın görevi olmalı; yanı sıra başta genç tarikçilerin izlemesini isterim; onların anlam ve hayal dünyasına büyük katkılar sağlayacağına inanıyorum.
Açıklamalar: