Üye değil misiniz?
Aktivasyonunuzu tamamlamadınız!
Zaten bir hesabınız var mı?
Sami Ayanoğlu'nun Yönetmenliğini yaptığı, Yılmaz Tümtürk'ün senaryosunu kaleme aldığı Siyah Melek (Zincirler Kırılırken) filmi 1961 yapımı bir filmdir. Oyuncu Kadrosunda olan isimler ise şu şekilde;
‘La Muta di Portici (La Muette de Portici) (Masaniello); Overture’ (1.30-1.40 arası) (1893) (Daniel Auber).
Kurtuluş’ta, ‘Ölüm Saati’nden (1967) anımsadığımız, 24 numaralı ev. Gecenin bir yarısı gelmişler.
Nezahat Hanım; “Yeğenimi tanıtayım sana. İrfan! Nesrin hanım kızımız.”
İrfan; “(Kırılıp dökülerek) Enchante Mademoiselle! Quelle vous jolie.”
Nesrin; “Efendim?”
İrfan; “Ohh! O kadar heyecanlandım ki İstanbul’da olduğumu unuttum. Şerefyap oldum. ‘Ne güzelsiniz’ demek istedim.”
Bu ‘kadınla erkek arası dejenere tip’in ‘Kara Süvari’ olduğunu çok sonra anlayacağız. ‘Paris Hatırası’ bir kravat iğnesi kimliğini açığa çıkaracaktır.
Jenerikten sonra Sami Ayanoğlu’nun sesi; “Milli Mücadele yılları. İstanbul’dayız.”
Kuvayımilliyeciler ‘mükemmel bir yeraltı teşkilatı kurmuş ve Anadolu’ya mütemadiyen silah, cephane kaçırıyorlar’. ‘İnsan vücudundaki sinirler gibi en olmayacak yerlere kadar yayılmış bir şebeke’. Padişah’ın tüm çabalarına karşın yollarından dönmüyorlar. ‘Yolları Hak yolu, feragat ve fedakârlık yoluymuş’.
Filmin başında Yavuz’un idamına tanık oluyoruz. ‘Yaşayan ölüler listesi’ne katılırken “Kahrolsun hainler, yaşasın vatan, yaşasın millet” diye bağırıyordu. ‘Kara Süvari’ ile teşkilat mensuplarının isimlerini açıklamayı reddetmiş. Önemli evrakları anacığı aracılığı ile daha önce Miralay Rauf Bey’e ulaştırabilmenin rahatlığı içindeydi. Tek isteği ‘vatanın hür ve müstakil olması’. İdam mangasının başındaki Hassa Alayı Kumandanı Cafer de “Köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağarmış” diye alay ediyor. (Öztürk Serengil’in bindiği koyu renk at Orhan Günşiray’a eniştesinin hediyesiymiş).
“Scheherazade Symphonic Suite Op. 35; I. The Sea and Simbad’s Ship (İlk 13 saniye)” ve ardından ‘IV. Festival at Baghdad (4. 50’den itibaren)’ (1888) (Nikolai Rimsky-Korsakov). Halk kahramanı Kara Süvari ile karşılaşmamız bu melodilerle. Uzun bir pelerin, kalpak ve yüzünü kapatan atkı. Bembeyaz atıyla dağ bayır demeden oraya buraya koşturuyordu. Sahne o kadar coşkulu ki durduğu zaman bile heyecan verici nal sesleri devam ediyor.
Müdafa-i Hukuk Teşkilatı’nın buluşma yeri olan ‘metruk ev’. Muhabere Yüzbaşısı Kenan Bey, Doktor Kaymakam Şinasi Bey ve Mülazım-ı Sani Vedat Efendi toplanmış Rauf Bey’i bekliyorlar. ‘Düşmandan çalınan cephanenin depo edildiği yerleri gösteren krokiyi ve Ankara ile yapılacak telgraf muhaberatının şifre anahtarlarını’ getirecekti. Karanlık gecede gelen kişinin dost mu düşman mı olduğunu bahçedeki Karabaş sayesinde anlıyorlar. Havlamazsa dost. Miralay buluşmaya kızı Nesrin ile gelmiş. “Ben de yakalanırsam mücadele bayrağımızın anahtarlarının kimde olduğunu, kimlere verileceğini siz de bilin O da öğrensin” diyor.
Silah işi Vedat’a verilir. 8 numaralı depo Ümraniye muhtarlığındaki samanlıkmış. Parola ise ‘Kepek’. Çuvalların içindeki silahlar öküz arabaları ile Şile’ye oradan da Salı gecesi Yunus motoruyla Anadolu’ya nakledilecekti.
Ama delikanlı yolda Padişah askerleri tarafından tutuklanır. Yedikule Zindanları’ndan kurtuluşu Kara Süvari’nin yardımıyla olacaktır.
Kahramanımızın kim olduğu belli değil. Çizmeli, tabancalı, korkusuz biri. Hep Millicilerin yanında. Haberleşmeleri taşa sarılı kâğıt ile. Bu nedenle, 3-4 tanesini filmde gördüğümüz, pek çok pencere camı kırılıyor. Mesajlarına attığı imza Kara Süvari’nin baş harfleri; K (kaf) ve S (sin). Türkçe konuşup, Arapça yazışıyorlar.
Yaverandan Mülazım-ı Sani Cafer Bey, işte bu kahramanı yakalamak için yırtınıyor. ‘Bir takım hainlerin Padişahımız Efendimizin iradelerine rağmen Anadolu’da silahlanan Mustafa Kemal kuvvetlerine yardım ve iltihak etmelerine’ engel olmak amacındaydı. Kuvayımilliyecilerden birini ele geçirse gerisi çorap söküğü gibi gelirmiş. (Oysa, örneğin, Yavuz’u yakalamış ama ‘gerisi çorap söküğü gibi gelmemişti’). ‘Muhtelif konuşturma usullerinin en basiti uykudan kaldırıp kaldırıp sorguya çekmek’. Uyutmamak. Bileklerinden tavana asmak. Tırnak sökmek. Bunlara değil ama ‘kızgın demirle dağlama’ ve ‘kollara, ayaklara bağlanan iplerle boy uzatma’ işkencelerine tanık olacağız. Şimdiye kadar kimseyi konuşturamadığı için Zatı Şahanelerinin nezdinde itibarı iki paralık olmuş. Çavuş Beşir’e “Yakalayacaksınız, etrafta kuş uçurmayacaksınız” diye emir verip duruyor.
Millicilerin ‘metruk ev’deki toplantısı, yine camı kırarak gelen bir uyarı ile sonlanır; “Derhal evi terk edin. Tehlikedesiniz. K. S.” Uyaran kişi ‘K. S.’ yani ‘Kara Süvari’. Kaçarken Nesrin atkısını düşürmüş. Rauf Bey’in dediği gibi “Şimdi atkı düşünülecek zaman değil” ama üzerinde Nun (N) ve Rö (R) harfleri işliydi. Cafer kısa zamanda Beşir’le bulmacayı çözer; “Naciye-Rıfkı; Naciye Rıfat; Nuriye-Rıza; Nermin-Rıfat; Nermin-Rauf. Sakın bunlar Miralay Rauf Bey’le kızı Nesrin olmasın.” Eğer öyleyse itibarını kurtarabilecek nihayet. N’nin kadın, R’nin erkek olduğunu nasıl anladı belli değil. Ele geçirdikleri kaşkolun kadın kaşkolu olmasından belki.
‘Die Walküre; Ride of the Valkyries’ (1870) (Richard Wagner). Onlar odadan çıkınca orada biten ‘Kara Süvari’ eşarbı alıyor.
Miralay’ın evinde Arap Dursune Bacı ve Emir Çavuşu Dilaver ile neşeli bir ortam vardı. Cafer gelince her şey değişir. Kırbaç, kılıç, neredeyse bir metrelik bir kalpak. Atkıdaki harfler nedeniyle baba kızı tutuklayacak zannettik. Öyle yapmaz. Meğer genç kızı ‘yanıp tutuşacak kadar seviyor’ ve ‘bu aileye katılmak istiyormuş’. “Birbirimizi daha fazla üzmeyelim. Ailece Millici olduğunuzu biliyorum. Evinizdeki Arap Bacı’dan babanızın Emir Çavuşu’na kadar hepiniz, siz de dâhil, Kuvayımilliye hesabına çalışıyorsunuz. Şimdiye kadar buna göz yumdumsa hep sizin için. Sizi nasıl sevdiğimi, size nasıl hayran olduğumu biliyorsunuz” diyor. ‘Mesele, kendisi gibi zeki ve işinin ehli birinin elinde olmasa çoktan Bekir Ağa Bölüğü’nü boylarlarmış’ bizimkiler.
İkram edilen sigara için ‘çakmak’ kullanması filmdeki küçük hatalardan biri.
‘A Good Day to Die Hard’da (2013) Jack McClain-Jai Courtney “Let me ask you something. Do you go looking for the trouble or does it always seem to find you?” demişti babası John McClain-Bruce Willis’e. Cafer’in öyle ‘bela aramak’ veya ‘belanın O’nu bulması’ gibi bir durumu yok. ‘Bizatihi’ felaketin ta kendisi! Evdeki bir konuşma bunu çok iyi açıklıyor.
Dadı-Dursune Şirin; “Hay boyu bosu devrilecise. Uğursuz herif. Baksana suratına, hiç meymenet yok. Ne zaman gelse felaketi de beraber getiriyor.”
Karadenizli Dilaver Çavuş; “Ha, O’nun ‘kendisi felaket’. Gözlerini görmüyor musun? Baykuşa benziyor.”
Aynı gece Nezahat Hanım ve yeğeni İrfan ile tanışıyoruz. Delikanlı uzun müddet kaldığı Fransa’dan ‘geçen hafta’ gelmiş. Oradaki ‘uzun müddet’te ne yaptığı belli değil. ‘Safai Paşa hazretleri, Allah razı olsun, ailenin ricasını kırmamış’ ve Hassa Alayı’nda görev vermiş. Delikanlı ertesi gün Cafer’in maiyetinde vazifeye başlayacağı için çok sevinçliydi. En azından görüntüsü öyle. Fransızca ‘parçalayarak’ ve şımarık hareketlerle kumandanın bıyığı, saçı ile oynayıp kalpağını deniyor. Üniformasını okşuyor. İngiliz Kraliyet Hassa Alayı’nınkilere benziyormuş. “Yarın yeni üniformama kavuşacağım (Toron Karacaoğlu’nun söyleyişi ile ‘kavuşucim’)” derken çocuk gibiydi. Halası Nezahat Hanım da duruma ‘pedagojik’ bir açıklama getirir; “Tek evlat olunca böyle oluyor. Rahmetli pederi çok düşkündü. Büyük biraderimi tanırsınız, Hasnun Paşa.” (Filme ne katkısı varsa) Saffet Paşa’nın da torunuymuş üstelik.
Yine o gece olaylar çok hızlı. Rauf Bey ve Doktor Şinasi Bey, Cafer’in emrindeki ‘menfaat ve saltanat düşkünü hainler’ tarafından öldürülür. Nesrin, elbette, Kara Süvari’nin yardımı ile kurtuluyor. Kaçarken bir ‘Çingene çergisi’ ile karşılaşırlar. (Genç kızın attan inmesine yardım ederken kol saatinin görünmesi filmdeki diğer bir küçük hata). Kara Süvari burada çeribaşı gibi davranır. Beşir ve 4 nefer önce şarap içirilerek sonra kafalarına vurularak bayıltılıyor.
Keman, saz/bağlama, klarnet, darbuka. Toron Karacaoğlu’nun sesiyle söylediği şarkı çok güzel; “Maşası, maşası//Çingene’nin maşası//Çerimize geldi//Beylerin paşası//**//Ah, çabuk ol, çabuk ol//Ver şaraptan bol bol//Ah, hazır ol, hazır ol//Geliyor kafa kol//**//Onbaşı, Onbaşı//Yaktı seni o gacı//Herifler azıyor//Hazırla kırbacı//**//Naciye,Naciye//Cilveli Naciye//Sopalar inmeli//Kelleye ‘bam’ diye.”
Aslında gördüğümüz kişiler Çingene değil, ‘Anadolu’ya silah ve cephane kaçıran kahramanlar’mış. ‘Yüzbaşı Talat ve maiyeti’. (Senaryoda neden böyle bir ayrıma gerek duyulduğu anlaşılmıyor. Millici Roman olmaları çok daha uygun olurdu).
Nesrin’le haberleşmek için “Pencerenizde saksı görmezsem bana ihtiyacınız var demektir” diyor. O civarda olduğunu ‘Ordu Marşı’nı ıslıkla çalarak belli edecek. Genç kız da buna piyano yanıt verecek. “Sancağımız şanımız//Yüce Türk ünvanımız//Vatan bizim canımız//Feda olsun kanımız.”
Güzel Nesrin, Kara Süvari’nin kim olduğunu çok merak ediyordu. Hep aynı yanıtı alır; “Henüz zamanı değil.” Gözleri, İrfan’ın gözleri ama sesi, tavırları ve karakteri çok farklı. Biri ‘cesur, mert, kahraman bir erkek öbürü züppe bir oğlan’. (Cafer’i de katarsak) Üç âşık arasından siyahlara bürünmüş atlıyı seçmişti bile.
‘Scheherazade Symphonic Suite Op.35; III. The Young Prince and the Young Princess’ (1888) (Nikolai Rimsky-Korsakov). ‘Sevdiği kişiyle mülazım-ı sani İrfan’ın aynı kişi olduğunu’ sonunda öğrenir.
Nesrin; “Bir insanın nasıl böyle iki ayrı şahsiyeti olabileceğine şaşırıyorum.”
İrfan; “Düşmanı aldatmak için icap ederse şeytan kılığına bile girerim.”
Çaresiz kalan Cafer, Kara Süvari’nin kimliğini Dilaver’e işkence yaptırarak öğrenmeye çalışır. İlginç bir şekilde Cellât-Sadri Karan ‘kızgın demirle’ sanat icra ederken O yukarda Tahiye Salem’in göbek dansını seyrediyordu. Filme yararı olmayan bir buçuk dakikalık bu sahne ‘erkek seyircilerin gözü bayram etsin’ diye herhalde.
Elbette kahramanımız yine yetişip Çavuş’u kurtarır. Kaçarken yaralanmış ve kravat iğnesini düşürmüş. Cafer’in unutmadığı bu ‘Paris Hatırası’ İrfan’ın yakalanmasına neden olur. Şimdi ‘bir tarafta ölüm, değer tarafta hayat ve mevki’ var. Sunulan seçenekler bunlar. Kendisinden istenen tek şey ‘gizli teşkilat mensuplarının isimlerini vermesi’. İrfan haykırıyordu; “Hangi gizli teşkilat mensubunu? Artık bunun gizlisi kapaklısı kaldı mı? İşte bütün millet, bütün Türk milleti. Hiçbiri sizi istemiyor. Hepsi de apaçık size karşı. Yakalasanıza Onları. Ama Süveyş’te, Galiçya’da, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de yedi düvelin sindiremediğini sindirmek haddinize mi düşmüş.”
Bu sahnede Cafer’in “Şimdi büyük bir sadakatle isimlerini sakladıkların acaba arkandan bir Fatiha okuyacaklar mı” demesi nedense Mithat Paşa’nın durumunu çağrıştırdı.
Aşkı gene vazifesinin önüne geçmiş ‘kötü adam’ın. Nesrin’e bir hafta süre verir. ‘Siyah Melek’in idamına ancak bir ‘Beyaz Melek’ engel olabilirmiş. Genç kızı elde edeceğini düşünürken karşısında Azrail’i bulacaktır. Vedat ve arkadaşları da İrfan’ı kurtarmış. Ama bu karmaşada genç kız yaşamını yitirir.
Keşke ülkemizin kurtuluşunu görebilseydi.
‘Scheherazade Symphonic Suite Op. 35; IV. Festival at Baghdad’ (1888) (Nikolai Rimsky-Korsakov).
‘Kara Süvari’ ve Yaverandan Cafer karşı karşıya.
Cafer; “O kadar mertsen aç yüzünü.”
Kara Süvari; “Zamanı gelince açacağım. Fakat henüz işim bitmedi. Biraz evvel ‘Siyah Melek’, ‘Koruyucu Melek’ diye alay ettiğin ben, daha bir müddet karşınızda ‘siyah bir hortlak’ olarak görünmeye mecburum.”
Cafer; “Herhalde genç ve tecrübesiz biri olacaksın. Yoksa bu kadar cüretkâr olamazsın. Gençliğine yazık değil mi delikanlı? Hükümet kuvvetlerine karşı gelinir mi? (Vurmak isterken bir yumruk yer).”
Kara Süvari; “Hükümet kuvvetleri mi? Hükümetler milletleri temsil eder. Bu milleti temsil eden Büyük Millet Meclisi, Ankara’da. Buradakiler, milleti ve devleti düşmana satan Padişah’la sizin gibiler. Ben, hükümet diye oradakileri tanıyorum. Ben oradaki hükümeti kuran milletin bir ferdiyim. Ben, yeniden doğacak olan hür ve müstakil Türkiye’nin tebaasıyım. Anladın mı şimdi kim olduğumu?”
Bir başka sahnede “Fedakârlık! Adı üstünde, karşılık beklemeden yapılır” demişti.
(Yazan: Murat Çelenligil)